Anarşi İnisiyatifi Referandum Bildirisi: ‘Çıkmazların Referandumu’

ÇIKMAZLARIN REFERANDUMU

Devletin mevcut anayasal işleyişinin ‘yetersiz’liğini her fırsatta dile getiren iktidarın, yönetme kabiliyetini -şiddet meşruiyetini- daha işlevsel kılmak adına her fırsatta alevlendirdiği başkanlık tartışmaları nihayet sandık olarak memleketin önüne gelmek üzere. “Evet, yeni anayasa, yeni rejim, tekli diktatörlük” ya da “Hayır, mevcut anayasa, mevcut rejim, çoklu diktatörlük”ün devlet üzerinde söz sahibi olmak adına giriştiği mücadelede kim kazançlı çıkarsa çıksın huzursuzluğun gölgesinin bir süre daha üzerimizde dolaşacağı kesin.

Anayasa teorik bağlamda devletin, pratiğini toplumla yüzleştirmesi, öyle ya da böyle müzakere ettirmesiyle elde ettiği teminat ve nihai olarak devletle girişilen suç ortaklığının adıdır. Toplumla kurulan bu ittifak, tamamen devlet tarafından kontrollü biçimde örgütlenirken; günümüz devlet yapılarının hayat damarları olan yasama, yürütme ve yargı onun hareket alanının öngörü sınırlarının belirlemesidir. Bunun yanında, iradenin teslimiyeti olan seçimler ve sözüm ona iradenin temsili olan parlamento, tahakkümün işlevsellik kazandığı en büyük alanlardan birini ifade eder. Seçimlerle tüm yaşamla sözleşme kuruluyormuş gibi davranan modern devlet, otoritesini meşruymuşçasına dayatır. Kendisinin varlığına yönelik karşı çıkışlarda iktidar; böylece çoğunluğun verisine dayanıp tartışmaları sümen altı etmeye çalışırken, bunu gösterge olarak kullanmaya kalkışır. Kendine biçilen süre içinde tüm yaptırımlarını kendinde bir hak olarak görür. Dünya’da şu an yaşanan faşizm dalgası da bu ‘hak’kın getirisidir. Götürülenlerden kalan ise yaşamın boğuşmak zorunda olduklarıdır.

Yaşadığımız coğrafyaya baktığımızda, Türkiye Devleti de kuruluşundan bu yana hareket noktasını; demokrasiyi iktidardaki aktöre devrederek belirler. Öyle ki, geçerli egemen anlayış da demokrasi taahhütlerinin yerine getirilmesini bekler. Bu kavramın içinin nasıl dolduğu da belli aralıklarla -sadece- ismi değişen iktidarın bakış açısıyla belirlenmektedir. Türkiye devletinde adına ne derseniz deyin, her yönetimin kendinden olmayanla hesaplaşması vardır. Bu hesaplaşmanın olanaklı hale gelmesi liberal demokrasinin “esnekliğiyle” gerçekleşir. Kavgaya tutuşmuş her iktidar sıralı ya da sırasız; hamasi, ırkçı, dinci, şovenist bertarafa kalkışır. İktidar olabilme koşullarını demokrasi kendinde barındırırken, en baştan bu imkânları sunar kendisine. Her iktidar da bu donanımlarla; ‘ayrıca kavramları’ kendine göre biçimlendirmeye, ‘kültürel’ ve ‘ideolojik yapısı’nın çeperini genişletmeye, ‘sosyal hayatı’ gücü oranında yönlendirmeye kalkar. Sığ anlamda bunun adı “demokrasi”dir. Genele baktığımızda ise bunun adı “faşizm”dir.

Mevcut gücüyle bile iktidar, kendinden olmayan tüm yaşam deneyimlerini bir ‘ölüm-kalım mücadelesi’ne sürüklemekte, şiddetini bireyler üzerinde etkin biçimde kullanmakta ve bunun dozunu her geçen gün artırmaktadır. ‘Seferberlik’ hali içerisindeki iktidarın şiddetine karşı artık belirgin bir zemin ve o zemin üzerinde öbekleşen kitleler yer almaya başlamıştır. Bu bir kutuplaşmadır. Keskinleşmiş taraflılıktır. Zaruri ihtiyaçlara kendini konumlandıran hayatlara sürekli bir “şok” yaşatılmaktadır.

Bugün “Evet”i örgütleyen iktidarın, tüm davranış metotlarıyla başkanlığa göre biçimlendiği aşikâr. Uygulamanın eksisini artısını göz önünde bulundurarak, daha totaliter devlet rejimi simülasyonunu hayatlarımızın tam ortasına yerleştirmektedir. Kastettiğimiz, “Evet” sonrasının işaretlerinin şu an yaşamlara doğrudan tezahür etmesidir. Türkiye Devleti’nin, uygulamalarıyla Darbe anayasasını çoktan aşması, fiiliyatının kendisi tarafından bile sorgulanması ve etrafında toplanan iktidar ilişkilerini kendi bünyesinde eksiksiz toplayan Tayyip Erdoğan ile o kirli ilişki – iktidar ağının kendini tehdit altında hissetmesi yeni anayasayı gerekçelendiren belli başlı konulardır.

YA TUTARSA
İktidar, sandıktan “Evet”in çıkmasıyla kendisini tehdit altında hisseden tüm kesimlere karşı daha da saldırganlaşacak. Muhakkak, “Hayır” çıktığında da kendi kitlesini yatıştırmak/gönlünü kazanmak, gücünü bilindik yöntemlere başvurarak tekrar tesis etmek ve dahil olduğu -mülksüzlere karşı düşmanlık besleyen- ilişki ağının bekasını sağlamak için herkese karşı saldırganlığı yine bir üst aşamaya geçecek. Üstelik bu sefer bir de intikam ve rövanş duygusu eklenecek buna. Devletin Kürt şehirlerinde sürdürdüğü katliam, işgal ve yıkımını dışarda bıraktığımızda – bu devletin fıtratında da yok etmek vardır- iktidarın yaşamın tümüne olan nefreti bu derece açık hale gelmemişti. Bugün kurulan faşist ittifakın “Evet” çoğunluğuna ulaşması sonucunda Türk, Sünni İslamcı faşizmin muhafazakâr ve neoliberal ortaklığının nüfuzunu hayatın tüm alanlarına dayatmasıyla karşı karşıya kalınacağı aşikar. Bu da farklı inanç kesimlerinin, ötekileştirilmiş etnisitelerin varlık yokluk mücadelesine mahkûm edileceği anlamını taşımaktadır. Burjuvazinin işçi kıyımlarını, kamudan ihraçları, her türden ölümü, yok oluşu, tecavüzü görünmezleştirme olanaklarına sahip iktidarın hali hazırda bu olanaklarla ne kadar pervasızca saldırabildiği ortadadır. 15 Temmuz Olayı’ndan sonra, görünürde şu aşamada iktidar kavgasında avantajlı konumda olmasıyla birlikte OHAL ilan eden, istediği gibi at koşturduğu bir atmosferde, referandumda “Evet”in çıkması halinde gücünü katbekat artıracağı ve OHAL gibi bahanelere gerek duymayacağı da açıktır.

Bugün dile gelen en ufak liberal özgürlük söylemini dahi şiddetiyle baskılayan devletin, 16 Nisan’da onay görmesi tüm araçlarıyla hegemonyasını ağırlaştıracaktır. Elbette sonucun “Evet” çıkması bugün gibi, kurulu olduğu zemini dolayısıyla bizim -antiotoriter, hiyerarşi ve tahakküm içermeyen… mücadelemizin biteceği anlamını taşımamaktadır. Kendi olanaklarıyla bugün direnenler kendi varoluşlarını yaymak adına yeni mücadele deyimlerini hayata geçireceklerdir. Kısacası her koşulda savaş hâlinde olduğumuz devletin daha da yüksek perdeden tahakkümüne karşı hazırlıklı olmalıyız.

MUKTEDİRLERİN “HAYIR”I
”Hayır” kampanyasını örgütleyen neredeyse tüm kamuoyu “Evet”in çıkma olasılığının karşı cephesini oluşturmaktadır. Faşist bloğun hedefindeki “Hayır” cephesinin ürettiği argümanın başında “Mutlak güce hayır” gelmektedir. “Hayır”cı partilerin çoğu, ideolojik yapısını kaybetmemek/kaptırmamak, iktidar olabilme ihtimalini bitirmemek, geniş ya da dar kadrosunun kendisine olan umutlarını söndürmemek için mücadele vermektedir. Kaldı ki bu cephenin içindeki ülkücü ve ulusalcıların Kürt düşmanlığı yaratarak, kampanyasını da bu noktadan da örgütlemesi kendi “Hayır” gerekçelerinin faşist söylemlerinden biridir. Anlaşılacağı gibi “Hayır” demiş olmaları, mevcut işleyişle ilgili bir sıkıntının olmadığını da bir anlamda göstermektedir.
Bir iktidar kavgası olan bu “Hayır”ın zaferinde, Cumhuriyetin öz aklına dönüş yaşanacaktır. Ayrıca bunlar, cumhuriyetin kendisine olan inancı tazelediği gibi, “Hayır”, onun tüm geçmişiyle barışık bir izlenim uyandırma yanılsamasına kalkışacaktır. Bu kozu elde edecek olan “Hayırcılar” söz sahipliklerini cumhuriyetin değerleriyle örtüşen politikalara verecektir. Bu “Hayır”, onun bugüne olan “Evet”idir. Gizli “Evet”ini örgütlemektir. “Hayır”, doğrudan kendi kırmızı çizgilerini savunurken, mevcut iktidarla girilen mücadelede, sadece devlete kendini ispat etmiş olacak, o kadar. Yönetim biçiminin aynı kalmasıyla iktidara da muktedirlerden biri tekrar hatırlatılmış olacak.

Bunun yanında devletin doğrudan hedef tahtasında oturttuğu, iktidarlar -hele ki bu iktidar- başına bir halel geldiğinde ilk kapıları çalınan bireyler de bir var oluş mücadelesi olarak bakmaktadırlar bu seçime. İktidarın yaşama geçirmek istediği anayasanın niteliği tartışmasında “Hayır”ın galip çıkması illaki umutlandıracaktır, belki kısa süreli nefes de aldıracaktır. Çünkü devlet gene asla ve asla nefes aldırmayan bir canavara dönüşmüştür ve bu sefer coğrafyanın hemen her köşesinde yalnızca bu yüzüyle meydandadır. Sahip olduğu gücü, tüm toplumsal hiyerarşik ilişkilerle tahakküm olarak ortaya dökmekte ve bu tahakküm en temel yaşamsal fonksiyonları bile tehdit etmektedir. Esnafın polisleştiği, komşunun muhbirleştiği, devlet adına herkesin hazır katilleştiği bir zeminde; kıyafeti nedeniyle tekmelenen kadınlar, Onur Yürüyüşü’nde lince maruz kalan LGBTİ+’lar, dilleri nedeniyle hedef olan Kürtler, inanç zemininde ötekileştirilen Aleviler, kısaca hayat memat çizgisinde nefes almaya çalışan geniş “sahipsizler” kitlesi için “Hayır” seçeneği ciddi bir umut olarak görünmektedir. Sağlayacağı moral ve geniş kitleler arasında yeniden kurulması muhtemel bir güven ilişkisi de söz konusudur bu “Hayır” çerçevesinde. Son cümlenin gerçekliğinin yanında, adını ettiğimiz ve tahakküme maruz kalma anlamında dahil olduğumuz o geniş kitlenin “Hayır”a yükledikleri anlamı çok iyi anlıyoruz. Aynı coğrafyada, aynı ekonomik ve sosyal koşullarda, aynı hayat mücadelesinin içindeyiz çünkü. Ancak görmekten hiçbir zaman vazgeçmeyeceğimiz bir gerçeklik varsa o da sunulu seçimlerin özgürlük getirmeyeceğidir. Örnekse 7 Haziran sonrası, iktidarın kendisini nasıl toparladığına bakabiliriz. Tüm süreçte sokakların gücünün kırılmasıyla, iktidarın güç toplamasının doğru orantılı olduğunu deneyimledik. Sokaklara saldığı sınırsız yetkili polisiyle, sivil faşistleriyle birlikte paramiliter yapısının sık sık dile getiriliyor oluşuyla -bizce bu somut sebeplerden dolayı bile- seçim sonuçlarının ne olursa olsun güven vermediği belli olmaktadır. “Hayır” çıktığında yenilgiyi kabul eden bir iktidar olmayacağı gibi daha da hırçınlaşan bir iktidar peyda olacaktır. “Evet” ve “Hayır”ı, görmezden gelemeyeceğimiz bir gerçeklik etrafında bir ölüm – kalım meselesi hâline getiren söz konusu “sahipsiz” milyonların karşılaşacakları şey bir kurtuluş olmayacaktır. Buradaki amacımız tüm yaşam alanları daraltılan varoluşları “Hayır” seçeneğinden uzaklaştırmak değildir. O “Hayır”ın söz konusu milyonlar için ifade ettiği anlamın gerçekliği gibi başka bir gerçekliktir sözünü ettiğimiz. O gerçeklik ise sistemin sunulu seçenekleri dışında, varoluşsal olarak iktidar karşıtı olan mücadelenin her koşulda sürmek zorunda olduğudur.

Anladığımızı iddia ettiğimiz o gerçeklik etrafında toplanan ve hayatta kalma mücadelesiyle “Hayır” kampanyası yürütenler arasında elbette, birçok alanda devlete karşı mücadelede yanyana düştüğümüz dostlar vardır. Madem ki bahsettiğimiz gerçeklik bizim için bu denli anlaşılır, öyleyse o dostların kampanyalarını ördükleri süreçte karşılaşacakları her tehditte yanlarında olacağımızı bildiririz.
Ve son söz olarak elbette mücadele sürecek. Bunu ne “Evet” ne de “Hayır” değiştirebilir. Yeter ki özgürlüğe ve devrime olan inancımız sandıklara olandan güçlü kalsın.

ANARŞİ İNİSİYATİFİ

Kaynak: https://anarsiinisiyatifi.org/bildiriler/cikmazlarin-referandumu/

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*

code