Eşkıyalar ve Eşkıya Türküleri

Köroğlu’yum kayaları yararım
Halkın kılıcıyım hakkı ararım
Şahtan padişahtan hesap sorarım
Uykudan uyanan katılır bana

Tarih boyunca valiler, beyler, ağalar, vergi memurları, mültezimler, voyvodalar, kontlar dünyanın her yerinde devletin bekası ve kendi zenginliklerine zenginlik katmak için halka ağır vergiler yüklemişlerdir. Vergilerin yanında merkezi otoritenin ideolojisini ve politikasını yerele dayatmak için her tür zoru, kolluk kuvvetlerini kullanmışlardır.

Böyle bir sömürü ve baskı düzeninde kırsal kesimde eşkıyalar ortaya çıkmış ve bir zeybek türküsünde geçtiği gibi ‘dağlara yaslanmışlardır’. Eşkıyalar halkın geleneksel düşmanlarına, halkın hayatında asalak olarak görülen kişilere düşmandır. Köroğlu’nda paşalar, beyler, bezirganlar; Yalnız Efe’de öşürcüler, ağnamcılar, zaptiyeler, çiftlik ağaları bu gruptadır. Robin Hood’da avukatlar, yargıçlar, arazi soyluları, kilise adamları.

Eşkıyalara dağlarda köylüler ‘yardım ve yataklık’ etmiştir. Köylülerin bizzat katılımıyla daha da büyüyen eşkıya grupları kimi zaman merkezle bağları tamamen kopararak ‘öz-yönetim’ ilan etmişlerdir. Yakılan türkü ve ağıtlarla bir nevi ezilenin ve isyan edenin tarihi yazılmıştır. Saraylılar ve egemenlerin propagandaları boşa çıkmıştır.

Elbette bütün eşkıyaları ‘adaleti yerine getiren’ , ‘zenginden alan fakire veren’ , ‘zulme karşı başkaldıran’ şeklinde tanımlamak gerçeklikten uzak olur. Ağaların-beylerin yerini almak için, kendi iktidarlarını arttırmak için, aşiret kavgaları nedeniyle dağa çıkan eşkıyalar da tarihte mevcuttur. Hatta ağaların, beylerin gücünün bir parçası olarak başka eşkıyalarla savaşanlar da vardır. Bu, bir nevi kontragerilla ya da koruculuk olarak tanımlanabilir.

Eşkıyalar, Türk ulusal kurtuluş mücadelesine de katılmıştır. Osmanlı döneminde bir nevi ‘terörist’ olarak görülen eşkıyalar Kuvayi Milliye’ye katılmış, işgallere karşı kırlarda ve şehirlerde gerilla mücadelesi vermiştir. Bugün efe ve zeybeklere devlet düzeyinde (halk zaten sahip çıkıyordu) sahip çıkılması Türk ulusal kurtuluş mücadelesine doğrudan bağlıdır.

Çin’de de benzer bir durum mevcut. Mao eşkıyaları sistemli bir şekilde örgütüne aldı. 1929’da Mao’nun Kızıl Ordusunun büyük bir çoğunluğunu böyle sınıfsız unsurlar oluşturmaktaydı.

Mao’nun eşkıyalar hakkındaki gözlemi şöyledir: “Bu insanlar büyük bir cesaretle dövüşürler. Kendilerine adil davranılırsa devrimci bir güç haline gelebilirler. ”

Lafı fazla uzatmadan eşkıya türküleri:

1- İnce Memed

Sözler: Tut elimden ince Memet gidelim dağlar gidelim of
Felek yazmış bu yazıyı nidelim dağlar nidelim of
Buhurcular bölük bölük geldiler
Akbarımı delik delik deldiler
Duvarın dibinde resmim aldılar

Ak kağıt üstünde tanıyın beni dağlar gidelim of
Felek yazmış bu yazıyı nidelim dağlar nidelim of
İnce Memet Akgöbekden ünledi
Buhurcular kulak verip dinledi
Onyedi kurşunu yedi ölmedi..

2- Drama Köprüsü

Sözler: Drama köprüsü bre hasan dardır geçilmez
Soğuktur suları hasan bir tas içilmez
Anadan geçilir bre hasan yardan geçilmez
At martini de bre hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda bre hasan dostlar dinlesin

Mezar taşlarını bre hasan koyunmu sandın
Adam öldürmeyi bre hasan oyunmu sandın
Drama mahpusunu bre hasan evinmi sandın
At martini de bre hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda bre hasan dostlar dinlesin

Hikayesi: Debreli Hasan, çetin geçen askerlik yaşamı esnasında, yapılan haksızlıklar karşında susmayarak komutanlarına karşı gelir. Bunun üzerine kendisine hakaret eden komutanlarından birisini vuran Debreli Hasan, askerlerden kaçar ve dağlara sığınır.Artık hayatını dağlarda sürdürmesi gereken Hasan, bunun tek yolunun da eşkıyalıktan geçtiğini bilmektedir.Yaptıklarından çok pişmandır.Ancak iş işten geçmiştir.Bu yol geri dönüşü olmayan bir yoldur.

3- Sarı Zeybek Şu Dağlara Yaslanır

Sözler: Sarı zeybek inip gelir inişden
Her yanları görünmüyor gümüşden ben yandım

Sarı zeybek şu dağlara yaslanır
Yağmur yağar silahları ıslanır ben yandım

4- Kalktı Göç Eyledi Avşar Elleri

Sözler: Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir

Belimizde kılıncımız Kirman’i
Taşa geçer mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir

Dadaloğlum yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir

Hikayesi: Dadaloğlu’ndan yerleşik hayata geçmeye zorlanan ve baskılara boyun eğmeyen göçebe Avşar aşiretlerinin türküsü.

5- Benden Selam Olsun Bolu Beyine

Sözler: Benden selam olsun Bolu beyine
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
At kişnemesinden kalkan sesine
Dağlar seda verip seslenmelidir

Düşman geldi tabur tabur dizildi
Alnımıza kara yazı yazıldı
Tüfek icad oldu mertlik bozuldu
Eğri kılıç kında paslanmalıdır

Hikayesi: Sertliği ve zalimliği ile nam salmıştır Bolu Bey’i. Atlara olan tutkusunu bilen usta seyisi Yusuf’a verdiği bir emirle başlar her şey. Yusuf yeni bir at bulacaktır hem iyi hem de cins. Yusuf, ustalığınca cins bir at bulur ama pek çelimsiz, gösterişsiz bir taydır bulduğu. Bolu Bey’i çılgına döner bu zayıf tayı görünce ve bu öfke ile Yusuf’u cezalandırıp gözlerine mil çektirir. Yanına tayı da katarak köyüne yollar Yusuf’u.

Oğlu Ruşen Ali, Yusuf’un anlattığı gibi eğitir bu tayı. Karanlık bir ahırda, ayağı hiç çamura değmeden serpilir at. Ruşen Ali de delikanlı olmuştur ama babasına yapılan zulüm çıkmaz aklından. Bir gece rüyasında; bir dere kenarında bulacakları efsunlu köpüğü içerse babasının gözleri açılacak, kendisi Bolu Bey’inden intikamım almak için güç bulacaktır. Ancak Ruşen Ali dere kenarında beklerken kendini tutamayıp bütün köpüğü içer. Baba üzülse de Ali’nin intikamını alacağının bildiğinden rahattır. Ali bu efsunlu köpük sayesinde hem yiğitlik hem kudret hem de ozanlık yeteneği kazanır.

Babası öldükten soma Ali, yetiştirdikleri atı alıp dağlara çıkar. Kendi adaletini dağıtmaya, zenginden alıp fakire vermeye başlar. Gücüne inananlar çığ gibi büyür, herkes yenilir karşısında. İstanbul’dan gelme Ayvaz adında bir gence savaşmayı öğretir, onu yetiştirir. Ali artık Yusuf un oğlu Köroğlu olmuştur.

6- Koçero

Hikayesi: Koçero, Batman’ın Beşiri ilçesinin Alikan aşireti mensubu bir eşkiyaydı. Oldukça cesur, mert, yiğit ve adil bir insandı. Bir gün askeriye Alikan köyüne gider köy halkını dışarıya çıkartırlar rütbeli askerlerden binbaşı askerlere emir verir ve köy halkına dayak atarlar, hırpalarlar, küfrederler, hakaret ederler. Askerler köyden çıkarken köylüler de doğrudan adalet dedikleri Koçero’ya giderler, durum ve vaziyeti anlatırlar. Binbaşının evi Beşiri’dedir, Koçero binbaşının evinin yolunu tutar ve kapıyı çalar. Binbaşı’nın eşi kapıya gelir kim diye sorar Koçero benim der, kapıyı açmazlar Koçero’nun elinde el bombası vardır kapıyı açmazsanız ikinizi de patlatırım der.

Kapı açılır Koçero eve girer oturur binbaşı eşine bize kahve yap der, Koçero binbaşıya kalk kendin yap der. Binbaşı kahveyi yapmaya gider ve döner Koçero binbaşının omuzuna dokunarak sen Alikan halkına zülmetmişsin, bir daha böyle bir şey duyarsam canını alırım der. Binbaşının korkudan yüzü kızarmış, deyim yerindeyse dili tutulmuştur. Koçero evden çıkmak için kapıya kadar ilerler ancak tekrar dönüp binbaşıya bir daha kendi kahveni kendin yapacaksın der ve evden ayrılır. Aynı gün binbaşı daha niceleri gibi Koçero korkusundan görevini bırakmak zorunda kalmış, memleketine dönmüştür. Bu Koçero’nun yalnız bir hikayesidir.

Koçero, 1959 yılında Batman rafinesinde çalışırken genç bir işçiyi azarlayan patronu öldürüp dağa çıkmış, 1970 yılında askerler ile girdiği bir çatışmada öldürülmüştü. Koçero, zengin toprak sahiplerinden vergi alıp yoksullara dağıtırdı. Selda Bağcan ve Ahmet Kaya’nın birlikte seslendirdiği ” Koçero ” şarkısı ona ithafendir. ” Koçero bir dağ çekirgesinin gecede irkilmesidir”.

6- Atçalı Kel Mehmet

Sözleri: Aydın dağlarında gezerim gayri
Yazıldı fermanım okundu gayri
Aldım martinimi çıktım dağlara
Dünya bir olsa tutulmam gayri

Atçalı Mehmet’im bilsinler beni
Yoksulun yanında görsünler beni
Koyarım bu yola bu tatlı canımı
Dünya bir olsa tutulmam gayri

Oniki yaşımda binerdim taya
Minnet etmezdim paşaya beye
Bizi yaman bildirmişler devlete
Dünya bir olsa tutulmam gayri

Hikayesi: 1820-30 yılları arasında yaklaşık 10 yıl süren ayaklanma ve savaşlardan dolayı imparatorluğun mali ve ekonomik gücü sarsılmıştı. Savaşların ve ayaklanmaların sürmesi dolayısıyla ordu için gerekli masraflar, genel olarak Anadolu halkının sırtına yüklendi. Vergiler durmadan artırıldı. Vergileri toplamaya memur voyvodalar, mütesellimler, zabitler sık sık köylere, kasabalara gittiler. İstenen vergiyi zorla aldılar. Bu durum halkı bunalttı. Mütegalibeler de azdıkça azdı. Halk kendisine bir kurtarıcı aramaya başladı. Bunun en güzel örneği Atçalı Kel Mehmet olmuştur. Atçalı Kel Mehmet, Aydın sancağında özgür bir hükümet kurmuştur. Halk kendisini çağırmış, kasabaları onun yönetimine gönül isteği ile vermiştir.

7- Gavur İmam İsyanı

Sözler: Dolama dolamayı
Getirin bağlamayı
Bıktım ben bu zulümden
Osmanlının elinden

Amman amman elinden, yandım bak be zulmünden
Ben eker ben biçerim paşa alır elimden
Ben eker ben biçerim ağa alır elimden

Gene gurak varıdı,
Hiç yağmur yağmadıydı
Tohum toprakta kaldı
Mahsul hiç çıkmadıydı

Paşa öşür isterdi
Köylü da veremezdi
Asger köye saldırdı
Her şeyi yağmaladı

Köylüler birlik oldu, paşaya karşı durdu
Gavur imam vurdukça, osmanlı kaçar oldu
Halk isyanı coştukça, askerler kaçar oldu

Hikayesi: Ali Molla’nın adı Gavur imam’dır. Bir köyde imamlık ve hocalık yapıyordu. Köyde bir de fakir ve dul bir kadıncağız vardı ki kocası ve büyük oğlu Rumeli’de çete takibinde şehit düşmüşlerdi. Kadının küçük bir oğlundan başka kimsesi yoktu. Bu kadına köy halkı yiyecek verirlerdi. Kadının yegane ümidi küçük oğlunu büyütüp kendisine bakmasında idi.

Köye bir sene evvel, sarayın sefil arzularını tatmin için gelen tahsildarla zaptiye neferi, bu kadının vergi yüzünden yatağını yorganını almışlardı. Kadın bir çul üzerinde yatıyor bir toprak tencerede aş kaynatıyor ve bir toprak çanakta oğluyla beraber karnını doyuruyordu.

Aynı köye ertesi sene de bir tahsildarla bir zaptiye geldi. Kadın da o gün toprak tenceresinde bulgur kaynatıyordu. Para istediler yok dedi. Tahsildar kızdı, zaptiyeye emir verdi. Zaptiye de ocakta kaynayan toprak tencereyi yere dökerek, tencereyi aldı. Kadın da biçare oğlu da iki gözleri çeşme ağlıyorlardı.
Ali Molla, bu manzara karşısında tahammül edemedi. Tahsildara dönerek sordu:

-Bu kadının borcu ne kadardır?
-18 kuruş…

Köy hocası 18 kuruş çıkarıp saydı ve makbuzunu istedi. Tahsildar o devrin Sarayı gibi mürteşi hırsızın biriydi. Makbuzu 8 kuruşluk yazıp hocaya uzattı. Ali Molla, makbuzu tetkik ederek sordu:

-Efendi, ben 18 kuruş verdim. Halbuki makbuz 8 kuruşluk. Tahsildar kızarmadı bile:
-Haa… Yanlışlık olmuş. Elifini koymamışız dedi ve 8 rakamının arkasına 1 rakamı ilave etti.

Tahsildarın bu hareketi üzerine büsbütün sinir ve hırs kesilen köy imamı, kadının çocuğunu bir tarafa çekerek diyor ki:

-Sen gözkulak ol, tahsildarla zaptiyenin hangi yoldan gideceğini gel bana haber ver.

İmam kalkıp evine gidiyor, orada cübbesini sarığını çıkararak zeybek elbisesi giyiyor. Tahsildarla zaptiye de işlerini bitirerek, köyün arka yolundan şoşeye doğru düzülüyorlar. Çocuk koşarak Ali Molla’ya haber veriyor. Ali Molla kestirme patikadan şoşeye inerken pusuya yatıyor. Ali Molla pusuya düşürdüğü tahsildarla zaptiyeyi orda öldürüyor, kellelerini keserek döşlerine koyuyor ve dağa çıkıyor. Ali Molla, daha sonraları Trablusgarb’a gönderileceği gerekçesiyle hükümet görevlilerince şehre çağırılıyor. Fakat burada hileyle öldürülüyor.

8- İzmir’in Kavakları

Sözler: İzmir’in kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de derler çakıcı
Yar fidan boylum
Yakarız konakları
Selvim senden uzun yok
Yaprağında düzüm yok
Gamalı da zeybek vuruldu
Yar fidan boylum
Çakıcı’ya sözüm yok

Hikayesi: Çakıcı Efe de İzmir, Denizli, Aydın civarında hüküm sürmüş bir Efe’dir. O zamanlarda yaşadığı bölgede o kadar güçlenmiş ki Osmanlı ile egemen olduğu bölge konusunda resmi anlaşma yolları bile aramıştır. Çakıcı çoğu zaman dağlarda, kimi zamanda halkın yanına inerek zalimi durdurmuş, adalet dağıtmış, zenginden alıp fakir vermiştir. Bu sebeple halkın gönlünde de taht kurmuştur. Cesur hareketleriyle halkın gözüne girmiştir. Kimi zamanda düşmanla işbirliği yaptığı söylentisi çıkmışsa da halk onu hep sevmiş ona yapılan bu türküyle ismi ölümsüzleşmiştir.

9- Çökertme

Sözler: Çökertme’den çıktım başım selamet
Bitez yalısına varmadan koptu kıyamet
Arkadaşım İbrahim Çavuş Allahıma emanet

Burası da Aspat değil Bitez yalısı
Yüreğime ateş saldı kurşun yarası

Gidelim gidelim Çökertme’ye varalım
Kolcular görürse nerelere kaçalım
Teslim olmayalım yaylım ateş saçalım

Burası da Aspat değil Bitez yalısı
Yüreğime ateş saldı kurşun yarası

Güvertede gezer iken kunduram kaydı
İpek de mendilimi Halilim ürüzgar aldı
Çakır gözlü Gülsüm’ü Çerkes kaymakam aldı

Burası da Aspat değil Bitez yalısı
Yüreğime ateş saldı kurşun yarası

Hikayesi: Yiğitliği dillerde dolaşan, mert, irikıyım, kaşı-gözü eli-yüzü düzgün bir Bodrum delikanlısı varmış, adı Halil’miş. Herkesin yüreğini sızlatan türkünün dilden dile dolaştığı dönemlerde, yerli halkın geçimini sağlaması oldukça güçmüş. Bu nedenle de Halil, kimseye zarar vermeksizin sadece ekmek parası kazanmak için kaçakçılıkla uğraşıp, yaşamını sürdürüyormuş.

Yaptığı iş ise, en yakın dostu İbrahim Çavuş ile memleketindeki tütünleri, Yunan adalarına taşımak, dönüşte uzo rakısı, kahve ve kanyak gibi şeyler getirmekmiş. Bitez Yalısı’nda oturan, güzelliği dillere destan Çakır Gülsüm adında biri varmış. Tüm yöre halkı, bu iki sevilen kişiyi birbirlerine yakıştırırmış. Zaten onların kalbi de birbirlerine aitmiş. Bir de astığı astık, kestiği kestik, “Çerkez Kaymakam” olarak bilinen “Bodrum Kaymakamı” varmış ki, halk arasında “Kalleş Kaymakam” olarak bilinen bu adam da aynı Halil gibi Gülsüm’e aşıkmış.

Kimilerine göre aynı sevdadan yola çıkarak, kimilerine göre kaymakamın yalakaları “Efe Halil’i yakala, Gülsüm’ü kendine al, adın şanın yayılsın” şişirmeleriyle başlamış bu öykü. Yiğit Halil ve can dostu İbrahim Çavuş, kaçak malları yükleyerek, yine Yunan adalarına doğru yola çıkmışlar. Kendisine pusu kurmaya hazırlanan kaymakamın planlarını bildikleri için, gammazcıları şaşırtmak adına dönüşte Bitez Yalısı’na inecekleri haberini yaymışlar. Fakat Aspat’a yanaşacaklarmış. Gece çok karanlık olduğundan, yanlışlıkla Aspat yerine Bitez Yalısı’na yanaşınca olan olmuş.

O arada sandalı kurşun yağmuruna tutan kaymakamın adamları, yine söylentilere göre ya kurşunlayarak, ya da bir kolcunun hançer darbesiyle yiğit Halil’i öldürmüşler. Bu olaydan sonra Çakır Gülsüm kadar Bodrum halkının da yüreklerini ateş sarmış. Ardından işte bu ağıt yakılmış. Gece karanlığında yanlışlıkla Bitez Yalısı’na yanaşan Halil’in ardından “Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez Yalısı” diyerek yüreklerine acıyı gömmüşler.

10- Urfa Çeteleri

Sözler: Şişkoyun damından atladım geldim
Cephane döküldü topladım geldim
Beş on Fransız’ı pakladım geldim

Di yürü yürü kumandanlar yürü
Çetelerin gidiyor dönmeyor geri

Tılfındır hastahane karşıma karşı
Kafir Fransızın bomba atışı
Urfa çetelerinin süngü takışı

Di yürü yürü kumandanlar yürü
Çetelerin gidiyor dönmeyor geri

Kolumu salladım toplar oynadı
Kara taş içinde çete kaynadı
Yaşasın Urfalılar teslim olmadı

Di yürü yürü kumandanlar yürü
Çetelerin gidiyor dönmeyor geri

11- Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz

Sözler: Sene 1341 nefsime uydum
Sebep oldu şeytan bir cana kıydım
Katil defterine adımı koydum
Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz

Sen üzülme anam dertlerim çoktur
Çektiğin çilenin hesabı yoktur
Yiğitlik yolunda üstüme yoktur
Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz

Çok zamandır çektim kahrı zindanı
Bize de mesken oldu Sinop’un hanı
Firar etmeyilen buldum amanı
Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz

Sinop kalesinden uçtum denize
Tam üç gün üç gece göründü Rize
Karşıki dağlardan gel oldu bize
Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz

Bir yanımı sardı müfreze kolu
Bir yanımı sardı Varilcioğlu
Beşyüz atlı ile kestiler yolu
Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz

Hikayesi: Rize’nin şimdiki adı Portakallık olan Haldoz mahallesindeki bir düğünde kardeşinin bıçakla karnından yaralanması üzerine, kendisine haber verilen Sandıkçı Şükrü olay yerine giderek kardeşini kanlar içinde buluyor ve kardeşini yaralayan Abdi Ağa’nın uşağını (bir anlatıma göre de Abdi Ağayı) orada vuruyor.
Bu olay üzerine hapishaneye düsen Sandıkçı Şükrü bir süre sonra bazı arkadaşlarıyla birlikte hapishaneden kaçıyor ve dağa çıkıyor.

Sandıkçı Şükrü, dağa çıktıktan sonra, yönetimle işbirliği yaparak kendisini hileyle zehirlemek isteyen biriyle karisi Fadime’yi elinden almak isteyen başka birini öldürüyor. Sandıkçı Şükrü’nün adi bu olaylardan sonra daha da yaygınlaşıyor. Fakirlere bir şey yapmaması zenginlerle mücadele etmesi yüzünden halk tarafından da seviliyor ve destekleniyor. Bu ve benzeri erdemleri yüzünden kendisine yardim edenler çoğalıyor.

Sandıkçı Şükrü’nün türküde adi geçen Perilizade adında zengin birine haberler göndererek, yoksullara mısır dağıtmasını istediği, yoksa kendisini cezalandıracağı tehdidinde bulunduğu söylenir. Nitekim Sandıkçı Şükrü’nün isteğini yerine getirmeyen Perilizade’nin mısırlarını adamlarına toplattırdığı ve yoksullara dağıttırdığı yaşlılarca da anlatılır.

Rize’nin Camiönü (Arkotil) mahallesinden Hüseyin Kutlu adında Sandıkçı Şükrü dönemine yetişmiş bir yaşlı “Çevrede başı belaya giren Sandıkçı’nın yanına geliyordu. Sandıkçı hem geleni koruyor, hem yardim ediyordu” diyor.

Kardeşiyle birlikte, türküde adi geçen Urusba (şimdiki adi Uzunkaya) köyünde eski bir kahvede otururken, zaptiyeler çevresini sarıyorlar. Zaptiye Çavuşu Abbas Çavuş Sandıkçı’nın teslim olmasını istiyor, ancak Sandıkçı kabul etmeyerek Abbas Çavuş’tan çekip gitmelerini istiyor. Zaptiye Çavuşu da bunu kabul etmeyince çatışma çıkıyor. Sandıkçı ve kardeşi Zaptiye Çavuşu ile birkaç zaptiyeyi öldürerek kaçıyor.

Sandıkçı Şükrü’nün bu olaydan sonra bir ara yakalanıp zincire vurularak batiya gönderildiği fakat kapatıldığı yerden atlayıp Rizeli sandalcılar tarafından kurtarıldığı anlatılır. Sandıkçı Şükrü’nün Sinop kalesinde tutukluyken denize atladığı ve kurtulduğu anlaşılıyor.

Sandıkçı Şükrü’nün yakalanmaması ve her geçen zaman içinde daha çok halk desteği sağlaması üzerine Trabzon Valisi Kadir Pasa önemli sayıda adam toplayarak Sandıkçı’nın üzerine gönderiyor. Sandıkçı’nın üzerine gönderilen süvariler, Kolcu kayıklarının Reisi Varilcioğlu Sadık’ı da yanlarına alıyorlar. Sandıkçı Şükrü Of ilçesinin Ikizdere köyü yakınlarındaki Şanlı adli bir mezrada bir yaşlı kadının evinde otururken ihbar ediliyor. Çevresi atlılarca sarılıyor. Varilcioğlu da yanlarında.

Sandıkçı Şükrü teslim olmak istemiyor. Fakat eskiden tanıştığı Varilcioğlu Sadık teslim olursa öldürülmeyeceğini söyleyerek onu ikna ediyor. Sandıkçı Şükrü de buna inanarak tüfeği elinden teslim oluyor. Fakat Varilcioğlu ile zabtiyeler teslim olarak önlerinde yürüyen Sandıkçı Şükrü’yü arkadan kurşunlayarak öldürüyorlar.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*

code