Toplantı
Köln’ün Porz semtinde Stadtgymnasium’un konferans salonunda yapıldı.
Saat 15 başlayan toplantı, yazdan bu yana hazırlık çalışmalarını
yürüten Platform Girisimcileri adına Hayri Argav’ın yaptığı konuşma ile
açıldı. Argav, 24 sivil toplum örgütünün
kendilerinin çalışmasına destek verdiğini ve çağrı metinin de
Avrupa’nın 10 ülkesinde yaşan 120 sürgün tarfından imzalandiğini
belirtti.
Türkiye’de 1915 yılında Ermeni, Asuri ve Rum haklarının uğradıkları soykırımın bir boyutunu sürgünün oluşturduğuna, ama sürgünler sorununun bugüne değin süregelen bir devlet politikası olduğuna dikkat çeken Argav, Sosyolog-Yazar Pınar Selek, gazeteci Necati Abay ve BDP yönetiminden Hatice Çoban gibi birçok insanın son sürgün örneklerini oluşturduğunu söyledi.
Argav, “Devlet, 'sürgünler' diye bir sorun yokmuş gibi davranıyor. Bizlere 'dönün' çağrıları yapılıyor. Biz sadece bedenen değil, bizi biz yapan düşünce ve değerlerimizle dönmek istiyoruz” dedi. Bunun için Türkiye’deki siyasal ve hukuksal zeminin güvenilir olmadığını, bunu bir gerilla grubu ile Mahmur kampından gelen sürgünlerin oluşturduğu “Barış Grubu”' örneklerinde de gördüklerini söyledi. Sürgünler olarak görevlerinin “sürgünler gerçeğini ortaya çıkarmak ve mücadelesini vermek” olduğunu belirtti. Sürgünler Platformu'nun, sürgünlerin hakları için mücadele verirken çalışmasını, akademik, hukuksal, siyasal ve sosyal-kültürel dört ayak üzerinde oturtması gerektiğini, akademik bir çalışma olmadan diğer alanlarda yapılacak çalışmanın güçlendirilemeyeceğin belirtti.
Bu konuşmadan sonra Erdal Boyoğlu, Enver Toksoy, Neslihan Çelik ve Fevzi Karadeniz'den bir divan oluşturuldu.
İlk olarak 12 askeri darbesinden itibaren Köln ve çevresinde sürgünlerin davalarıyla yakından ilgilenen Avukat Odantal Almanya’daki sürgünler, yaşanan sıkıntılar ve bundan sonra hukuksal olarak yapılması olası girişimler üzerine bir konuşma yaptı. Alman devletinin mültecilere uyguladığı politikayı protesto etmek için 30 Ağustos 1983'de duruşma salonunun penceresinden atlayıp ölümü seçen ve bu yıl Hamburg’un Altona semtinde bir parka adı verilen Kemal Altun’un durumuna da değinen Odantal, hukuksal alanda sürgünlerin sorununa da yardımcı olacağını belirtti.
1971
Mart askeri darbesinden beri sürgünde bulunan, yazdığı kitapları Fransızca, İngilizce ve Hollandaca
gibi bir çok dilde yayınlanmış olan gazeteci Doğan Özgüden ve
eşi gazeteci İnci Tuğsavul da toplantıya katılanlar arasındaydı.
Özgüden 1961 yılında yapılan göçmen işçiler anlaşamasının “Anadolu'nun binlerce yıllık göç vermeler, göç almalar tarihinde önemli bir kilometre taşı” olduğunu söyledi. “Oldum olası bu göçmen-sürgün ayrımından rahatsızlık duydum. Bir insan, hangi nedenle olursa olsun, doğduğu, büyüdüğü, kişiliğini bulduğu topraklardan zorla kopartılmışsa, göçmen değil sürgündür” diyen ve Avrupa’da birçok Türkiyeli devrimci ve demokratla birlikte sürgünler için verdikleri mücadeleri anlatan Özgüden, sürgünde yaşamını yitiren Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya, Fahrettin Petek gibi sanatta ve bilimde yaratıcı insanların kavgalarının tüm sürgünlere örnek olması gerektiğini söyledi.
Toplantıda yazar Kemal Yalçın, yazar Atilla Keskin, politilog Mustafa Akgün, Türkiye’den avukat Filiz Kalaycı, yazar İrfan Cüre, sendikacı Selahattin Yıldırım, Ali Mitil, Selma Metin, ATİK temsilcisi, Hatice Güden, İlyas Emir, Ezidiler adına Ali Seçik, Belkıs Pişmişler de birer konuşma yaptı.
Geceye Deniz Keziban Çakıcı, Doğu Ermenistan’dan Sarkis Hatspanian, Sol Parti eski NRW milletvekili Hamide Akbayır ve katılamayan birçok sürgün de destek mesajı gönderdi.
Daha sonra kitle örgütleri ve tek tek kişilerin söz alarak konuştuğu toplantı, verilen arada Erdoğan Egemen ve Ozan Emekçi’nin okuduğu güzel şiirlerlerden sonra yapılan meclis seçimiyle son buldu.
Aralarında gazeteci Doğan Özgüden, yazar Kemal Yalçın, Hatice Kılınç, yazar Erdal
Boyoğlu, gazeteci Günay Aslan, avukat Neslihan Çelik, yazar-yönetmen
Hayri Argav, yazar Atilla Yalçın, Enver Toksoy, Ali Seçik, Abibaba
Karakaş, Selma Metin’in de bulunduğu 23 kişiden oluşan bir meclis
seçildi.
Avrupa’daki Sürgünler Platformu Meclisi'nin, bu toplantıda yapılan konuşmalar ışığında bir çalışma perspektifi oluşturması kararlaştırıldı.
Seçilen Meclis yaptığı ilk kısa oturumda 9 kişilik bir yürütme kurulu seçerek Platform sözcülüğüne Yazar ve Yönetmen Hayri Argav ile Avukat Neslihan Çelik'i getirdi.
Sürgünler af değil, özür ve yasal düzenleme bekliyor
Hayri Argav (Sürgünler Platformu Eş Sözcüsü) , 21 Aralık 2012
Hayri Argav’ın yaptığı konuşma
Değerli konuklar, sevgili sürgün arkadaşlarım. Hepiniz hoşgeldiniz.
Aramızda değerli dostlarımız, konuklarımız var. Önce onları size tanıtmak istiyorum: ....
Avusturya’dan, İsviçre’den, Fransa’dan, Belçika’dan, İngiltere’den Hollanda’dan, kış koşullarına aldırmaksızın çıkıp gelen arkadaşlari Sürgünler Platformu oluşturma girişimcileri adına davrimci duygularla selamlıyorum. Böylesine önemli günde el ele, kol kola olmak güzel, umut verici. Tekrar hoşgeldiniz.
Avrupa’nın on ülkesinden sesimizi duyan, ama çeşitli nedenlerle bu toplantıya katılamayan ardadaşlarımızı da burdan selamlıyorum. Ve sizlere onların devrimci dayanışma yüklü selamlarını iletiyorum.
Bu toplantıda aramızda bulunamayan, yürekleri sürgünde yorgun düşen Yılmaz Güney, Ahmet Kaya, Enver Karagöz, Arame Tigran, Cemal Kavak ve daha onlarca arkadaşımızın devrimci anılarından güç aldığımızı belirtmeden geçmeyeceğim.
Gerek bu yakin dönem gerekse de Bedirxanlardan, Nazım’a, Abidin Dino’ya kadar, yitirdiğimiz bütün sürgünlerin, bu korkusuz devrimcilerin önünde saygıyla eğiliyorum.
Sadece bu kadar değil, iç sürgünleri unutamayız, tarihin en büyük soykırımlarından birinin sürgün yollarında yaşandığını biliyoruz. 1.5 milyon Ermeni ile birlikte binlerce Süryani ve Rum sürüldü. Yine kara tren vagonlarına doldurulup bilmedikleri dilerin, toprakların ortasına bırakılan Dersim’in, Zilan’in Zaza ve Kürt sürgünlerinin, Maraş, Çorum gibi yerlerde uğadıkları katliamlar nedeniyle topraklarını terk etmek zorunda bırakılan alevilerin anıları önünde de eğiliyorum.
Bugün bile başbakan Erdoğan’ın hedef gösterdiği, saldırılara açık hale getirdiği Ezidilerin sesiz sürgün yolculuklarının acısı önünde eğiliyorum.
Köylerini terk ederek katır sırtlarında, top mermileri altında yürüyerek Güney Kürdistana sığınan ve bugün Maxmur’da yaşamakta olan Kürt sürgünleri de buradan selamlıyorum.
Faşizme karşı direnişi örmek için Filistin’e giden ve orada yaşamını yitiren yiğit devrimcileri burada anmamak onlara büyük saygısızlık olur.
Gelin bu toplantıyı, vatanınından sürülmüş, büyük acılar çekmiş bütün bu sürgünlere adayalım. Çünkü bizim tarihi zenginliğimiz budur. Bizim için onur, saygı olan bu durum, yaşadığımız ülke rejiminin de yüz karasıdır. Kendi halkı, kendi aydını kısacası kendi insanıyla bu denli kavgalı olan yeryüzünde bir başka ülke daha yoktur.
Bu kara gidişe bir dur demek için buradayız.
Sizleri bu çalışma konusunda da bilgilendirmeliyim. Bu çalışma, bir çok arkadaşın değerli katkılarıyla bugünkü heline geldi.
Birçok akradaş, kendi çevresinde girişimlerde bulunmuştur. Bu çalışma bir kartopu gibi yuvarlanıp geldi. İlk önce,TÜDAY (Türkiye-Almanya İnsan Haklari Derneği) ve başkanı sevgili İlkay Yılmaz, Oktay Duman, Sürgün olmadığı halde büyük bir özveriyle bu işe koyulan sevgili Selaattin Yıldırım, Atilla Keskin, Enver Toksoy ve Viyana’dan Erdal Boyoğlu arkadaşlar harekete geçtiler. 12 Eylül duruşmalarına “müdahil” olma basvurusunda bulundular. Bu oluşumdan habersiz, ben basın üzerinden müdahil olmak istediğimi duyurdum. Arkasından Sevgili Güzel Aslaner ve benim aramda bir sürgünler toplantısı düşüncesi oluştu. Bunu yaydık. Haydar Uç, Enver Toksoy, Erdal Boyoğlu, Atilla Keskin gibi arkadaşlarla biraraya geldik. Hazırladığımız metin tartışmaya sunuldu. Sürgün arkadaşlarından gelen görüş ve önerilerle zenginleşerek son halini aldı. Bu çalışmanın büyümesinde sevgili abimiz Doğan Özgüden, Günay Aslan, Selma Metin, Adil Yiğit olmak üzere bir çok ülkeden arkadaş büyük bir çaba gösterdi. Ayrıca Adil Yiğit’ten Zafer Dağ’a kadar yani A’dan Z’ye 120 sürgün, büyük bir alçak gönüllükle çağrıcılar listesinde yeralarak güç verdiler.
Avrupa’daki demokratik kitle kuruluşları:
- YEK-KOM (Förderation der kurdischen Vereine in Deutschland e.V.)Editörlüğünü Erdal Boyoğlu’nun yaptığı bir Facebook sayfası açtık. Bu sayfada kısa süre içinde 600 üye biraraya geldi.
Yine çalışmalarımızdan daha geniş kamuoyunu haberdar etmek için 19 Kasım gün bir basın toplantısı düzenledik.
Biri Yoltv, diğeri TV 10’da olmak üzere iki televizyon kanalında Türkiye’deki sügünler tarihi ve ve bizim yürüttüğümüz çalışmalaları anlatan proğramlar yaptık.
Yaptığımız açıklamlar devrimci gazete ve internet sitelerinde yer buldu.
Bütün bunların sonucunda 10 ülkeden sürgünlere ulaşmış olduk.
Niye Sürgünler Platformu?
Askeri darbelerin sonuçlarından biri de sürgünlerdir. Hareketin kitleselliğine koşut olarak 12 Mart askeri darbesine göre 12 Eylül darbesi sonrasında büyük bir sürgün yaşandı. Düşünceleri nedeniyle On binlerce devrimci demokrat, inaçları nedeniyle Alevi, Ezidi, Kimlik ve inançlararı nedeniyle de Kürt, Ermeni, Asuri bulundukları toprakları terk ederek başka ülkelere sığındılar. İnsanların yerlerinden, yurtlarından edilmesi, ailesinden, sosyal çevresinden koparılması, işinden olması ve bilinmedik diyarlara sürülmesi de bir tahribattı.
12 Eylül’ün yaptıkları, yasaları, bir bir tartışılıyor. İşkenceler, cevaevleri, işlenen cinayetler, yasaklılar çok yoğun olarak tartışıldı ve hatta bazı durumlarda kısmi (idamın kaldırılması gibi) olumlu sonuçlar da elde edildi. Anayasa’nın bir bölümü düzen partilerinin iktidar savaşımına bağılı olarak değiştirildi.
Bu süre içinde birtek şey gündeme gelmedi. Sürgünler sorunu Türkiye’de gündeme hiç gelmedi. Deletin “sürgünler” diye bir sonunu yoktu, olmadı. Bu anlaşılır. Ama ya bize ne demeli?
Avrupa’daki sürgünler açısından soruna bakacak olursak, bana göre iki nedeni var:
1- Bizim sorunu bir madde olarak gündemleştiremeyişimiz;
2- Türkiye’den (sol’da dahil) bize, “artık Avrupalı oldular” gözüyle bakılması;
Evet, süreç çok sicaktı: Yürüyüşler, gösteriler ve gecelerle Türkiye ve Kürdistan’daki demokratik mücadelenin yanında olduk. Süreç bizleri sürükledi. Ama bir süre sonra sürgünün, dönememenin sıkıntısını hissetmeye başladık. Siyasal yaşamımızın sıkıntılarının yanısıra, bulunduğumuz üklerde “iade edilme” endişesi altında yaşadık. Ve bu süreçle birlikte kerdeşlerimizın, annemizin, babamızın ölümlerini uzaktan izler olduk. Sürgünün üzerine düşen yük, ağırlaştı. Onlarca arkadaşımız intihar etti. Epeyce bir kadarının psikolojik olarak sağlıkları bozuldu.
Bazılarımız “ kapıyı araladı”. Gidip geldik. Ama o sürgün duygusu peşimizi bırakmadı. Çünkü bu durum da, bir belirsizlikti. Kendi ülkesine başka bir ülkenin kimliyle sessizce girip çıkmak. Bu acı bir durum.
Oysa Türkiye’de bizim haklarimiz vardı. Sorunumuz orada yatıyordu. Kendi sorunumuzu gündemleştirip onun peşine düşmeliydik.
Sürgüne gönderilen 30 bin (bu sayı 12 Eylül akseki darbesinin ilk yıllarına ait, sonrasında bu kat kat aşıldı) kişinin 14 bini vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Ardından devlet vatandaşlıktan çıkardığı bu insanların mallarına el koymuştu. 12 Eylül askeri faşist darbesinin sürgüne gönderdikleri yetmezmiş gibi 1980’li yılların sonularından itibaren 3 milyonu aşkın Kürt iç ve dış sürgünlere gönderildi. AK Pakti iktidarı ile de deletin sürgün politikasi değişmedi. Nobel ödülünü alan Orhan Pamuk’a devlet yüzünü döndü. AKP’nin düşünce özgürlüğüne nasıl bakacağının sinyaliydi bu. Derken “ağırlaştırılmış Müebbet” cezalarıyla insanlar, sürgüne gönderilmeye devam edildi. İşte bunun en yakın iki örneği; Sosyolg-yazar Pınar Selek ve gazetci Necati Abay. Ağır cezalar aldıkları için bugün biri Frasna’da diğeri Almanya’da sürgün konumundadırlar.
Afrika’da söylenen bir söz var: “Aslanlar kendi tarihlerini yazmadıkça biz avcıların anlattıklarına inanmaya devem edeceğiz”
Bu nasıl olacaktı. Kendi tarihimizi nasıl yazacaktık?
Tabiki biraraya gelerek. Ortak bir çözüm yolu arayarak.
Bugün burada ilk adımı atmış bulunuyoruz. Burada biraraya gelmiş olmaktan girişimciler olarak büyük bir kıvanç içindeyiz.
Sorununuz, acilen bir platform düzeyinde örgütlenmektir. Bundan böyle yürüteceğimiz mücadelede güç ve zaman kaybımız olmayacak. Sorun, oluşacak platformu iyi ve kararlı bir biçimde işletmektedir.
Ne yapmak istiyoruz? Ya da neler yapabiliriz?
Biz sürgünlerin temel talebi geldiğimiz topraklara geri dönmektir. Hükümet ve bazı siyasi partilar bizlere “dönün” diye çağrı yapıyorlar. Peki bu nasıl gerçekleşecek? “Haydi gelin!” demek bizim için yeterli mi?
Bizler koyun değiliz. Buraya balık tutmaya da gelmedik. İnsanlar haklarıyla insandır. İnsan hakları evrensel bilgirgesinin temel özü budur. Biz bedenlerimizle değil, bizi biz yapan düşüncelerimiz, inancimiz, kimliğimizle dönmek istiyoruz. Biz bedenimize değil, bu öğelere yer arıyoruz. İnsanlar bedenleriyle gittikleri yeri sadece kirletmiş olurlar. Çünkü bir fazlalıktır. Kendilerine ait özellikleriyle gittiklerinde ise orayı zenginleştirirler. Bu nedenle “gelin” demekle bizim bedenlerimizi istediklerini anlıyoruz. Düşüncelerimize, inançlarımıza, kimliğimize izin verilmediğ, saygı duyulmadığı bir yerde bedenen orada bulunmanın bir anlamı var mı? Hiç kimse bizim onurumuzu sınamaya kalkmasın. Konuda samimiyet ve açıklık bekliyoruz.
Siyasal diyalog adına iki yıl önce AKP hükümeti Kürt gerillarına ve Mahmur’daki Kürt sürgünlere “dönün” çağrısı yaptı. Hiçbir alt yapısı yokken Kürtler, iyi niyetle barışa verdikleri önem adına, gerilla ve Mahmur sürgünleridin oluşan 20 kişilik bir gurubu Türkiye’ye gönderdi. Sonucun ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Hukuksal, siyasal ve sosyal alt yapısı hazırlanmamış bir “geri dönüş”ün varacağı nokta burasıydı.
Hükümet, bu gerçekliğin üstünü örtmek için sorunun çıkmaza girmesini, Habur’daki görkemli gösteriye bağladı. 30 yıldır savaş ortamında yaşayan insanlar sevinç gösterileri yapmasın da nasıl davransınlardı. Uzun savaş yıllarının yaşandığı ülkelerde halk barışı böyle karşılıyordu. Yaşanan doğal bir sevinç gösterisiydi. Bu sevinç gösterisi, AKP tarafından barış sürecini güçlendirmek için değil, yıkmak için kullanıldı. Gerilla giysileriyle ülkeye girmesine izin verilen insanlar, iki hatfa sonra bu görüntülerden dolayı bazıları tutuklandı. Geride kalanlar geldikleri yerlere dönmeselerdi, bugün büyük bir olasılıkla KCK davasından tutuklu olacaklardı.
Yani Türkye’de siyaset ve hukuk zemini bu kadar çürük ve güvensiz.
Bu değerlendirmeyi sadece bu örnekten yola çıkarak yapıyorum:
Düşünceleri nedeniyle 106 tane gazeteci tutuklu. Bu özelliği nedeniyledirki Türkiye dünyda en büyük tutuklu gazetecinin bulunduğu ülke durumundadır.
2010 yılında 23 olan siyasi tutuklu çocuk sayısı 2012’de 3 bine çıkmıştır. Hükümlülük oranlamasına göre yüzde 60’la en büyük tutuklu kiltlesi Türkiye’de.Hukuksal işleyiş için ise KCK ve Ergenakon davalarında bakmak yeterli. Açık kanıtların esas alınması yerine, kimliği bilinmeyen “Gizli tanık”ların anlatımlarına bakılarak verilen ağı cezalar...
Kaynaklara göre faklılık gösterse de sadece bu yaz 1400 asker ve Gerilla öldü...
Parlamentoda da durum böyle değil mi? “Kürsü özgürlüğü” var denilen parlamentoda BDP millet vekilleri hakkında 680 tane dava açılmış. 9 tanesinin ise yakında dokunulmazlıklarının kaldırılması oylanacak...
Yani dönmemizi istedikleri ülke böyle bir ülke. Bu haliyle Türkiye, dönmemiz için, biz sürgünlere güven vermiyor.
Son yıllardaki gelişmelere bakarak tahmini bir rakam verecek olursak, iç göçten ayrı olarak 100 bini aşkın insan, Avrupa’da sürgün konumunda yaşıyor. Bu durum, bir ülke için önemli bir sorundur. Ama Türkiye’de hükümet bunu bir sorun olarak görmüyor. Ne kadar muhalif mülteci olarak ülkeyi terk ederse, ben de ülkeyi o kadar rahat yönetirim, diye düşünüyor. Oysa kaybedilen sadece insan değil, bir ülkenin dinamizmi, yeteneği ve kuşağıdır. Duyarlı toplumlar ekonomiden kültüre her alanda dinamizm yaratır, ekonomik ve sosyal yapıyı güçlendirir. Duyarli kanallar toplumlarda duyarlılığı artırır, onu canlı tutar...
Kendi dinamizmini yitirimiş toplumlar büyük bir sorunla karşı karşıyadırlar. Hükümetin sürgünlerin dönüşüne ilişkin herhangi bir politikası yoktur. Çünkü sürgünlerin varlığını bir sorun olarak görmemektedir. Bunda bizim de payımız yok değil. Sürgünler sorununu gündemleştiremedik. Bunun için güçlü bir ses veremedik.
Sivgili konuklar, değerli arkadaşlar,
Bunun üzerinde fazla durmaya gerek yok. Bu aşamadan sonra neler yapabaliceğimiz üzerinde konuşalım.
Eger Hükümetin “sürgünler” diye bir sorunu yoksa, bizler de bunu sorun düzeyine yükseltmek için çalışacağız.
Bunu nasıl yapacağız? Herşeyden önce zor ve uzun bir süreçle karşı karşıya olğumuzu bilmemiz gerekiyok. Özgün politika ve çalışma yöntemlerine ihtiyacımız var. Bu çalaşmanın ayaklarının şunlar oluşturabilir:
1- Akademik bir çalışma. Genel olarak sürgünler, özel olarak Avrupa’daki sürgünler konusunda elimizde akademik bir çalışma yok. Ne zaman, ne kadar insan sürgüne gönderildi, şimdi nerelerde yaşıyorlar?.. Türkiye’nin bu konudaki sicilini ortaya koyacak bilimsel verilerden oluşan bir dosyamız, amademik bir çalışmamız mutlaka olmalıdır. Sürgün yollarında kaybolanlar, sürgünde intihar edenler vb. konular hakkında bulgular ve belgelere sahip olmalı, bir veri bankası oluşturmalıyız. Örneğin Sürgünler Platformu çalışmasından haberdar olan bir aile geçenlerde Erdal Boyoğlu arkadaşımızı arayarak, kaybolan arkrabasinin akibetini araştırmamızı istemiştir. Bu veri çalışmasına sahip olmaz isek siyasal ve hukuksal alanda vereceğimiz mücadeleyi başarıya ulaştırmamız güç olur. Elimizde somut veri ve belgeler olduğunda siyaset ve hukuk bizi dikkate alacaktır. Bu nedenle mutlaka akademik bir çalışma yapmak zorundayız.
2- Siyasal alanda yapılacaktar; İç ayak olarak Türkiye’de sivil toplum örgütleri, siyasal parti ve hükümet düzeyinde mücadele. Uluslararası arenada da (Avrupa Birliği eksenli, daha da ilerisi Birleşmiş milletler gibi yeler) sorunu gündeme getirmek. Tabii bu girişimler, sürgünler sorunuyla uğraşan Avrupa Mülteciler ve Sürgünler Konseyi, Helsinki Yurrtaşlar Derneği, Uluslararası Af Örgütü gibi sivil toplum turuluşları ile geliştirilecek ilişkilere bağlı olark oluşturulacak projeler biçiminde olacak veya olmalıdır. 30’u farklı ülkeden toplam 70 sivil toplum kuruluşunun üye olduğu Avrupa Mülteci ve Sürgünler Konseyi’nin aktif bir üyesi olmalıyız. Bunun ayrıntılarına bu konuşmada girmeyeceğim.
3-
Hukuk alanında yapılacaklar; Platform iç ve uluslararası hukukçulardan
oluşacak ve iki ayağı olan bir hukuksal bir çalışma önüne koymalıdır.
Genel olarak mevcut iç hukukta, özel olarakta 12 eylül derbesinin
hukuk dışı uygulamlarının sonuçlarını araştırıp mahkum eden bir
çalışma. Ve bunlar AHİM gibi alarlara tanınmalı. Çalışma, arazileri
hazineye devredilmek istenen Süryanilerin kutsal tapınakları Mor
Gabriel olayından, varlığı hukuk dışı olan “özel yetkili mahkemeler” ve
“gizli tanıklı” davalardan geçerek “ağırlaştırılmış müebbet” cezaları
verilerek sürgüne yollanan yeni sürgünlerin davalarının uluslararası
hukuk alanına kadar uzanan süreci kapsamalıdır.
Uluslararası
hukuk alanında yapılacak çalışmalarla da bir yandan Türkiye’de
verilecek hukuksal mücadele desteklenirken, diğer yanda uluslararası
hukuktan kaynaklanan haklarımızın peşine düşülecek.
Örneğin; işkence bir insanlık suçudur. Ve bu sadece ülkelerin iç hukunu ilgilenderen bir sorun değildir. Uluslararası hukuku da ilgilendir. İlginçtir o kadar çok yakındığımız 12 darebisi ve sonrasındaki süreçte yapılan işkencelerle ilgili herhani bir ikinci ülkede bir dava açılmış değil.
Platform, işkencecileri takip eden bir masa kurabilir. Onları listeleyerek hem teşhirini hem de onar hakkında ikinci üklerede devalar açabilir. Ama bunun için de ciddi ve güvenilir bir akademik çalışma yapmak zorunludur.
Elimizde çok somut kanıtlar var. “Yavuz Sultan Selim’den sonra en büyük Alevi Kızılbaş düşmanıyım”, “Malatya il merkezindeki 40 bin Alevi’ye kan kusturdum”, “Türkiye’de ilk defa resmi olarak Alevi soykırımını devlet adına başlatan benim” diye övünen 12 Eylül döneminin Emniyet Genel Müdürü Refet Küçüktiryaki ve onun “bu konuda kendisinden daha geride olmadığını” söylediği AKP Genel Başkan yardımcısı Abdülkadir Aksu hakkında Avrupanın bir çok ülkesinde hemen davalar açabiliriz. Keza Mahmet Ağar vb. hakkında.
4- Sosyal-Kültürel alanda:
Öncelikle toplumun bilinçlendirilmesi, haberdar edilmesi için güçlü bir medya ayağını yaratmak gerekiyor.
Diğer yandan Avrupa’da yaşamakta olan sürgünlerin siyasal, sanatsal, akademik, ve sosyal alandaki birikilererini ortaya koymamız gerekiyor. Bunu kendimizi Türk hükümetine kabul ettirme amaçlı değil, Türkiye’nin bu potansiyelden yoksun kaldığını göstermek için yapmalıyız.
Bir örnekle yetineyim: örneğin İstanbul gibi büyük kentlerde, Avrupa’nin belirli ülkelerinde sürgünlerin eserlerini sergilemek. Abidin Dino, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya ve daha birçok devrimci sürgünün, sürgünde nasıl yaşadıklarını, eşyaların, çalışma ve buralardaki ürünlerini bir müze veya sergi boyunutda örgütlemek olanaklı...
Göçmen işcilere oranla sürgünlerin eğitim, sosyal ve kültürel düzeylerinin yüksek olması, Avrupa ülkelerinde de yerli halkla göçmen işçiler arasınad bir köprü rolunü üslenmişlerdir. Eğitimci, sanatçı, psikolojik ve daha bir çok alanda üst görevelere gelmişlerdir. Bu durum o ülkeleredeki sosyal yaşa yansımıştır. Almanya’daki durumu vermekle yetineyim: Türkiyeli göçmen çocukların okul başarılarının yükselmesinde Sürgün çocuklarının önemli bir payı var.
Platform nasıl olmalı ve nasıl çalışmalı?
Platrormu bir dernek veya parti proğramı, tüzüğü gibi ayrınlarla boğmamalıyız. Yapısı gereği esnek ve olabildiğince de çok farklı özelliklerde ve alandan gelen kişilerden oluşmalı. Temel prensip kuralı olarak kararlarda salt çoğunluk ilkesini uygulanmalı.
Bunun dışında kendi iç yapılanmasını ve işlerliğini kendisi belirlemelidı. Ülkelere göre ayaklar, çalışma masaları vb. yapılar oluşturabilmelidir.
Türkiye’deki Çalışmalar Nasıl Olmalı?
Belirteceğim şu nokta bence çok önemlidir. Bizler Avrupa’da bulunuyor olsakta yürüteceğim mücadele Türkiye’de yürütülen demokrasi mücadelenin kopmaz bir parçasıdır. Sürgünler platformu, bu alanda önüne görevler koymuş, sivil bir toplum kuruluşudur. Kendi çalışma perfektiflerini her hangi bir güce, kuruluşa göre yapmaz. Türkiye’deki bütün parti ve sivil örgütlere ve oluşumlara aynı oranda yakındır.
Farklı kollardan, ama bizimle aynı zemin üzerinde yürüyen kuruluşlar ve girişimler var. Burada da sorunlarla karşı karşıyayız. Sürgünler platformu, bu kuruluş ve girişimlerin kendi aralarındaki sorunlarında taraf tutmak yöntemini değil, hepsiyle biraraya gelebilme ve birlikte bir yol haritası çıkarabilme yöntemiyle hareket etmelidir. Aksi bir durum, bizi hedeflerimizden uzaklaştırır, demokrasi mücadelemizi zayıflatır.
Son söz yerine:
Unutmayalımki, biz sürgünler sessiz ve de tepkisiz kaldıkça, sadece örgüt üyeliğinden tutuklanan ve “ağırlaştırılmış Müebbet” cezası verilen daha çok insan burada, bizlerin sürgün dünyasına katılmış olacak. Ve “ağırlaştırılmış müebbet” cezalarıyla daha çok Hasan Açanlar, Hamza Yalçınlar, Hatice Çobanlar, Pınar Selekler, Necati Abaylar gelecek.
Herkese dosluk ve yoldaşlık dolu saygılarımı sunuyorum.
Doğan Özgüden'in 12 Eylül sürgünleri toplantısındaki konuşması