Single etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Single etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
0 com

The Cure - Close to Me (1985)




" Günlerdir tedirgin tartışmaların vazgeçilmez konusu olan operasyon artık kapıdaydı. Son bir haftadır hiç kimse üstünü değiştirmiyor, günlük giysileriyle yatıp kalkıyordu.
Askerler gece yarısı cezaevini kuşatıp çoktan en önemli yerleri kontrol altına alarak ‘’Teslim Olun’’ çağrısını yapmaya başlamıştı. Devlet cezaevinin sahibinin kendisi olduğunu unutmuştu. Kendi cezaevinde çoktan teslim aldığı ve teslim aldığı içinde korumakla yükümlü olduğu tutsaklara ‘’teslim olun’’ diyerek, daha baştan mizahi bir hukuksuzluğu ilan etmişti. Mutlaka bu anonsu yaparken kazaen teslim olunmaması için dua etmişlerdi. Çünkü bütün plan büyük bir çatışma ve bu çatışmanın gölgesine gizlenmiş imha listesine dayanıyor olmalıydı. Böyle de oldu…
Askerler çoktan hazırdılar. Uzaktan sadece o otoriter gizemli komut sesi duyuluyordu. Devletin bekası için teslim ve pişman olmaya çağıran ses… Ses, karşısındaki savunmasız hasımlarına ‘’öleceksiniz’’ diyordu.
Bütün dünyada benzeri sadece tuzak olarak adlandırılan bir gizli işaretiyle maltadaki silahsız tutuklu ve hükümlülere yağmur gibi kurşun yağmaya başladı. Kimi bulacağını bilmeyen, rastladığında çılgınca biçip geçen kuşunlar adressizdi. Her vurulan yere yığılıyordu. İnsan hedefini ıskalayan kurşunlar ise demir kapılara çarparak kıvılcımlar çıkarıyor, duvara saplananlar bile bir parça koparmadan durmuyordu.
Tarihin ilk bilinen gününden bu yana bilindiği üzere, dünyayı değiştirmek isteyenlerin kanları zeminde henüz pıhtılaşmamıştı.
Televizyondan Sağmalcılar Cezaevi’nin operasyon sonrası görüntüleri izleniyor. Dumanlar yükseliyor, öldürülen mahkûmların isim tespitleri yapılmış, liste yayınlanıyor. Ringden yanmış bir kadın mahkûm indiriliyor, mahkûm bağırıyor ‘’Diri diri yaktılar’’
Devrim savaşçılarının acıları telaşlı gürültüler içinde duyulmaz. Acı, sıradan hayatlara talip olanlarda abartılarak başkalarının şefkatine teslim edilir, bizde tam tersidir. Dünyayı değiştirmek isteyenler için acıyı gizleyerek dayandığını göstermek, dünyayı değiştirme terbiyesinin en sıkı malzemesidir.
Büyük gürültü… Büyük alt üst oluşun geride bıraktığı toz bulutu ve yıkıntı. Yıkılan cezaevi duvarlarının içindeki yıkılmış, yakılmış tutsaklar, kimsenin umurunda olmadığı etten yıkıntılardı.
Ülkenin bir sorunu daha başarıyla çözümlenmişti yüz akıyla. Bir daha sonsuza kadar unutulacaktı her şey. Yapılanlar ise yapanların yanına parfüm üretmek için canlı hayvan kullanan vahşi kimyacılar gibi büyük bir deneyim olarak kalacaktı…
Konferans salonunun tavanları deliniyor. Salonun tepesinden kocaman şekilsiz beton kalıpları kalabalığın arasına düşüyor. Ne beton kalıplar bizi umursuyor artık, ne biz onları. Günlerdir delinmekten betonlar yorgun, günlerdir onların delinmesini dinlemekten biz yorgunuz…
Tek yorulmayan son koğuştaki televizyon. Hala bağırıyor sunucu, enerjisinden tek gram eksilmemiş. Bütün cezaevleri tahliye edilmiş, devletimiz işgal bölgelerini ele geçirmiş, düşmanlar çatışmalarda ölü olarak ele geçirilmiş ama hepsine haddi bildirilmiş. Ele geçirilenler bilinmeyen akıbetlerine teslim edilmiş. Küçümen bir pürüz var. Son cezaevi, onun da eli kulağında. Adı Ümraniye. Battı batacak, yandı yanacak, haddi bildirildi, bildirilecek…
Birkaç dakika içinde yeni bir ses duyuluyor. Az önceki betonlara duyarsız yorgunluklarımız kaçıyor üstümüzden. Gaz sızıntısı giderek yükselerek üstümüze akıyor. Koğuş aniden yanmaya başlıyor. O yandıkça tavanında açılmış kocaman oyuklardan gaz bombaları bir havai fişek arsızlığında birbiri ardı sıra patlamaya başlıyor…
Ara koridorların kanlı zeminleri, cezaevinin yangından simsiyah olan duvarları, yaralı çığlıkları, dışarıdan belirli belirsiz duyulan ambulans sesi, polis, itfaiye sirenleri, annelerimizin, babalarımızın, kardeşlerimizin dövünmeleri, gözyaşları, her şey ama her şey yolculuğa eşlik ediyordu.
Sağdan soldan bulunan tek tük sigaralar yoldaş hakkı denilerek yarım yarım, fırt fırt paylaşılıyor ve sessizliğe derin derin üfleniyordu.

Yeni bir cayırtı sessizliği son kez deldi.

Askerler cezaevini yakıyorlardı. Ellerindeki alev püskürten makineler bilim kurgu filmlerindeki ejderhalar gibi üstümüze üstümüze geliyordu. Dumandan göz gözü görmüyor, genizlerimize, ciğerlerimize ejderhanın gizli gazı doluyordu. Aynı anda bir süredir delinen tavan çöktü. Temiz hava için pencerelere başını uzatanları keskin nişancılar tek atışla vazgeçiriyorlardı. İstenen, gazdan zehirlenerek etkisiz hale getirmekti. Ölerek etkisiz, bayılarak etkisiz, sakat kalarak etkisiz, fark etmezdi. Hedef etkisizleştirmekti.
‘’Teslim olun direnmeniz faydasız, söz veriyoruz kimseye bir şey olmayacak, bizimle konuşun, daha fazla insanın canı yanmasın.’’
Bu ilk anonstu insanları bağışlamaya çağıran. Anonsu yaparken bu titiz çalışmada unuttukları bir küçük ayrıntı vardı, bu anonsu gereksizleştirmişti. Her şeyi yaptıktan sonra hiçbir şey yapmama sözü veriliyordu. Yapacak bir şey kalmadığına göre bu söz içerdekilere değil, dışarıdakilere veriliyor olmalıydı.
Dudaklar ateşten ve dumandan kavrulmuştu. Gecenin bir saatinde cezaevi mikrofonlarından işkence çığlıkları dinletilmeye başlandı. Cezaevine girme süreleri çok uzun yılları alanlar için bile, çok taze, çok tanıdıktı bu sesler.
Gaz bombaları, delinen her yerden aynı anda yağmaya başladı. Göz gözü görmüyordu. Çığlıklar kendisine saklanacak bir yer arıyordu ama yoktu. Holocaust’un ne demek olduğunu ancak kimliği gizli gazla tanıştığınızda anlayabilirsiniz. Yeryüzünün hiçbir sözcüğü o kâbusu aktaramaz. Korunma içinde, sanal bir dehşetle izlediğiniz filmler size gerçeği asla yansıtmaz. Sanal olanın tehlikesizliği gerçek olanın dehşetini eğlenceye dönüştürerek sizi güvende kılar. Gerçek ise ‘’keşke sanal olsa’’ diye yalvardığınız bir kâbustur. Tüm vücutlar kasılıyordu. Aklımızı, bedenimizi hiçbir şeyi kontrol edemiyorduk. Gaz sadece nefes yoluyla etkisini göstermiyordu. Binlerce aynı zamanda olan zehirli yılan ısırığı gibi derilerimizden işliyordu. Bedenlerimizin yandığını kavrulduğunu sanıyorduk. Yerlerde çırpınanlar, duvarları yumruklayanlar, üst üste yığılıp kalanlar… Demek Holocaust buydu. Çırpınarak kendi sefaletlerinin farkına varmayarak sadece böyle hayvanlar gibi öldürülüyorlardı…
Hepimizi ayağa kaldırıp götürmeye başladılar. Cezaevinin dışına sıraya sokulmuş ringler artık bizi bekliyordu. Sırayla ringlere bindirilmeye başladık. Dövebilme imkânının tek bir saniyesini kaçırmak istemeyen erlerin, tatmine bir türlü ulaşmayan küfür ve tekmeleri ile arabaların içine boş çuvallar gibi atıldık. İçerde bekleyen askerler taze kuvvetti. Onlar daha şöyle bir ağız tadı ile kimseyi dövememişlerdi. Her yeni bindirileni hızı yeni alınan coplarla dövüyorlardı. Her araca on beş- on yedi arası mahkûm bindirildiğine göre, her yeni gelenle yeni bir dayak turu yapıldığına göre, biz on yedi kere, diğer arkadaşlarda bu sayıya yakın yeniden dövülmüş olmalıydı. Sonunda ring hareket etti… Nereye götürüldüğümüzü bilmiyorduk…
Biz o an zamanın kanayan kıyısındaydık…
Uzun bir yolculuktu… Dövülme darbeleri ile daha da sıkılaşıp bileklerimizi morluktan sulu yaraya çevirmiş kelepçelerin sızısı bir yana, asıl susuzluk ve tuvalet ihtiyacı sevkimizi kâbusa çevirmişti. Susuzluğa dayanamayan biri, ringin kafes penceresine yapışmış camın ardındaki su yüzeyini yalıyordu. Yataklıktan gelme en yaşlımız tuvalete gitmek için yalvarıyordu. Ringin içine yapacaktı ama elleri arkadan kelepçeli olduğundan yapamıyordu… Ağlıyordu…
Çaresiz bir yaşlının ağlayışı çaresiz bir bebeğin ağlayışından çok farklıydı. Çaresiz bebekler ağlarken sevinçle isteği yapılırken, çaresiz yaşlı ağlayışında insan kendi onurunun nasıl bir bilgisayar yanlışlığı gibi tek tuşla yok edildiğini görüyordu. Çok utanacaktı ama hayatı boyunca unutmayacaktı… Tuvaletini kader arkadaşları ve çocuğu yaşındaki askerlerin yanında altına yapmış olacaktı…
F tipi cezaevinin kapısı insanla beslenen bir canavara benziyordu. Sürekli içeri birilerini götürüyorlar, ama içerden kimse çıkmıyordu… Gece yarısı ringden ilk inen, insanla beslenen canavar kapıya götürüldü. Ringin içerisine ise iri yarı bir asker girip en çelimsiz mahkûmun sırtına oturup sallanmaya başladı. Zikir meftunu gibi bir ileri, bir geri sallanırken, yaptığının ne anlama geldiğini herkesin anlaması için garip hırıltılar çıkarıyordu. Mahkûm, üstündeki azgın köylünün iğrenç ağırlığından iki büklüm inleyerek yere kapaklandı. Komutanın bağırtılar üstüne ringi teftişe gelmesi ile azgın köylü bir anda itaatkâr bir kul olarak hizaya girdi. Genç arkadaşımız bir daha başını kaldırıp kimsenin yüzüne bakamamıştı. Ringden inerken son fısıltısı duyuldu. ‘’Keşke ölseydim’’ Bilmiyordu ama ölecekti… Çok kısa bir zaman sonra ölüm orucu henüz dalya dediğinde ölecekti…

Muhabere şimdilik bitmişti… "



19 Aralık 2010 / Akın Olgun / BirGün





Limit Doldu / "limit has been reached"


Limited Download / Limitfelan: 45
1 com

Kitchens Of Distinction - Now It's Time To Say Goodbye (One Little Indian, 1994)


Kitchens Of Distinction - Now It's Time To Say Goodbye (One Little Indian, 1994)
Tracklist:
1 Now It's Time To Say Goodbye 3:47
2 Jesus Nevada 4:03
3 White Horses 3:34
4 What We Really Wanted To Do 3:55


Download!








Benden Selam Söyle Anadolu'ya


Benden Selam Söyle Anadolu'ya, Yunan yazar Dido Sotiriyu'nun yazdığı, hakiki adı "Kanlı Topraklar" (Matomena Homata) olan kitabının Türkiye baskısının adı.
Kitabın yazarı Aydın doğumlu Dido Sotiriyu, bu kitapla Abdi İpekçi Türk Yunan dostluk ödülünü kazanmıştır.
Benden Selam Söyle Anadolu'ya da 1.Dünya savaşı öncesi Anadolu'da yaşayan Rum ve Türkelerin kardeşliğini, Ege'nin Yunan işgaliyle yaşadığı kanlı savaş ortamını ve savaş sonrasında iki ülke arasında yaşanan mübadeleyi anlatır.
1970'li, 1980'li yıllarda Türkiye'de en çok okunan romanlardandı "Benden Selam Söyle Anadolu'ya"...

Anayurduma selam söyle benden Kör mehmet'in damadı! Benden Selam söyle Anadolu'ya ..Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin ... Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların Allah bin belasını versin!

0 com

Grouper - Hold/Sick (2010)


1 - Hold
2 - Sick

Grouper - Hold/Sick
0 com

This Will Destroy You - Communal Blood (2010)


Önümüzdeki yıl beklenen "Tunnel Blanket" albümünden;

0 com

Kim Ki O - beko_43 (New Single!)



İnternetten ücretsiz singlelar yayınlayan BEKO (Evet isim ironik) ülkemizden pek sevgili Kim Ki O'nun 2 parçalık bir singleını yayınlamıştır.Dinliyelim o zaman

Kim Ki O - beko_43 download

BEKO'nun çıkardığı diğer işleri de ücretsiz indirmek için : http://www.beko-dsl.com/
1 com

Cocteau Twins - Snow (Single) / Tishbite (Single)



























Devam ediyorum.. Artık yediğim pilav bile eski etkisini göstermiyor içimde. Elmalarımı bile bolca yiyemiyor, sık sık yediğim ürünleri tüketemiyorum.. Öyle bir konuma gelmişim ki sanırım her şeyden uzaklaşıyorum gün geçtikçe. Bunun adı değişim mi sence ? Eser beylerin yazdığı güzelim yazıları okurken bile sanki okumuyor ve düz tabanmışcasına kaçamıyorum hiç bir yerden ve kimseden. Donukluk hat safhada her daim. Usulca yatağıma uzanıyor ama yine de dönüp durmadan yapamıyorum. Rüyalarım hep bir karmaşa için de. Tensel zevkler ise bin mil öte de. Benzinim yok, ayakkabım ise hiç yok. Herşeyimle bir başayım. Bana ait olan pek çok şeyi dağıtıyorum uzun süredir. Veriyorum. Bir daha benim olamıcaklarını bildiğim halde, benim olan pek çok şeyi veriyorum. Yine de uslanmıyor içimde ki kahrolası boşluk. Durulmuyor, ilerliyor. Hem de hiç durmadan, dur durak bilemeden ilerliyor. Kimse öğretmemiş ona ama ben çabalıyorum bolca. Oyuna devam hissim yerin de, gerisi ise sıfıra yakın..

Bir bok anlayamıyorum neden böyle olduğuna dair. Yaslarım siyah değilken bile hep içimdeydi gri tabanlı boşluklarım. Everest misali bir yerden doğru kayıp gidiyordum ağırlığımca. Tüm detayları içim de saklıydı. Onlar ise hep zavallı olarak kalıcaklardı. Nadir bulduğum o anları artık iğneyle arıyor ve değişimin köklü hissini iliklerim de hissediyordum. Herşey bir yana, damak zevkim bile değişime uğramıştı. Etrafımdakiler, etrafımda olamayanlar ve uzaktan takip ettiklerim.. içim, dışım, yüzüm, saçlarım, dişlerim, organlarım ve beni ben yapan bedenim. Komple uzaklaşıyordu vardığım noktadan. Durduramıyorum.. Elimle itmekle kalmayıp, ayağım la tekmeliyor ve gaddarsal bir hale geliyorum. Ufak tartışmalar da bile parlayan bilen bir hale bürünmüştüm ve bunu istemiyordum hiç. Oysa ki çok uslu ve sabırlıydı bu beden. Aslında halen öyle ama anlık görüntülerim de değiştiğimi sananlara da bir çift lafım yok diyebilirim. Kişilik denilence şeyim halen sapasağlam ve aynı durmakta. Zaten tek güvencem de bu kendime dair. Biliyorsun..

Hiç bir şeyi özleyemiyorum sanırım şu an. Ya da hiç bir şey istemiyorum.. Sadece akıtıyoru zamanı ve olucakları. Olamayanları, hayallsizlik anı mı, ulaşamadıkları mı, geçiş dönemlerimi, geçemeyen dönemlerimi, geçemesini istemediğim dönemlerimi, her zaman ki yollarımı ve uçsuz bucaksız olan papatya tarlaları mı.. Halıları kemirden önce yuttuğum onca tozu ve iç geçirmeleri mi. Şişeden içtiğim sıvı miktarı kadar yoksun artık gözüm de. Sen, sen değilsin artık. Sırtımdan boşalan terlin ıslaklığını an itibariyle hisseden bedenimin sahibi ol istemiyormuyum sanıyorsun. İstiyorum sanırım.. Remix albümlerin hastalığı gibi oyna derim de. Ama ileriye gitme.. Çünki orada kimseyi bulamıyacaksın. Tüketiyorum tüm sevdiğim şeyleri. Tamam çok abarttım. Bir kısmını saklıyorum tabii. Ama en önemlisi; biliyorsun ki artık sen de tükeniyorsun benimle birlikte.. Daha neler yapıcaksın merak etiyor da değilim. Gülüp geçiyorum.. sırf senin sinir olucağını bildiğim halde. Uzanıyorum yine şimdi yer yatağıma ve seni bekleyen onlarca rüyamla..

İçim de var gücüyle çalışan ışıksızlığıma..






















Cocteau Twins - Snow 1993

Winter Wonderland
Frosty The Snowman

Cocteau Twins - Tishbite Disc 1 (1996)

Tishbite
Round
An Alean

Cocteau Twins - Tishbite Disc 2 (1996)

Tishbite
Primitive Heart
Flock Of Soul


0 com

Battles - Tonto+ (2007)



Battles'ın kanımca en efsane şarkısı için çıkarılan single'ı sizlerle paylaşıyorum. Four Tet remix'i ve Canlı Performansları bu single'ın kesinlikle en önemlileri. Mutlaka dinleyiniz. Tonto'nun her saniyesini ezbere bilenler için çok farklı bir deneyim olacak. En azından benim için öyle olmuştu :)

İyi Dinlemeler!





Tracklist:

1.Tonto
2.Tonto (The Field remix)
3.Tonto (Four Tet remix)
4.Tonto (Live at FRF 07)
5.Leyendecker (Live at FRF 07)
6.Leyendecker (DJ EMZ remix ft. Joell Ortiz)

http://rapidshare.com/files/265967768/Battles_-_Tonto_EP.rar
1 com

Orange Juice - Flesh Of My Flesh (Single) 1983

















İnsanlık ve insanlar hem hobim hem de fobim aslında. Bunu açıklaması ve anlaması çok zor olsa da, ben böyle iyi hissediyorum kendimi ve önemli olan da bu olsa gerek değil mi. Etrafımdakilerin değişimini iliklerim de hissettiğim şu dönem kendime düzen veremiyorum halen, bu da üzücü olan tarafı kendimce. Güç vermesi adına çocukluığumdan beri gerçekleştiğim CD alma eylemlerim bile itemiyor artık pek güç göstergemi. Takmamaya çalışmak: Güç isteyen bir şey. İnsanlardan çok hayatı ve günleri vurdumduymazlıkla kapatıyorum artık. Close yazısını bile göstermeden, gösteremeden. Ciddi anlam da çok hızlı ilerliyor zaman. Ve görüyorum ki boşa akan her zaman gibi ben de boşlatıyorum bana güç vereni. Düzeltemiyorsun bir türlü işte kardeşim, itiraf et artık. Yeter verdiğin bunca eziyet ve gam. Kulağımda Ulan Bator - Soeur Violence diyor 2. defa. Ne istediğimi bile kestiremiyorum. Ne istemediğimi iyi kestirdiğim gibi. Herneyse..

Blog iyice çoştu aslında son günlerde. Uzuun zamandır bu denli sık yeni konu açılmıyordu. Umutlandırıcı bir durum, seviniyorum. Bunlar dışında halen yorumlarınızı esirgemekte olduğunuzun da farkında olmalısınız artık sanırım. Blog dünyasında güç veren en büyük olgu yorum, güç alan en büyük olgu ise yorumsuzluktur. Her blog sahibi gibi bu konu hep iç kanatan hissedir. Gerçi ne desem bir işe yaramadığını bildiğim için bir şey demekte gelmiyor artık içimden. İndiren gidiyor blogdan, indiren gidiyor.. İsteyen bunu da indirsin, istemeyen de başka şeyleri indirmeye devam etsin. Şimdi gidiyorum. Sonra belki gelirim.
Photo: Öztürk Serengil




















Orange Juice - Flesh Of My Flesh (Single) 1983


Flesh Of My Flesh
Lord John White And The Bottleneck Train

2 com

Felt - Penelope Tree (1983)



Gün olarak, benden 1 gün sonra doğan arkadaşımı yakından tanıdığım zamanların ilk günü farkettim ki, kokulara karşı gayet hassas olduğunu. Yolda yürürken "of bu kokuda ne böyle. burda acaip bir şey kokuyor" gibi bolca mırıldandığını ve ikimizinde dergi sayfası kokularına hasta olduğumuzu. Ağzı, yüzü yediği ve insanların atttığı çöplerin bulaşığına dönen kediyi görünce kusmaya yakın olduğunu, kedilere karşı ayrı bir ayar olduğunu, evde kedi besleyenleri anlamadığını, her yerin tüy olduğunu ve nasıl olupta aldırış etmeden halen o kediyi evlerinde, koyunlarında beslediklerini söylenip durmuştu. Dinledim. Bazen hak verdim, bazen kendinde oluşan ince ayarı düzenlemesi gerektiğini düşündüm. Benimde bazı ince ayar alışkanlıklarım vardı ve bunlar benim belki de en büyük özgürlüğümdü. Sonra anladım ki bende kokulara karşı gayet hassas bir tavıra sahipmişim. Kendimde, atladığım yada umursamadığım bir durumdu sanırım. Geçen haftalarda girdiğim umumivari helada duran o rengarenk şeylerin ne olduğunu merak edip kokladım. Hissettiğim koku inanılmazdı. Tarif-i caizse bir nevi "Vanilin" kokudu idi. Ama tuvalet içinde hiç kokmuyor sadece süs gibi duruyordu. Naftalin sanmıştım oysa ki. Ve kokladığım anda bende oluşan o garip ve istem dışı gülümsememe de şaşmıştım. Ve tekrar denedim. Her kokladığımda gülümsüyordum. Nasıl bir durum du bu ? Anında aklıma ilkokul 3. sınıf dönemlerimde annemin kek yapmak için beni bakkala gönderip vanilin aldırdığı gün ve benim eve kadar koklata koklaya gittiğim an geldi. Detaylar ve anılar önemlidir benim için. Çok uzun yıllar öncesinde ki uffacık detayları bile hatırlayabilen bir yapım olduğu için de allaha şükrediyorum. Ha siz inançsız birisiniz ? O da olur, benim için hava hep hoş.

4. sınıftaydım. Beni tekmeyle döven öğretmenimiz "Çocuklar bugün hızlı okuma yarışması yapacağız. Okuyacağınız konu şu. En hızlı okuyan 4 kişi şu kitapları alıcaktır. Haydi başlayalım" demişti. Aslında bana işkolik diyebiliriz. Ve bu blogda kişisel dökümanlarımı dökmeyi seviyorum. Kimin okuduğunu bilmesem de. Herkesi memnun etmek imkansız olduğunu biliyoruz. O yüzden bu tür yazılar yazdığım için ağız, burun veya başka yerlerini kıvırıpta üstüne oturanlardan af buyuruyorum. Haklınız "müzik blogundan başka her şeye benzedi son zamanlar da burası" diyenleriniz belki de bolca var ama eski yazılarımda da bu tip yazılar hep vardı aslında hatırlatmasını uygun gördükten sonra, nereye gideceğini benim bile bilmediğim ve sadece yazı yazma esnasında sevdiğim doğaçlama ve anlık psikolojik durumlarımdan oluşturduğum beyinsel gücümü seviyorum. Belki de sadece onu seviyorum..

Açtım kitabı ve buldum o sayfayı. Diğerleri okula sanırım daha erken kaydolmuşlardı ki benim numaram gerilerde olduğu için zamanım da vardı çalışmaya. Başladım. Haldır haldır okuyordum ve hızı daha o günlerden seviyordum. Epey bir tekrar ettikten sonra sıra bana gelmişti. Bir başladım ki duramıyorum. Benden önce en fazla okuyan kişinin durduğu kelimeyi işaretlemişti öğretmen Zafer ve sadece 1 dakikamız vardı kendimizi gösterebilmek için. O işaretlenen yeri geçtiğimde hiç durmadan devam ediyor nasıl bir olaysa bir yandan da yanı başımda duran öğretmenin gülümseyişini yan gözümle görüyordum. Bitirdiğimde çok sevinmişti öğretmen ve 158 kelime demişti. 1. olmuştum. 4 kitabı elinde tutup yanımıza geldi ve bir yandan diğer öğrencilerin karşısına bizi geçirip diğerlerine nasihat vermişti. 4. olan eleman okulda pek sevmediğim ve en çalışkan olan çocuk Fatih'di. Arada yolda görüyorum. Adam halen coolluğundan ödün vermeden orda burda fink atıyor, o lüx kasaphanelerinde de yardımını esirgemiyor. Herneyse.. Bütün kitaplar dağıtılmış ve bana verilen kitap ise "Falaka" idi. Ne denli meşhuur ötesi bir kitap olduğunu sanırım hepimiz o günlerden beri biliyoruz. Okumuştum da pek okuma alışkanlığım olmadığı halde. Ama ne yazık ki kapağını çok beğendiğim, böyle üstünde yeşillikte çocukların olduğunu hatırladığım ve Fatih'e verilen o kitapta kalmıştı aklım hep.. Halada uktesel bir biçimde durur içimde. Şu an düşündüm de; acaba ne oldu o kitaba. Yolda selam bile vermediğim Fatih'e gidip sorsam mı. Adam bana her zaman suratından eksik etmediği cool bakışını ve gülüşünü atıcak, bende yerlerde sürünüp rezil olmaktan öteye gidemiyeceğim sanırım. Hatta bana verilen "Falaka" ya ne oldu acaba. O ucunu ve başını göremediğimiz deliklere kaçtı kesin.. Bazen çok özlüyorum eski günlerimi. Aslında hep özlüyoruz ama kahrolmaktan kurtarıyor hayatın sillesi beni yada bizi. Meşgul olunacak onca şey var ki.. değil mi ?


Konumuz olan "Felt" güzelliğine çok güveniyor ve değer veriyorum. "Indie Pop" temsilcilerinden ve "Belle And Sebastian"nın çıkış ve başlayış gücü olan bu proje, daha öncede bahsettiğim gibi 10 yıllık bir hayatı olan, o yıllar da 1979-1989 arasındadır. Lead gitaristleri ve "Felt" müzikalitesinde ki önemli atmosferik düşlerin adamı "Maurice Deebank" daha kadroda iken basılan bu albüm benim doğumuma 4 ay kala Haziran ayında çıkmış. "Felt" albümlerine devam edeceğim zaman zaman. Bu nadir bulunan bir kopya olduğu için ve "Felt" arşivi yapmak isteyenler için indirmenizin limon kadar bol faydası olduğunu belirtirim.


















0 com

Morrissey - Piccadilly Palare (1990)































Hiç birinizi istemiyorum.. Ben kendime yeterim. (Dedi)


0 com

Sonic Youth & Beck - Record Store Day 7" (2009)






















Linkler ölmeden elinizi çabuk tutun ki Web Şerif adında biri linkleri tek tek yok ediyor bugünlerde. "Sonic Youth"un yepyeni albümü "The Eternal" için öyle yani. Sonuçta bu albüm de 2009 çıkışlı olunca.. anladık biz onu.




0 com

Cocteau Twins - Iceblink Luck (Single) 1990



















Iceblink Luck
Mizake the Mizan
Watchlar




Ağustos 1990'da basılan bu Single olayı, yine 1990'da basılan "Heavan Or Las Vegas" albümünde 3. sırayı yer alan "Iceblink Luck" kaydının ele alındığı bir Single'dır. En sevdiğim "Cocteau Twins" kayıtlarından olan "Mizake The Mizan"nında yer almasıyla beraber, "Watchlar"da yemek sonrası tatlı gibidir. Benim için önemlidir.
0 com

Cocteau Twins - Heaven Or Las Vegas (Single) 1990



















Heaven or Las Vegas (edit)
Dials
Heaven or Las Vegas




Atmospheric yanı en baskın kayıtlarından biri olan ve kökleyici gücü var gücüyle destekleyen "Dials" bu Single'da. Daha ne olsun ki.. Nadir bulunma ihtimalide yüksek.
0 com

Cocteau Twins - Bluebeard (Single) 1994
















Bluebeard
Three-Swept
Ice-Pulse
Bluebeard (acoustic version)



1994 yılında basılan bu nadir bulunan Single aslında "Elizabeth Fraser"ın sesine ve büyüsüne ilk kez vurulanlar için çok önemli bir durumdur. "Cocteau Twins"i üst listelere sürükleyen ama benim en sevdiğim kayıtlardan olmayan "Bluebeard"ün bir acoustic hali vardır ki.. "Elizabeth Fraser"ın neler yapabilceğinin iddalı bir göstergesidir. Harikadır. Bolca içilir, hiç içilmemiş gibidir..
0 com

Bowery Electric - Freedom Fighter (Single) 2000

























1994-2000 arası müzik icra eden New York'lu ikili "Bowery Electric"in dağılmalarından 1 sene öncesi çıkan Single'ları "Freedom Fighter" huzurlarınızdayken tracklist alttadır. 1999 yılında Single'ın plak formatı çıkarıp 2000 yılında CD formatında basan grubun ilk kuruldukları dönemde kafalarında oluşturdukları yoğun Shoegaze gitarların yerini Trip Hop bir atmosfere bıraktıkları dönem ve benim eski albümlerini daha çok sevdiğimi itiraf ettiğim bu anın sonunda arşivlik değeri yüksek olduğunu bilecek olan sizlere kalıyor.
Diğer albümlerinden de eklemiştim vakti zamanında. Bakasınız..

Freedom Fighter
Freedom Fighter (Vocal Remix)
Freedom Fighter (Instrumental Remix)
Soul City

0 com

Savaşa Hiç Gerek Yok (2003)



Irak savaşla daha tam tanışmamış, o kaka görüntüler hiç bir yerde yayınlanmamış, yüzlerce insan ölmemiş ve işkenceye maruz kalmamıştı.. Şubat 2003'tü. Derken bu Single atladı piyasaya.. Ucuzdu. Herkesler almaya gayret etti. Gelir ise Bağdat'a insan kalkanı olarak gidecek olan " Tjp Human Shields" adlı organizasyona bağışlanıcaktı.. ve tabii ki olanlar oldu. Şarkılar, türküler, protestolar, eylemler.. bir boka yaramadı. Bunlarda elimizde ve hafızamızda kaldı.. Nostalji babında.




Yüksek kalitede rip'ledim. 3 şarkı var. Hepsi aynı sözlerde, hepsi aynı adamların kafasında çıkma. Artık sadece birine kulak veriyoruz gerçi ama.. Şunlardı onlar: mor ve ötesi, Vega, Feridun Düzağaç, Aylin Aslım, Athena, Koray Candemir, Nejat Yavaşoğulları ve halen dinlemeye devam ettiğim "Bülent Ortaçgil"..




0 com

Flaming Lips - Silent Night 7 Single (2008)




Offical Website: http://www.flaminglips.com/






Flaming Lips - Silent Night 7 Single (2008)


0 com

Marion - Sleep


Değeri bilinememiş maalesef...


Sleep


Sleep (Acoustic EP)

2 com

Marion - Time (1995)



Kendilerinde oluşan British akıntısını 1993 yılında gösterip 2000 senesinde dağılan, ardından "Yok ya biz duramıyacağız böyle.. Haydi devam ettirelim şu işi" diye hayıflanıp 2006'da toplanan ve halen devam eden Londra'lı beşlinin 1995 dönemi bastıkları Single olayı. 1993'den beri hep 5 kişi olan topluluğun Vokali (Jaime Harding) ve Gitaristi (Phil Cunningham) dışında diğer elemanlar sürekli değişime girmiş. Pek müptelası hiç bir zaman olamadığım Brit severler atlamalı.




1 Time
2 Chance
3 Let's All Go Together - Slide Mix


1 com

Foot Village - Untitled 7 (2005)




California'lı "Foot Village".. Biraz daha delirmek ve salıvermek için ideal. Gerçek hissiyatlar kusmuğu..



Foot Village - Untitled 7 (2005)

1. Japan
2. Mexico
3. Peru, Austria, And Canada


.

.

Öpücük