1985 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1985 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
0 com

Ertugrul Oguz Firat

0 com

Comando Bruno - Clise Hermetico (Zeal SS, 1985)











Erdal Acet, 1966 yıllında Türk-Macar ve İsrail yüzücüleri arasında Pendik-Burgaz-Fenerbahçe parkuru üzerinde yapılan ilk milletlerarası yüzme maratonunda ilk üçte yeralmıştır. 1 Eylül 1976 tarihinde Erdal Acet, Manş Denizi'ni 9 saat 2 dakikada geçerek dünya rekoru kırdı. Bu süre tüm zamanların en iyi süresidir. Bu süre son 102 yıllık döneminde yapılan en iyi 10 dereceden biridir. 








Limit Tüketildi / Sold Out




Sınırımın dili / Limited: 12
0 com

Bourbonese Qualk - The Spike (1985)



" Antipiretikler (ateş düşürücüler), ateşli durumlarda vücut sıcaklığını düşüren ilaçlardır. Ancak, ateşi olmayan bir kimse tarafından alındıkları takdirde vücut sıcaklığına herhangi bir etkide bulunmazlar. Antipiretiklerin çoğu farklı amaçlar için de kullanılabilir. Örneğin, en yaygın kullanılan antipiretiklerden biri olan Aspirin, ağrı dindirici olarak da kullanılır. Antipiretik ilaçlar vücuttaki ısı kaybını artırarak vücut ısısını düşürür.
Vücut ısısı orta beynin ön kısmında bulunan termoregulator merkez tarafından düzenlenir. Bu merkez bir termostat görevi yaparak vücuttaki ısı üretimi ile ısı kaybı arasında denge sağlar. Antipiretikler hipotalamusun, interlökinin yol açtığı ısıdaki yükselişe duyarsız kalmasını sağlar; böylece vücut ısıyı düşürmek için çalışmaya başlar ve sonuçta kişinin ateşi düşer. Bazı antipiretikler ise ateşi yükselten nedeni de etkiler. Ateş aslında bağışıklık sisteminin enfeksiyona karşı verdiği bir yanıt olduğu için antipiretiklerin kullanımı üzerine tartışmalar mevcuttur. "





Bourbonese Qualk - The Spike


limit has been reached

limited: 21


0 com

The Cure - Close to Me (1985)




" Günlerdir tedirgin tartışmaların vazgeçilmez konusu olan operasyon artık kapıdaydı. Son bir haftadır hiç kimse üstünü değiştirmiyor, günlük giysileriyle yatıp kalkıyordu.
Askerler gece yarısı cezaevini kuşatıp çoktan en önemli yerleri kontrol altına alarak ‘’Teslim Olun’’ çağrısını yapmaya başlamıştı. Devlet cezaevinin sahibinin kendisi olduğunu unutmuştu. Kendi cezaevinde çoktan teslim aldığı ve teslim aldığı içinde korumakla yükümlü olduğu tutsaklara ‘’teslim olun’’ diyerek, daha baştan mizahi bir hukuksuzluğu ilan etmişti. Mutlaka bu anonsu yaparken kazaen teslim olunmaması için dua etmişlerdi. Çünkü bütün plan büyük bir çatışma ve bu çatışmanın gölgesine gizlenmiş imha listesine dayanıyor olmalıydı. Böyle de oldu…
Askerler çoktan hazırdılar. Uzaktan sadece o otoriter gizemli komut sesi duyuluyordu. Devletin bekası için teslim ve pişman olmaya çağıran ses… Ses, karşısındaki savunmasız hasımlarına ‘’öleceksiniz’’ diyordu.
Bütün dünyada benzeri sadece tuzak olarak adlandırılan bir gizli işaretiyle maltadaki silahsız tutuklu ve hükümlülere yağmur gibi kurşun yağmaya başladı. Kimi bulacağını bilmeyen, rastladığında çılgınca biçip geçen kuşunlar adressizdi. Her vurulan yere yığılıyordu. İnsan hedefini ıskalayan kurşunlar ise demir kapılara çarparak kıvılcımlar çıkarıyor, duvara saplananlar bile bir parça koparmadan durmuyordu.
Tarihin ilk bilinen gününden bu yana bilindiği üzere, dünyayı değiştirmek isteyenlerin kanları zeminde henüz pıhtılaşmamıştı.
Televizyondan Sağmalcılar Cezaevi’nin operasyon sonrası görüntüleri izleniyor. Dumanlar yükseliyor, öldürülen mahkûmların isim tespitleri yapılmış, liste yayınlanıyor. Ringden yanmış bir kadın mahkûm indiriliyor, mahkûm bağırıyor ‘’Diri diri yaktılar’’
Devrim savaşçılarının acıları telaşlı gürültüler içinde duyulmaz. Acı, sıradan hayatlara talip olanlarda abartılarak başkalarının şefkatine teslim edilir, bizde tam tersidir. Dünyayı değiştirmek isteyenler için acıyı gizleyerek dayandığını göstermek, dünyayı değiştirme terbiyesinin en sıkı malzemesidir.
Büyük gürültü… Büyük alt üst oluşun geride bıraktığı toz bulutu ve yıkıntı. Yıkılan cezaevi duvarlarının içindeki yıkılmış, yakılmış tutsaklar, kimsenin umurunda olmadığı etten yıkıntılardı.
Ülkenin bir sorunu daha başarıyla çözümlenmişti yüz akıyla. Bir daha sonsuza kadar unutulacaktı her şey. Yapılanlar ise yapanların yanına parfüm üretmek için canlı hayvan kullanan vahşi kimyacılar gibi büyük bir deneyim olarak kalacaktı…
Konferans salonunun tavanları deliniyor. Salonun tepesinden kocaman şekilsiz beton kalıpları kalabalığın arasına düşüyor. Ne beton kalıplar bizi umursuyor artık, ne biz onları. Günlerdir delinmekten betonlar yorgun, günlerdir onların delinmesini dinlemekten biz yorgunuz…
Tek yorulmayan son koğuştaki televizyon. Hala bağırıyor sunucu, enerjisinden tek gram eksilmemiş. Bütün cezaevleri tahliye edilmiş, devletimiz işgal bölgelerini ele geçirmiş, düşmanlar çatışmalarda ölü olarak ele geçirilmiş ama hepsine haddi bildirilmiş. Ele geçirilenler bilinmeyen akıbetlerine teslim edilmiş. Küçümen bir pürüz var. Son cezaevi, onun da eli kulağında. Adı Ümraniye. Battı batacak, yandı yanacak, haddi bildirildi, bildirilecek…
Birkaç dakika içinde yeni bir ses duyuluyor. Az önceki betonlara duyarsız yorgunluklarımız kaçıyor üstümüzden. Gaz sızıntısı giderek yükselerek üstümüze akıyor. Koğuş aniden yanmaya başlıyor. O yandıkça tavanında açılmış kocaman oyuklardan gaz bombaları bir havai fişek arsızlığında birbiri ardı sıra patlamaya başlıyor…
Ara koridorların kanlı zeminleri, cezaevinin yangından simsiyah olan duvarları, yaralı çığlıkları, dışarıdan belirli belirsiz duyulan ambulans sesi, polis, itfaiye sirenleri, annelerimizin, babalarımızın, kardeşlerimizin dövünmeleri, gözyaşları, her şey ama her şey yolculuğa eşlik ediyordu.
Sağdan soldan bulunan tek tük sigaralar yoldaş hakkı denilerek yarım yarım, fırt fırt paylaşılıyor ve sessizliğe derin derin üfleniyordu.

Yeni bir cayırtı sessizliği son kez deldi.

Askerler cezaevini yakıyorlardı. Ellerindeki alev püskürten makineler bilim kurgu filmlerindeki ejderhalar gibi üstümüze üstümüze geliyordu. Dumandan göz gözü görmüyor, genizlerimize, ciğerlerimize ejderhanın gizli gazı doluyordu. Aynı anda bir süredir delinen tavan çöktü. Temiz hava için pencerelere başını uzatanları keskin nişancılar tek atışla vazgeçiriyorlardı. İstenen, gazdan zehirlenerek etkisiz hale getirmekti. Ölerek etkisiz, bayılarak etkisiz, sakat kalarak etkisiz, fark etmezdi. Hedef etkisizleştirmekti.
‘’Teslim olun direnmeniz faydasız, söz veriyoruz kimseye bir şey olmayacak, bizimle konuşun, daha fazla insanın canı yanmasın.’’
Bu ilk anonstu insanları bağışlamaya çağıran. Anonsu yaparken bu titiz çalışmada unuttukları bir küçük ayrıntı vardı, bu anonsu gereksizleştirmişti. Her şeyi yaptıktan sonra hiçbir şey yapmama sözü veriliyordu. Yapacak bir şey kalmadığına göre bu söz içerdekilere değil, dışarıdakilere veriliyor olmalıydı.
Dudaklar ateşten ve dumandan kavrulmuştu. Gecenin bir saatinde cezaevi mikrofonlarından işkence çığlıkları dinletilmeye başlandı. Cezaevine girme süreleri çok uzun yılları alanlar için bile, çok taze, çok tanıdıktı bu sesler.
Gaz bombaları, delinen her yerden aynı anda yağmaya başladı. Göz gözü görmüyordu. Çığlıklar kendisine saklanacak bir yer arıyordu ama yoktu. Holocaust’un ne demek olduğunu ancak kimliği gizli gazla tanıştığınızda anlayabilirsiniz. Yeryüzünün hiçbir sözcüğü o kâbusu aktaramaz. Korunma içinde, sanal bir dehşetle izlediğiniz filmler size gerçeği asla yansıtmaz. Sanal olanın tehlikesizliği gerçek olanın dehşetini eğlenceye dönüştürerek sizi güvende kılar. Gerçek ise ‘’keşke sanal olsa’’ diye yalvardığınız bir kâbustur. Tüm vücutlar kasılıyordu. Aklımızı, bedenimizi hiçbir şeyi kontrol edemiyorduk. Gaz sadece nefes yoluyla etkisini göstermiyordu. Binlerce aynı zamanda olan zehirli yılan ısırığı gibi derilerimizden işliyordu. Bedenlerimizin yandığını kavrulduğunu sanıyorduk. Yerlerde çırpınanlar, duvarları yumruklayanlar, üst üste yığılıp kalanlar… Demek Holocaust buydu. Çırpınarak kendi sefaletlerinin farkına varmayarak sadece böyle hayvanlar gibi öldürülüyorlardı…
Hepimizi ayağa kaldırıp götürmeye başladılar. Cezaevinin dışına sıraya sokulmuş ringler artık bizi bekliyordu. Sırayla ringlere bindirilmeye başladık. Dövebilme imkânının tek bir saniyesini kaçırmak istemeyen erlerin, tatmine bir türlü ulaşmayan küfür ve tekmeleri ile arabaların içine boş çuvallar gibi atıldık. İçerde bekleyen askerler taze kuvvetti. Onlar daha şöyle bir ağız tadı ile kimseyi dövememişlerdi. Her yeni bindirileni hızı yeni alınan coplarla dövüyorlardı. Her araca on beş- on yedi arası mahkûm bindirildiğine göre, her yeni gelenle yeni bir dayak turu yapıldığına göre, biz on yedi kere, diğer arkadaşlarda bu sayıya yakın yeniden dövülmüş olmalıydı. Sonunda ring hareket etti… Nereye götürüldüğümüzü bilmiyorduk…
Biz o an zamanın kanayan kıyısındaydık…
Uzun bir yolculuktu… Dövülme darbeleri ile daha da sıkılaşıp bileklerimizi morluktan sulu yaraya çevirmiş kelepçelerin sızısı bir yana, asıl susuzluk ve tuvalet ihtiyacı sevkimizi kâbusa çevirmişti. Susuzluğa dayanamayan biri, ringin kafes penceresine yapışmış camın ardındaki su yüzeyini yalıyordu. Yataklıktan gelme en yaşlımız tuvalete gitmek için yalvarıyordu. Ringin içine yapacaktı ama elleri arkadan kelepçeli olduğundan yapamıyordu… Ağlıyordu…
Çaresiz bir yaşlının ağlayışı çaresiz bir bebeğin ağlayışından çok farklıydı. Çaresiz bebekler ağlarken sevinçle isteği yapılırken, çaresiz yaşlı ağlayışında insan kendi onurunun nasıl bir bilgisayar yanlışlığı gibi tek tuşla yok edildiğini görüyordu. Çok utanacaktı ama hayatı boyunca unutmayacaktı… Tuvaletini kader arkadaşları ve çocuğu yaşındaki askerlerin yanında altına yapmış olacaktı…
F tipi cezaevinin kapısı insanla beslenen bir canavara benziyordu. Sürekli içeri birilerini götürüyorlar, ama içerden kimse çıkmıyordu… Gece yarısı ringden ilk inen, insanla beslenen canavar kapıya götürüldü. Ringin içerisine ise iri yarı bir asker girip en çelimsiz mahkûmun sırtına oturup sallanmaya başladı. Zikir meftunu gibi bir ileri, bir geri sallanırken, yaptığının ne anlama geldiğini herkesin anlaması için garip hırıltılar çıkarıyordu. Mahkûm, üstündeki azgın köylünün iğrenç ağırlığından iki büklüm inleyerek yere kapaklandı. Komutanın bağırtılar üstüne ringi teftişe gelmesi ile azgın köylü bir anda itaatkâr bir kul olarak hizaya girdi. Genç arkadaşımız bir daha başını kaldırıp kimsenin yüzüne bakamamıştı. Ringden inerken son fısıltısı duyuldu. ‘’Keşke ölseydim’’ Bilmiyordu ama ölecekti… Çok kısa bir zaman sonra ölüm orucu henüz dalya dediğinde ölecekti…

Muhabere şimdilik bitmişti… "



19 Aralık 2010 / Akın Olgun / BirGün





Limit Doldu / "limit has been reached"


Limited Download / Limitfelan: 45
0 com

Forward Music Quintet - Glory & Betrayal (1985)


" Quintus Horatius Flaccus (8 Aralık M.Ö. 65 - 27 Kasım M.Ö. 8), Augustus döneminin en önemli Romalı şairiydi.

Horatius o dönemki ismiyle Venosa ya da Venusia isimli Apulia ve Lucania arasındaki küçük bir kasabada doğdu. Köleyken özgürlüğüne kavuşmuş bir adamın oğluydu, ama kendisi özgür doğmuştu. Babası açık arttırma işlerinde çalışıyordu, Horatius da babasını fakir ama onurlu bir çiftçi olarak anlatıyordu.
Babası bütün parasını oğlu Horatius'un eğitimine harcamıştı ve ilköğretimini almak için O'nu Roma'ya gönderdi. Ardından; Atina'ya Yunanca vefelsefe çalışması için yolladı. Şair babasına olan saygısını şiirlerinde de gösterdi.
Sezar'ın öldürülmesinden sonra; Horatius orduya katıldı ve Brutus için Philippi Savaşı'nda savaştı. Brutus savaşı kaybetmişti, ve bu savaş sonrasında Horatius kalkanını bırakıp kaçtığını anlatmıştır. Augustus, kendisine karşı savaşanlara karşı genel af ilan ettikten sonra İtalya'ya geri döndü. Bu dönüşünde, babası tahminen ölmüştü ve sahip oldukları da başkalarının eline geçmişti. Horatius'un tanımına göre fakirliğe düşmüştü.
Ancak eserleriyle göze batınca, ülkenin hazinesi tarafından desteklenmiş ve şiir sanatını uygulamasına oldukça rahat koşullarda devam etmiştir.
Horatius; Virgil ve Lucius Varius Rufus ile beraber çalışıyordu, ve Augustus'un arkadaşı Maecenas ile tanışmasına aracı oldular. Maecenas bundan sonra arkadaşı ve patronu oldu. Horatius'a Tibur'un Sabine tepelerinde bir arazi verdi. Ölmeden önce, bir akrabası olmayan Horatius; malvarlığını Maecenas ve İmparator Augustus'a imparatorluk içinde kullanılması için verdi.

"Resim, kelimesiz bir şiirdir." sözü ona aittir. "






Forward Music Quintet - Glory & Betrayal

limit has been reached


limited: 31
0 com

Mannequin Neurose - Mannequin Neurose (1985)



Antik Roma'da gens (çoğul gentes) klan, kast, ya da ortak bir atadan geldiklerine inanılan ve aynı adı (nomen) paylaşan bir aile topluluğunu tanımlamak için kullanılırdı. Romalı şahıs isimlerinde bulunan ikinci ad kişinin ait olduğu gens'i ifade ederdi. Terim aynı zamanda klan sistemi içerisinde yer alan aileleri tanımlamak için de kullanılmıştır.
Gensler, Romalıların ataları kabul edilen Remus ve Remulus'un bır kurt tarafından emzirilmesi sonucunda ortaya çıkmışlardır. "



Mannequin Neurose - Mannequin Neurose

limit has been reached

limited: 33

0 com

L’Éponge Synthétique - Neiges et Amours Romantiques (1985)



" Kızgınlık ya da Öfke insanların veya hayvanların algıladıkları bir tehdit veya hakaret karşısında sergiledikleri düşmanlık duygusudur. Kızgınlık vücutta bir takım fiziksel değişikliklere neden olur. Örneğin tansiyon ve nabız yükselir, vücuttaki adrenalin ve noradrenalin düzeylerinde artma gözlenir.
Kızgınlık insanlar ve hayvanlarda dışarıdan gözlenebilen değişikliklere de yol açar. Kızgın insanlar bazen yüksek sesle bağırırlar, kabarırlar, yumruklarını sıkarlar, dişlerini gösterirler veya tehditkar bir yüz ifadesi sergilerler. Genellikle kavgaların çoğu kavgacılardan en azından birinin kızgınlığını ifade etmesi sonucu ortaya çıkar. Kızgınlığın amacı insanların kendilerine tehdit olarak algıladıkları davranışı durdurma çabasıdır. Ancak psikologlara göre kızgın insanlar olayları tarafsız bir şekilde değerlendirme ve davranışlarını kontrol etme yeteneklerini kaybederler. O yüzden de kızgınlık genellikle sorunların çözümünü kolaylaştırmak yerine daha da zorlaşmasına neden olur. "





L’Éponge Synthétique - Neiges et Amours Romantiques

limit has been reached


limited: 29
0 com

Function Disorder - West (1985)

1 - Sewer Bash
2 - Beat
3 - Tequila
4 - My Time
5 - Brian Cookies
6 - Atroce
7 - 3 Leg Dice Head Wire Dog
8 - Hey ........!
9 - Never Bled Oasis Time

Function Disorder - West
1 com

Dif Juz - Extractions

  • Dave Curtis (guitar)
  • Alan Curtis (guitar)
  • Gary Bromley (bass)
  • Richard Thomas (drums, percussion, saxophone)

Bazılarınız bilir Victorialand diye inanılmaz bi album vardır. A yüzünün ilk şarkısı "Lazy Calm" da Richard Thomas da çalar. Dif Juz u merak edenler ilk bu şarkıya bakabilirler. 4AD den kötü bi müzik çıktığı pek görülmüş bişey değildir. Deneyin derim.


tracklist:

Crosswinds

A Starting Point

Silver Passage

The Last Day

Love Insane

Marooned

Two Fine Days (And A Thunderstorm)

Echo Wreck

Twin And Earth




not: "Love Insane" şarkısında söyleyen kişi tahmin edebileceğiniz gibi Elizabeth Fraser.

0 com

M.B. - Mectpyo (Grand Mal Edicions, 1985)



tik tik
1 com

The Fall - This Nation's Saving Grace (1985)


Es geçilmemesi gereken, şahane The Fall albümü. Fazla söze gerek yok sanırım. Post punk ve sonra her şey!
0 com

Shop Assistants - Shopping Parade 7inch (1985)















16 Ağustos 1985. Yani daha Shop Assistants henüz 5 kişi ve halen faal oldukları, her şeyin güllük gülüstanlık devam ettiği bir dönem. Altıma halen bez bağlanıyor ve ben yine sulamaya devam ettiğim dönemler hani. Henüz 2 yaşındayım. Çok uslu bir bebek ondan sonra da çocuk olduğumu söylenir beni üreten kadın. Hiç yaramazlık etmezmişim ki bir yerde okduğum bilgiye göre; Ekim ayında doğan çocuklar yaşıtlarına göre çok olgun oluyorlarmış. 20 yaş altındayken hep insanlar nasıl bu kadar ağır başlı olduğumu merak eder, sabrıma hayran kalırlardı. 20 yaş sonrasıda, benden katça yaş büyüklükte insanlarla muhabbete girdiğim de, "yaşına göre çok olgunsun, senin gibi adama rastlamak zor" gibisinden lakırdılarla bir şeylerin farkına vardıklarını gösterirlerdi. Güzel anlardı. Cezbedici. Ama kıç kaldırıcı cinsden olmadan, yağsızca. Ve ben halen büyümeye devam ediyorum sanırım. Bakalım ne zamana kadar böyle devam edeceğiz ya da tükeneceğiz. Herneyse, şimdi yeşilliklerle devam edelim..

1984 civarında Edinburg/İskoçya toprakların da doğan ShopAssistants'ın daha balayı dönemleri 16 Ağustos 1985. En başlarda isimleri Buba And The Shop Asisstants. Bu isimle bir single bile basmışlar. 500 kopya basılan plaklarının ismini de, Something To Do deyivermişler. Vokalistleri Alex Taylor 1987 yüzyılında Shop Assistants adı altından yok olup, Motorcycle Boy'u kurmuştur. İnsanlar ve eleştirmenlerin ilgisi böylelikle gayet düşmüş, 1990 yılına kadar böyle devam etmiştir. O dönem bastıkları The Big E. single'ı ile yine yükselişe geçmişlerdir ama bu sefer de gitaristleri David Keegan "Kardeşim bu gruptan ben bir bok anlayamadım, kendimi Pastels'e adıyorum" diye söylenip o da yok olmuştur.. İşte zindan masallarından bir müzikal projede böylelikle sulara gömülmeyi kendine borç bilmiştir.. Ha bir de şöyle bir şey var ki, Shop Assistants'ı o dönem haldır haldır çalıştıran ve sevindiren durum ise ele aldığımız bu plak çekimi EP'nin içinde bulunan All Day Long single'ı, Morrissey'in o dönem en çok dinleyip, sevdiği şarkı olması. Zamanla ona da sıra gelicektir, meraklanalım. Ayrıca, NME dergisinin 1986 yılında çıkardığı meşhuur toplaması C86 içinde bulunan gruplardan biridir Shop Assistants. Grup halen unutulmadı ki, günümüzde yayınlanan Indie toplamalarında bile boy göstermektedirler. Yazık olmuş bitirmeleri, evet. Şimdi bir kahvaltı, sonrasın da yine gelişler..

Bu arada Pastels ayrı güzel bir olayıdır Indie piyasasının. Pc formatlansın, söz geçiş yapacağım. Sözlerim çoğalıyor, güzelleşiyorum.

Photo: Shop Assistants (1987 sonraları)






















Shop Assistants - Shopping Parade 7inch (1985)

Label: Subway Organization


Tracklisting:

A1
All Day Long
A2
Switzerland
B1
All That Ever Mattered
B2
It's Up To You


1 com

The Hanatarash - Hanatarashi (1985)



download
0 com

The Chameleons - What Does Anything Mean? Basically


The Chameleons'ın 1985 çıkışlı ikinci stüdyo albümü "What Does Anything Mean? Basically", sadece ismiyle bile grubun benzerleriyle arasındaki farkı ortaya koyar gibi.. ilk albümde "I have to know what is real and what is illusion" şeklinde dile getirilen arayış, bu sefer alenen ortaya konmuş sanki.. grubun bassist/vokalisti Mark Burgess ve saz arkadaşları, belli ki varoluşsal sıkıntılarla boğuşan ve genelde pek kimsenin sormadığı soruları soran, dünyayı/insanlığı/düzeni sorgulayan insanlar.. ve aslında bu bile The Chameleons'ın müziğinin neden pek herkese göre olmadığını açıklıyor..

albümün müzikal olarak ilk albümden geri kalır bir yanı yok bana kalırsa.. ilk dinleyişlerde prodüksiyon biraz zayıfmış gibi görünebilse de albüme alıştıkça bunun böyle olmadığı anlaşılıyor.. hissiyat olarak genel itibariyle yine karanlık bir albüm denebilir, yer yer bazı iç açıcı havalara rastlansa da..

Silence, Sea And Sky
Perfume Garden
Intrigue In Tangiers
Return Of The Roughnecks
Singing Rule Britannia (While The Walls Close In)
On The Beach
One Flesh
Home Is Where The Heart Is
P.S. Goodbye
In Shreds
Nostalgia

DWNLD
2 com

Cocteau Twins - Tiny Dynamine (1985)


















Pink Orange Red
Ribbed and Veined
Sultitan Itan
Plain Tiger




"Pink Orange Red" herhalde "Cocteau Twins"in yaptığı en acımasız kayıtların başında gelir. Acımak yok. En gaddar ve büyüleyici gidişatlarından..
0 com

Cocteau Twins - The Pink Opaque (1985)

















The Spangle Maker
Millimillenary
Wax and Wane
Hitherto
Pearly-Dewdrops' Drops
From the Flagstones
Aikea-Guinea
Lorelei
Pepper-Tree
Musette and Drums





Toplama bir albüm. Ama içinde "Millimillenary" özelliğini barındırmakta. Arşivciler bu yana..

0 com

Cocteau Twins - Echoes In A Shallow Bay (1985)


















Great Spangled Fritillary
Melonella
Pale Clouded White
Eggs and Their Shells





1985. Yani "Cocteau Twins"in en Shoegaze ayarındaki ve yavaştan atmosphericleşmeye başladıkları dönemleri. Yeni başlayanlar için değil de, Shoegaze'in kavurucu sıcağında yanmak isteyenlere.. Güneş kremine gerek yok. Bazen acıda zevk verir..
0 com

Lowlife - Rain (1985)






















1985-1997 arası müzikal girişimlerde bulunmuş İskoç yerküreli Dream Pop/Alternative Rock projesi. Ayrıca, "Cocteau Twins" kurulumundan sonuna kadar Gitar çalan "Robin Guthrie"nin kardeşi olan "Brian Guthrie"ninde eli değmiş ve "Cocteau Twins"in ilk albümü olan "Garlands"da Bass Gitar'ı çalan "Will Heggie"de grubun kadrosunda bulunmuştur.

Lowlife - Rain (1985)

Sometime:Something
Reflections Of I
Gallery Of Shame
Sense Of Fondness
Hail Ye
Again And Again




3 com

the Jesus and Mary Chain - Psychocandy

İskoç Jim ve William Reid kardeşlerin unutulmaz shoegaze grubu. Davulcuları Bobby Gillespie gruptan ayrıldıktan sonra Primal Scream grubunu kurdu. 1984 kuruluşlu JAMC 1999'a kadar müzik yapmaya devam etti ve sonra dağıldılar. Taa ki 2007 Coachella festivaline kadar, 2007'de birleşen grup tekrar konserler vermeye başladı. Tekrar birleşme turnesinde the Rakes'in(onlarıda ayrıca açıklayacağım) support ettiği grup birde album çıkaracaklarını açıkladı...

Onların bence en önemli albümleri Psychocandy...





















tracklist:
1-Just Like Honey
2-The Living End
3-Taste the Floor
4-The Hardest Walk
5-Cut Dead
6-In a Hole
7-Taste of Cindy
8-Never Understand
9-Inside Me
10-Sowing Seeds
11-My Little Underground
12-You Trip Me Up
13-Something's Wrong
14-It's So Hard

3 com

Anti'den Dünyaya v1.0

S.O.D. - Speak English Or Die

Yıl 1985, hali hazırda Anthrax adlı thrash metal grubunda çalan Scott Ian, Dan Lilker ve Charlie Benante eski arkadaşları Billy Milano ile bir hardcore grubu kurmaya karar verir ve crossover aleminde büyük olay yaratacak, adı sürekli spekülasyonlarla anılacak S.O.D.'yi kurarlar, grubun ilk albümü Speak English Or Die'ı paylaşmak da bana düşer.



İngilizce Konuş ya da Öl!

-------------------------------------------------------------------------------------------------
Hellnation - Your Chaos Days Are Numbered


1989'da Kentucky'de bu işlere başladıklarında yaptıklarına hızlı hardcore diyorlardı, sonradan powerviolence, fastcore, grindcore gibi pisliklerle adları anılmaya başlandı. Bu üç kişilik hız & gürültü terörünün 1998'de Sound Pollution'dan çıkan albümünü buyurun buradan yakın.






Kaos Günlerin Sayılı!

-------------------------------------------------------------------------------------------------

Genocide Superstars - Superstar Destroyer

1994'te, taşı toprağı altın İsveç'in, taşı toprağı gümüş şehri Örebro'da eğlenmek, sarhoş olmak ve Discharge, Motörhead, Misfits gibi gruplara saygılarını sunmak amacıyla kurulur Genocide SS. Kadrosunda paşaların paşası Mieszko Talarczyk'in de bulunmasıyla zaten artı puan topluyor grup. Ha tür mü? Crust'n'roll diyelim düz hesap.




Süperstar Muhribi!

.

.

Öpücük