The Rita - Revealing Leopard Skin (Skelton Dust Recordings, 2008)
Reynols - Minecxio (Freedom From, 2000)
Evenings - Earthen Moons (Audiobot, 2005)
Paleontoloji
Paleontoloji ya da taşılbilim ya da fosilbilim, fosilleri veri olarak kullanarak dünyada yaşamın tarihini yazmak amacını taşıyan bilim dalıdır.
Latince palaios (eski) onto (varlık) ve logos (bilim) kelimelerinden türemiştir. Eski varlık bilimi olan Paleontoloji; Stratigrafi, Sedimantoloji, Tarihsel Jeoloji, Biyoloji, Ekoloji, Coğrafya, Klimatoloji ve Evrim ile yakın ilişkilidir.
Fosilbilim fosil bilim ya da taşıl bilim olarak da bilinir. Bir başka tanımlamayla, ölmüş varlıkların "fosil" olarak isimlendirilen taşlaşmış kalıntılarından ya da izlerinden hareketle, jeolojik zamanda yaşamış olan canlıların en ilkelinden günümüzdeki en gelişmiş olanlarına değin geçirdikleri gelişmeleri, çeşit ve şekilleri, yaşama ortamları, ortaya çıkışları ve yok oluşlarıyla, zaman ve mekandaki dağılış ve yayılışlarını araştıran bilim dalıdır. İlk paleontoloji araştırmaları Leonardo da Vinci tarafından, Mısırdan getirilmiş kireçtaşında nummulitesleri görmesiyle yapılmaya başlanmıştır. Da Vinci Nummulites'in, bir organizm
a kalıntısı olduğunu anlamıştır.
Fosilbilim iki çeşit olarak incelenir. Bunlar;
- Makropaleontoloji: Mikroskopta incelenmeyen, makro büyüklükteki fosilleri araştıran paleontolojinin alt dalıdır.
- Mikropaleontoloji: Çıplak gözle incelenemeyen, ancak mikroskopla incelenebilen fosilleri araştıran paleontolojinin alt dalıdır.
- Fosilbilim bu şekilde araştırmalarıyla yer ilmi olan jeolojiye de yardımcı olmaktadır. Bu şekilde yapılan araştırmalar neticesinde tam olarak zamânımıza kadar gelebilmiş fosil zincirine rastlamak mümkün değildir.
- Fosiller göreceli jeolojik yaş belirlenmesinde depola
nma içeriğinin benzerliğiyle stratigrafik delil oluşturur. - Yerbilimsel tarih boyunca coğrafi oluşumların ve ortamsal değişimlerin kanıtlarıdır.
- Eski organizmaların kayıtlarını inceleyerek yerbilimsel tarih boyunca hayvan ve bitkilerin evrimini gösterir
1 | Moon Red | 8:32 | ||
2 | Moon Grey | 5:59 | ||
3 | Moon Black | 13:45 |
Darkoccult - Uterus (2010)
Darkoccult - Uterus (2010)
01-Intro
02-Fear
03-Fog - Yeshua of Nazareth
04-Blood Pool
05-Yin-Yang
06-LSD Testing
07-Not From This World
08-Rahman
09-The Horses
10-The Seventh Seal
11-Uterus
12-Sabah
Diğer çalışmaları için, şu adres en temennim: www.dark-occult.blogspot.com
Twistycat - Megaflora-Megafauna (2008)
Free Improvisation'ın, büyüleyici güzelliğini ve özgürlükçü ruhunu simgeleyen kayıtlardan oluşan bu albüm, duvarlara ya da yatağınızın tepesinde bulunan tavana bakarken ki ses kütlenizin; iç çamaşırsız mayonuz gibi doğallığını korur. Güneş.. yakıcı ışınlarını geceye nakseder ve var gücüyle sizi zindanın da hapseder.. Üzerinize rahat bir şeyler almadan yatın.. yatın ki ötekileri uyandırmayın. Türü sevenlere: leziz bir içerikte!
Arıza-i mukadderat..
Twistycat - Megaflora-Megafauna (2008)
2 CD
Tracklist:
Acoustic
1-01 Untitled 7:25
1-02 Untitled 6:46
1-03 Untitled 6:43
1-04 Untitled 4:46
1-05 Untitled 5:41
Electric
2-01 Untitled 6:37
2-02 Untitled 8:22
2-03 Untitled 7:33
2-04 Untitled 8:55
2-05 Untitled 12:05
Nah Dilleri
Nah dilleri, Kuzeydoğu Kafkas dilleri içinde bir alt öbek oluşturur. Bu öbekte Çeçen, İnguş ve Bats dilleri yer alır. Çeçence Çeçenya'da, İnguşça da İnguşya'da resmi dillerdendir. Bats dili ise Gürcistan'da konuşulur.
Nah dilleri, asıl olarak Çeçenya, İnguşya ve Gürcistan’da konuşulur. Ancak Çeçence ve İnguşça, Rusya Federasyonu'nun başka bölgelerinde ve Türkiye gibi ülkelerde yaşayan Çeçenlerin ve İnguşların dilidir.
Batsça, yaklaşık 3.420 kişi tarafından konuşulur.
Vaynah dilleri:
Çeçence, yaklaşık 950.000 kişi tarafından koşulur.
İnguşça, yaklaşık 230.000 kişi tarafından konuşulur.
Nah dilleri, geleneksel olarak Orta-kuzey Kafkas dilleri sayılır. Dağıstan dileriyle ilişkilendirilerek iki dil birlikte Nah-Dağıstan dilleri olarak adlandırılır.
The Cherry Blues Project - Dead Hours (2009)
Download!
"İslâmcı Gençlik"
Javihyev - We Are Those Who Burn The Sky (Lo-Fi/Sci-Fi Records, 2009)
- Hep yokmuydu ki ?
- Yukarı da diyorum, bir ay var.. Nasıl renkli, nasıl şehvetli..
- E hep vardı ki.
- Yukarı da diyorum, bir ay var.. Nasıl çeşitli, nasıl verimli..
- Ben hep vardı diyorum.
- Yukarı da diyorum, bir ay var.. Nasıl sesli, nasıl benimli..
- Ben de hep vardı ama sen neredeydin diyorum ?
- Yukarı da diyorum, bir ay var hani.. Nasıl kederli, nasıl..
- Nasıl ?
- Yukarı da diyorum, bir sen vardın hani.. bir de ben; içi hep sevinçli..
- Ee ?
- Yukarı da diyorum, bir ben varım artık.. bir de içimde ki koca kedi..
Tracklist:
Josef Nadek - To Infect And Persist Vol. 1 (2010)
Tüylerindeki çaresizliğe baktım.. sadece baktım. Bakmamla, yitirdiğim ekinlerimi hatırladım. Boy, boy olucaklardı oysa ki.. ve sen yine biçmeye devam edicektin, değil mi ? Arsızlığında ki gülüşünü kesmemi bekliyorsun yine, biliyorum. Baltamı bilemeye devam ettiğime dair, busesiz hıçkırığıma..
Fıttırdığımı sanma, iyi rol yaparım.. bilirsin.
Hatırla..
Josef Nadek - To Infect And Persist Vol. 1 (2010)
Tracklist:
İlerledikçe, baş ucu albümüm oldu. Sizin de neden olmasın. Kolay yutulan cinsten değil, kolay unutulan cinsten hiç değil..
Aube & Die Form - Ukiyo (1995)
Label: Hypnobeat
2. Akuma 8:30
3. Kagami 3:53
4. Raijin 11:14
5. Purgatory I 2:01
6. Ukiyo-Mu 3:43
7. Mu 6:42
8. Fuujin 14:33
9. Ukiyo 5:11
Sigillum S - Studs And Divinity (1989)
İtalya çıkışlı Sigillum S müziğiyle tanışmama vesile olan bu kaset formatlı albüm beni baştan aşağı süzdü aslında. İlk dinlemem de gayet etkisi altında kaldığım albümü, daha sonraki günlerde de defalarca tükettim. Çok sevdim.
Industrial tadın dayanılmaz hafifliğini, en yakın akrabası olan Noise baskısıyla enfes bir albüm. Kendini tekrar etmeyen kayıtlar yapmayı seven, her kayıtta farklı tadlar, nefesler, birleşlimler ve kategorilere küme halinde girmeye çalışan Sigillum S, bu albümde ki enerjisini hiç bozmadan bir sürü albüme imza atmış ve en son geçen yıl önce çıkardığı albümle halen faal olduklarını bizlere göstermektedir. Eraldo Bernocchi, Paolo Bandera & Luca Digiorgio'dan oluşan Sigillum S olayının diğer albümlerine zamanla atlama yapacağım. Zamanın da Front 242, Clock DVA, Ramleh, Blackhouse, Dive, Shock Corridor gibi projelerin de albümlerini basan label Minus Habens kotarmış bu albümü.
Yepyeni yazarlar almaya devam ediyoruz. 3 Yeni yazarımıza hoşgeldin partisini içimiz de düzenlerken, yazar kapımızın açık olduğunu belirtir, bana ulaşmanızı yeğlerim. Her şey ne için ? Her şey paylaşım ve yol göstermek için.. Yaşasın müzik yemek.
Sigillum S /Offical Site
Sigillum S - Studs And Divinity (1989)
Label: Minus HabensTracklisting:
1. Priesthood Of Whore Kaosdom
2. Two Miniskirted Scorpions Digitally Mating On A Platform
3. Chewing A Just Used Condom In Her After Coming Bliss ... Ageing And Death Of Masses
4. Draw The Spleen Of Divinity
5. Five Or Six Corpses
6. DNA Spilling In A Swine Car
7. Night8. A Violin Is Kissing A Decomposing Liszt
9. Plague Privilege Plug
Myspace Volume 9 / Ratbag (Australia)
Pc onarıldı derken, 2 günde saçmaladığının farkına mecburen vardım. Adult sitelere hiç girmeye gerek yok gerçketen, albüm indirmek için sitelerde dolaşmak yeterli oluyor, pc'lerin sapıtması için. Herneyse.. derken bu sefer de biriken 3 aylık internet borcuyla dün gece kapanmış olan internetimin kaderiyle baş başa kalıp, 1 aylığını bile ödeyemediğim bugün ise yine soluğu internet cafe de sizlere bir şeyler paylaşayım diye aldım. Heyecan, istek ve yol gösterici olmanın verdiği sorumluluk herhalde böyle bir şey. Herhaldesi de fazla aslında..
Myspace'in en kadar güzel ve özel olduğunun yasak geldikten sonra kavrayan beyinlerdenim sanırım. Delicesine giriştiim sayfalarına. Öyle güzel ve özel şeyler çıkıyor ki karşıma. Zamanla bunları paylaşmaya çabalıyorum sizlerle. Ve işte yine onlardan biri ama yine herkesi heyecanlandıramıyacak kapasite de bir müziksel profil daha. 1978 Melbourne douğumlu deneysel beyin Julian Percy'den, okyanus misali dalgaların, uğultusal boşlukların da kaybolup gitmeye hazır 3 teneüffüs-i alımında güzellikler.. Aşağıda gördüğünüz bu video tipli kutucaklar, tam akisne birer müzik çalar. Çok şık görünüyor değil mi ? Bu durum da yakın da moda haline gelebilir kesinlikle. Gayet şık. Sound'dan ve fikirlerim den bahsedeyim biraz da. Aslında, Ychorus bundan 3 sene evvel kurulmuş olsaydı, takipçileri; benim tarafımdan yazılmış uzuun yazılar bekliyor olucaktı her yeni post gişirim de. Ama zaman için de oluşan bir takım olaylar, gelişemeyen gidişatım, yaşamımın boy atamaması, içime kapanmış gibi görünen ifadesizliğim, olanaksızlıklarım ve her daim bizi yücelten, yerlerde süründüren, sağ gösterip ortadan vuran, sevince boğan, üzüntüyle baş başa bırakan ve daha onlarcasını bedenimize sarfeden insanlığın acımasızlığından kaynaklanan içsel durumlarımın tamamen gerçeğini yansıttım ister istemez, bir çırpı da.. Şükür ki, yine eski yıllarım da ki heyecanımı, damarlarım da ve beynim de hissetmeye yavaştan başladım şu günler de. Bu geriye dönük bir devrim benim için ve çok özel elbette ki. Tamam, susuyorum..
Kulaklık her daim çok önemli bir unsur olmuştur hayatım da. Eviniz de son sistem bir müzik setiniz olsa da, albümleri orjinal CD'den dinleseniz de, kulaklılığın direk kulağınıza nüfus eden hazzını hiç bir zaman veremeyecektir. İşte bu durumun bir örneği, aşağı da paylaştığım kayıtlardır. Hoporlörünle dinlerseniz eğer kayıtları, pek zevk almayıp, benim gibi heyecanlanmıyacağınıza kesin gözle bakıyorum. Ki bu durum hemen hemen her tür müzikte geçerli benim için. Geçelim konumuz olan Ratbag olayına. İlk kayıt, 21 Ağustos 2009'da (sanırım) NK adlı bir mekan da verdiği konserin kaydından iberat ki bu kayıt toplam 49 dakika sürmekte ve hepinizin bu kayıdı baştan sona, bir anda tüketmiyeceğinize de kesin gözle bakıyorum. Elbette kulaklığın kaliteli olması da, alıcağınız hazz-ı doruğun yükselmesine hatta nirvana'ya varıcağınız anlamına da gelicektir. Misal, bu kayıdı daha önce başka bir cafe de dinlemiştim ve aldığım haz bambaşkaydı. Şu an başka bir cafe den dinlemeye çalışıyorum ama o hazzı alamıyorum ne yazık ki. Gerek kulaklığın verdiği yetersiz ses kalitesi, gerekse yanımdan geçip gidenlerin ayak sesleriyle, tamamen bir garnitür oluşmuş durumda. Berbat bir durum, evet. Devamlılık kaydeden tek ses vuruş tadı, en tepeler de gezinmeme sebep oluyor ve "allahım, böyle şeyleri tasarlayan, sunan ve zevk alan insanları benimle rastlaştırdığın için sana şükrediyorum" lakırdısını içimden iç geçiriyorum.. Ne güzel bir hissiyat bu yareppim.
Bir diğer husus ise müzik dinlerken bir şeylerle oyalanmanız, bir şeyler okunamınızdır. Dikkatin dağıldığı yetmiyormuş gibi, bir süre sonra da çalan müziğin güzelliğini de kavrayamadan kapatacağınız ayrı bir acı gerçektir. Özellikle Ambient/Drone/Noise/Experimental/Industrial gibi bu güzelim türdaşlar da bu durum çok hassastır. O yüzden pek çok insan tarafınca sevilemeyen, içine girmesi zor, bir süre sonra kapatılan ve daha sonra da beyin de yer edinemeyen müzik türleridir. Çok acıdır. Acıtır.. Hepimiz, herhangi konuda özgür iken diğer kayıtlara da dokundurayim. 2. sırada duran Trial dinlemesi ve beğenilmesi en zor kayıt niteliğini taşıyor bence hepimiz için. Extrem bir Noise'sal durum yok, merak etme. Kayıt tekniği konusun da lo-fi sınırlarının göbeğin de durmakta. Arkadan fısıldayan ablamızı da yakın zaman için de sizlere tanıtmayı düşünüyorum. Düşünmekle kalamam da, biliyorum. Baya arıza bir durum çünki. Orjinalitesi de yüksek.. Ve sıranın sonun da yer alan kayıt 16 Haziran 2009 tarihli King Kong konserinden alıntı olan canlı ses kayıdı. Şarkı sonun da duyacağınız el çırpmaları az buldum kendi adıma. 09:12'lik zamanıyla, bir nebze de olsa o konserde bulunma hayaliyle örtüşüyor. Gayet yerli yerinde bir kayıt.
Eveet.. Bu denli yazıyı sizlerle paylaştıktan sonra, haraket etmeyi sizlere bırakıyorum. Bol, bol, ses üzerine kayıtlar yutmanız dileğiyle, yorumlarınız kabul buyurur, arkadaş teklifiniz için myspace linkini göstermek isterim.
Ratbag Myspace
Yellow Swans with John Wiese - Portable Dunes (2009)
LastFm, Myspace engeli vs. derken pek çok şeyi geride bıraktık yine, yeniden.. Derken myspace bir kaç gündür açılmaya başladı. Onlara istediğim kadar çok üzülemedim bile. İlk sürüm olan think pad'li lap top olayım el fatiha olmaya yakın oldu ve 14 gündür beni cafelere, eskisi gibi mahkum etti. Tabii devam eden ve kullanılamayan internet borçları da bir, bir katlanmaya devam etmekte. Son bir şans olaraktan yarın başka bir bilgisayarcıya götürmeyi planlıyorum, tamir için. Bakalım..
Pozitifliğe doğru adımları attığım şu dönemlerim de bile beni yalnız bırakmayan bahtsızlığım ve ipe, sapa gelmez terslikler oluşumları, artık dayanılmaz boyutlara çıktı. Aklıma geldikçe şaşkınlıktan gülüyorum çoğu zaman. Resmen ilan-ı hodri meydan yapmış durumda bana karşı. Herşeyin farkındayım. Ama çok da nedeni olmayan pozitifliğimi pek öldüremiyor açıkçası ve yine şaşırıp seviniyorum bu dönem de ki içime. Bir şeylerin zamanı çoktan gelip, geçmekte olduğunu iyice sindiren beynim, artık bana oyunlar oynamıyor. Hiç olmadığı kadar istekli ve arzulu. Ak ve karaları vücuduma boyadım bir bir. Daha da her şeyin farkın da olabilmek için. Bana zarar verememeleri için. En önemlisi de, bir şeyleri başarabilmek için. Artık gözünüzü açmanız ve bazı konularda da gözünüzü yummanız gerekiyor. Yoksa çoktan iş işten geçicek. Biliyorsun değil mi ?
Zaman önemli. Zaman demişken; 11 Kasım dönemi yola çıkmayı planlıyorum. İstanbul topraklarına basmak için. Bir nedeni elbette var. 15 Kasım günü Kadıköy / Arka Oda adlı mekanda Liz Harris, yani sahne ismiyle Grouper bir performans gerçekleştirecek. Bant dergisinin nefis oluşumu Kulaktan Kulağa konser serisince Portland toprağından getirilecek olan Grouper'ı tanımayanlara, Ychorus içi bir search yapmanızı tavsiye ediyorum. Linkleri hala çalışan albüm olayları karşınıza çıkıcaktır. Bunun dışın da benim için bir nevi bonus olan ve 12 Kasım günü gerçekleştirilicek olan, İrlanda'lı Post Rock/Ambient projesi God Is An Astronaut konseri var olmakta. Kendilerini 2007'de Barışa Rock festivalin de bir avuç bileniyle izlemiş olan ben için çok heyecan verici bir durum değil aslında. Yine de bir ihtimal gitmeyi düşünüyorum. Şimdilik biletler 40 ytl. Daha sonra da 45 olucakmış. Belki de daha da katlanıcakmış bu ücret-i tarif. Pahalı bir konser benim açımdan. Yine de gidilesi bir etkinlik olduğu kesin. İstanbul'dan çıkma ve son dönemlerin de daha bir Post Rock eğilimi gösteren Düş Macunu'da konserin açılış grubu olucakmış. Jolly Joker Balans'da olucak herşey o gün, evet.
Ve her şey bir yana, bugün çok sıkıcı bir gün. Körelemememin zevkini yaşıyorum bir yandan. Bir yandan da fazladan yalnız olmanın acısını ve yüksek dozajdaki unutkanlığımın acı gerçeğini. Bitsin bazı şeylerimiz, sürsün tüm güzelliğimiz. Çok önemli bir söz ise; 'Tek güvenebileceğimiz şeyin müzik olması'dır. Devamlılıklar..
Açılışı, Harsh Noise tadında yapan grubun, daha sonra hiç böyle devam etmediğinin işitsel kanıtından oluşan albüm paylaşımım. Hangimiz herkese göre ki ? Ya da hangi herkes bize göre. Hatta hangi albüm hepimiz dinlesin diye yaratılmış ? Kimseyi kandırmanın bir anlamı yok, günahı ise daha çok. Kapağı da Grouper tasarlamış.
Susalım ve dinleyelim.
DNA - Last Live At CBGB (1993)
Az önce uyandığımda 06:30 bile yoktu. Oysaki, gece yatmadan önce yorgunluktan hissettiğim belimin zor tutması ve aşırı yoğun bir iş temposu yaşadığım Cumartesi gecesi ateşi bile bana fazlaydı.. En azından biraz daha fazla uyuma isteğim vardı 23:30'da yatmama rağmen. Ama uyuyamıyor, uyuyamıyor, uyayamıyorum. Alışkanlıktan olsa gerek aynı saatte kalkma durumlarımız. Ayrıca sevmiyorum uyumayı, uyuyupta öğlen kalkmayı, koca günün yarısını bitirmeyi. Hiç bir şey yapmadan hemde. Hiç bana göre değil. Gece geç de yatsam, sabaha erkenden uyanıyorum yine. Herneyse, iyice uzattığımın farkındayım..
Uyanmamın saniye öncesi şöyle bir konuşma duydum rüyamda. Tanımadığım bir kadın telefonda birine anlatıyordu. "Ohoo çoktan başladı bayram, 8'de başladı ve hemen kasnak gösterisine başladılar, devam ediyorlar". Bayram ? "19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı" idi bunun nedeni. Gerçi ne alakaydı bu tarz bir rüya görmem onuda hiç bir zaman anlıyamıyacağız sanırım. Rüyalar her zaman çok garip. Hepimiz için belki de.. Habercisi olduğuna inandığımız olaylarda olmuyor yada gerçekleşmiyor da değil hani. Pek çok kez rastlaştım bu duruma. Ve yine gülümsedim olduğunda. Uyandım. Hani şöyle bir düşünce vardır "Sabah, sabah ne dinlesem gider şimdi, beni ne açar, ne uykumu getirir, ne dinlemeliyim vs. vs.". Bu soruyu kendime sormuyorum. En azından psikolojik durumumu düşünüpte açtığım müzikleri saymayalaım. Ne açtım ? "Windy And Carl" ikilisini. Pek çoğumuza göre, sabah sabah uykusunu tekrar getiricek olan bir müzik icra ediyorlar. Karanlığa yakın bir Ambient, Drone, Experimental, Shoegaze, Post Rock karması olan müzikal anlayışlarında ki samimiyeti, herşeyi ağırdan almalarını, sözlerin hep geri kalmasını, bolca ses üretmelerini ve pazar günleri sabahı olan o insansız, telaşsız, sessiz ve donuk gözlerle size bakan iki çift göz misali halini çok seviyorum sokakların. Öyle mutlu oluyorum ki. Caddeler de yere uzanmak istiyorum belki de. Yoksa insanları sevmiyormuyum ? Çok sıcak kanlı, samimi, paylaşımcı, yardım sever, ara bulucu vs. vs. gibi tanımlamalar duydum birilerine beni anlatırlarken. Öyleyimdir de.. Ama her daim bin tonluk bir yalnızlıkla yapıyorumsanırım tüm bunları ve öyle gösteriyorum görülen yerlerimi..
19 Mayıs 2002 sabahıydı. Erkenden uyanmalıydık ve bazılarına göre oturduğumuz kasabada ki en entel tipler olaraktan toplaşıp, öylesine gezip muhabbet etmeliydik. Uyandık da. Uyanmanın öncesi hava kararmıştı ve ben o gördüğüm açık yeşil tonları olan, gördüğümde vurulduğum tişörtü almalıydım. O yaşıma kadar ilk defa bu kadar güzel bir tişörte sahip olucaktım. Hiç yapmadığım bir şeyi yapıp babamdan o tişörtü almak istediğimi ve para istediğimi söyledim. Bu bile kendimden büyük ödün verdiğim anlamına gelmişti. Ama almalı ve üzerimde görmeliydim. Benim olmalıydı. Kapanan tezgahı açtırmak zorunda kaldım sırf o tişörtü alabilmek için ve biraz da anlayış göstermeleri için yakardım tişörtü satan karı-koca'ya. Halimi anlayıp, olduğu yerden çıkarıp bana verdiler ve alışveriş bitmişti. Sabah olmuş, güneş ışınlarını pencereme vurmuş, bir an önce kalkmıştım. Hafif soğuktu ama sadece o tişörtü giymeliydim. Giydim ve dışarıya çıktım. Günün ve dış dünyanın aydıklık olmasıyla, tenimin beyazlığı ve tüylerimin sarılığından gelen parlaklıkla olağanüstü görünüyordum. Tişört benim için daha büyük değere binmişti ve gerçekten çok yakışmıştı. Yolda giderken hep dükkanların vitrininden kendime baktım sanırım.. her zaman ki gibi. Kendimi seviyorum evet. Bencilliğin yakınından geçmeyen bir sevgiyle.
Ve 4 kız, 4 erkek olarak buluştuk. Bayram yerinde öylece gezip muhabbet ettik, yüzlerce kişinin arasında. Ama kasabada dikkat eken 3 erkektik. Saçlarımız uzun, iki tanemiz küpeli, allaha şükür yüz güzelliklerimiz de yerindeydi ve ülkü ocağı tayfasının baş gıcık olan tipleriydik. Aldırmıyorduk. Buluştuğumuz da, aldığım ve artık benim olan tişörtüme yapılan yorumlar ve ne denli yakıştığını onlardan duyduğum sesli sözleri, her zaman ki mütevaziliğimle kabul edip gülümsemiştim..
Sonra şöyle bir ses geldi ve olduğumuz yer bayram yerinin çıkış taraflarındaydı ki insan da azdı. "Şişşt! Koray bir gelsene, bir şey konuşucağız". Bende arkadaşı olarak yanlarına gittim ve onlar 4 kişi ülkü ocağı adamlarından hatta 1 tanesi en pis adamıydı. Sonuçta bayram yeriydi ve anca 2 laf söyleyip giderler diye düşünüyorduk. 3 Erkek onların yanındaydık. 1 Tanemiz ise daha önceden onlarla ufak bir tartışması olmuştu. O yüzden yanımızdan gitmiş ti. 4 Kız ise bizi hemen karşı kaldırımdan izliyordu meraklı gözlerle.. Onlar devam etti: "Anama küfretmişsin Koray bıdı bıdı bıdı (Ki genel anlamda ülkü ocağı tayfasının en unutulmaz ve kilişe ötesi bir lafıdır bu, sevmediği bir adamı tartaklayabilmesi için küçük beyinlerin yapabileceği en büyük cümle belki de)
- Ne küfretmesi kardeşim. Ben seni tanımıyorum bile (Ki elbette şahsen tanımıyordu/tanımıyorduk)
- Kes çeneni anama küfretmişsin diyorum, sen nasıl küfredersin laan. Çat! (Surata bir tokat).
Bu arada bunu yapan elemanı ilk okuldan tanıyordum. Karşı sınıfımdaydı sadece ama o zamandan belliydi cüssesi ve ensesi kalın olucağı.. O an öyle bir tokat ses geldi ki birebir hiç bir zaman öyle bir ses duymamııştım ve bir daha da hiç duymadım da. Eli çok ağırdı.
- Seni tanımıyorum diyorum. Naapıyorsun ?
- Kes lan sesini, Nasıl küfredersin bıdı bıdı bıdı. Çat! (Bir okkalı tokat daha)
- Bak seni biliyorum. Sanayi de çalışıyorsun, hiç iyi olmıyacak bırak diyorum. (Ki eskiden ülkü ocağından bir sürü arkadaş edinip sonradan kendini ordan çeken ve 360 derece boyut değiştiren bir adamdı Koray. Arkası halen istese sağlamdı belkide. Hatta bir eniştesi vardı, herkesi tanıyan cinsinden hani)
Ben.. Hiç bir şey yapamamamın verdiği donuklukla sadece bakabiliyordum ve karşımızdaki kız arkadaşlarımızda telaşlıca bakıyorlardı. Hafiften duruluyor gibiydi muhabbet ve kızların yanına gidip 2 kelam edip geri dönmüştüm onların yanına. Bu sefer o en pisleri olan hani, benimle konuşmaya başlamıştı. Ki daha öncelerinden bir kaç muhabbetim olmuştu ufak çaplı kötü olmayanından. O an dediklerini pek hatırlamıyorum. Kısa olan boyumun omzundan tutup hemen yanlarında duran beyaz arabaya doğru yürüdüğümüzü hatırlıyorum. Tip ve müzik dinleme anlamında gayet normal olan arkadaşım ise sadece olanları izliyor ve bir şey yapamadığı için sinir oluyordu. Derken.. Çat, çat, çat diye 3-4 defa en okkalısından tokatlar yemiştim ve biri sol kulağıma gelmişti. Aşırı çınlıyordu. O an dediği hiç bir şey duyamadım o yüzden. Hemen yanında ki ben boylarda olan arkadaşıda bir kaç tokat salladı yüzüme. Doymuyor, vurdukça vuruyor bir yandan klasik ve içinde her daim İBNE kelimesi geçen o küfürlerinden yapıyorlardı. Saçlarım uzundu ve tokam ucu ucuna tutuyordu. Burnumdan oluk oluk kan akıyor, üst dudağım neredeyse patlama anına gelmişti.. Sadece yürüdüğümü ve Koray'ın "yapmayın, yapmayın, bırakın onu" gibi laflar söylediğini hatırlıyorum. Arkamdan küfretmeye devam ediyorlardı. Normal tipli arkadaşım da ben yürürken onlara 2-3 laf etmiş ve ona bir şey yapmamışlardı..
Tişört.. Tişörtüm dü hani. Her yeri kan olmuştu.. Yeşille kırmızı karışmış ortaya berbat bir şey çıkmıştı. Artık onu sevemezdim, giyemezdim. Hep o anı hatırlıyacaktım ve aileme bu durumu söylemiyecektim. Polis hiç bir işe yaramıyordu çünki. Biliyorduk. Onlara yapmaya devam ediceklerdi yapıcaklarını. Çoktular. Çok. Biz ise fazladan azdık. Az.
İlk bulduğumuz çeşmede suratımdan kanları temizlediğimi, saçlarımı toparladığımı ve o esnada yine 4 kız, 4 erkek olarak bir cafede şoku atlatmaya çalıştığımızı hatırlıyorum. Kızların hepsi gayet şokta "Ah canım, allah kahretsin onları, bazen bakamadım yüzümü kapattım" gibi laflar ediyorlardı. Sadece biri, bana yanık olanı: "Yoo, ben gayet baktım valla herşeye, hiç de yüzümü kapamadım" dedi. Daha sonra ki günlerde peşimizi uzun süre hiç bırakmadı ülkü ocağı tayfası, nerede birimizi görseler girişmeye başladılar. Hiç bitmeyecek gibiydi, psikolojiken batık durumdaydık. İntihar vs. herşeyi düşünür olmuştuk belki de. Dışarı çıkaamıyor, int. cafeye bile belirlediğimiz sokak aralarından gidiyorduk. Öyle yapmamız gerekiyordu. Onları gördüğümüzde hemen yol değiştiriyor, ya bir yere saklanıyor ve her zaman korkuyorduk. Polis halen hiçti bizim için. Daha sonra ki olan bir olayda polise gidildi de ne oldu. Hiç bir şey.. Yapıcaklarından vazgeçmeyen bir çoğunluk söz konusuydu. "Ne yani sırf sizi tipiniz için mi dövdüler, siz hiç bir şey yapmadınız mı" gibi çok leziz bir de soru sormuşlarmış hatta.
Daha sonraları öğrendim ki, ben çeşmeye doğru yürüdüğüm esnada kızlarda arkamızdan geliyorlarmış, onlar ise: "Hadi şunları bir daha dövelim bıdı bıdı bıdı" diye söylenip arkamızdan geliyorlarmış ki kızlar da hemen yol değiştirip bayram yerine doğru yürümüşler ve onlarda arkamızdan gelmekten vazgeçmişler. Herhalde kızlara rezil olduk onlarda bizi umursamayıp gezmeye devam ediceklerini düşündükleri için arkamızdan gelmemişler sanırım.. Hani o bana yanık olan kız ise bir süre sonra o tayfaya yakın biriyle çıkmaya başladığını duydum benden yüz alamadığı için belkide. Garipti. Onlara normal gelen tipli arkadaşımın bekar evine gidip tişörtü çıkarmış ve başka bir tişört giymiştim. O tişörtte o evde kalmıştı ve bir daha giyemiceğimi belirtmiştim ev sahibine ve kendime. Yıllar sonrası rastladığım bir fotoğrafta gördüm o tişörtü. Ev sahinin kardeşi giymiş, arkasını doğayı aldığı ve gülümseyen bir poz vermişti. Sadece baktım, baktım ve baktım..
Yazıyı yazarken aslında çok garip ama bana garip gelmeyen ve bu tür duurmlara alışık olduğum bir durum oluştu. "Windy And Carl" dinlediğimden bahsetmiştim hani ve o çalıyordu o esnada. Tam da "Tokatların biri kulağıma gelmiş ve kulağım aşırı çınlıyordu" kelimesini yazacağım anda dinlediğim şarkıdan aynı türde bir ses geldi.. Sadece gülümseyip yazıya devam ettim.
Bir misyonerin oğlu olarak Brezilya topraklarından doğan gitarist-vokalist "Arto Lindsay" Amerikan vatandaşlığına üniversiteye gitmek için geçmiştir. 1978 dönemi kurulan "No Wave" olayı "DNA" pek uzun soluklu bir proje olamamış ama seven insanlarca çok fazla etkileşim bırakmıştır. Bayan davulcuları "Ikue Mori" 17 Aralık 1953'te Tokyo'da helloyu çakmış, 2000 yılında yanına "Sonic Youth"dan "Kim Gordon"ı, yine önemli bir isim olan "Dj Olive" ile bir üçlü olmuş ve SYR serisinden "SYR 5" olayına adlarını müzik tarihine kazımışlardır ki merak edenler için Ychorus içi bir aramaya davet veririm.
Sonic Youth - SYR 5 olarak. Bassistleri olan 1952 Ohio doğumlu "Tim Wright" ise New Wave, Post Punk, Experimental Rock, Art Punk tadlarını dokunuş yaptıran Ohio'lu grup "Pere Ubu" güzelliğine rastgelmiştir. "Arto Lindsay" zaten çok üretken biri olaraktan solo albümlerine imza atar ama ne hikmettir ki "DNA" tadıyla uzaktan, yakından alakası olmayan ama yinede çok leziz olan huzursal kayıtlar yapar. Çalıştığı bazı isimler ve albümlerde çalan konuk müzisyenleride şöyle bir sıralayıp yazıyı bitirmek istiyorum artık. Ayrıca bir not düşmekte fayda görüyorum ki o da, 1973'te kurulan ve onlarca Punk tadlı projelerin sahne aldığı ama 2006'da kapanmak zorunda olup pek çok insanı hüzüne boğan, o güzelim mekan "CBGB "de verilen bir konser esnasında kayıt altına alınmıştır. Albümün basılış tarihi 1993'tür ama elbette konser o zaman verilmemiştir. Zaten 1982 dönemi bu grubun bir arada olmasının üstüne bir el fatiha çoktan okunmuştur.
"Arto Lindsay" ile çalışmayı gönül borcu bilmiş olan insanlar: John Zorn, Marc Ribot, Ryuichi Sakamato, Brian Eno, Peter Scherer, Vernon Reid, Bill Frisell, Blonde Redhead'den Amadeo Pace ve es geçilemiyecek güzellik Ambitious Lovers projesinden baş adam olmayı uygun görmüş 1984-1991 arası 3 albüm kaydetmiştir. Lounge Lizard kadrosunda yer almış, daha pek çok yere imzasını basmıştır.. Offical Website: http://www.artolindsay.com/
"DNA".. Dağınıktır, kirlidir, rahattır, hırçındır, salmışlıktır, kan dolaşımıdır, haykırışdır, isyandır, güçtür, yerlerde süründürür.. bazende güldürür.
Dimdip Not: Yazıyı yazmam 3 saat sürdü, dinlediğim albümlerde şunlardı:
Windy And Carl -
Windy And Carl -
Xela -