Katalan milliyetçilerine hapis cezası: İspanyol hükümeti bir polis devleti inşa ediyor

Alex Lantier
23 Ekim 2019

14 Ekim Pazartesi günü Madrid’in bir düzine Katalan milliyetçisini isyana teşvikten on yıl hapse mahkum etmesi ve bunu kitlesel protestolara yönelik polis baskısının ardından Katalonya’da bir olağanüstü hal uygulamaya koyma tehditlerinin izlemesi, sadece İspanya’da değil, Avrupa genelinde diktatörlüğe doğru büyük bir adımı temsil etmektedir. Pazartesi günkü karar, faşist yönetimi destekleyen son açıklamalarıyla itibarını yitiren bir mahkeme tarafından verilen alçakça ve gayrimeşru bir hükümdür.

Katalonya’nın eski bölgesel yönetiminin başbakan yardımcısı Oriol Junqueras başta olmak üzere sanıklar, 1 Ekim 2017’deki barışçıl bir Katalan bağımsızlık referandumu öncesinde barışçıl protestolar çağrısı yapmışlardı. İspanyol yarı askeri polisi ise, söz konusu referandumda seçmenlere yönelik şiddetli bir baskıya girişmiş ve oy kullanma merkezlerindeki saldırılara kitlesel sivil itaatsizlikle karşılık veren 1.000’den fazla kişiyi yaralamıştı.

Gerçekliği ters yüz eden mahkeme, bunun halka karşı gayrimeşru bir devlet şiddeti değil de meşru bir devlet otoritesine karşı şiddet içeren bir halk ayaklanması olduğunu iddia etti ve Junqueras ile diğerleri bunu kışkırtma gerekçesiyle isyana teşvikten suçlu bulundu.

14 Ekim Pazartesi günü, polis, Barselona’nın dış mahallelerindeki El Prat havaalanında düzenlenen bir gösteri sırasında protestoculara saldırıyor (AP Photo/Bernat Armangue)

Bir genel grev için artan çağrıların ortasında, işçi sınıfı ile İspanya’da ve Avrupa genelinde gelişmekte olan polis devleti arasında bir çatışma mayalanıyor.

Hapis cezalarından sonra Barselona’da Salı gecesi patlak veren protestoların ardından, Sosyalist Partili (PSOE) Başbakan Pedro Sánchez, İspanyol meclisindeki büyük partilerin önderleriyle buluşurken, hükümetinin protestolara yanıt olarak “hiçbir senaryoyu dışlamadığını” ilan etti. Yeni kurulan faşizan Vox partisinin başını çektiği bu partiler, seçilmiş Katalan bölgesel yönetimini askıya almak üzere İspanyol anayasasının 155. maddesine başvurulmasından orduyu seferber etmeye kadar çeşitli talepler ileri sürüyor.

Katalan milliyetçisi siyasi tutukluların serbest bırakılmasını talep etmek ve Katalonya’daki işçileri ve gençleri Madrid’den gelen askeri baskı ve otoriter yönetim tehdidine karşı savunmak, İspanya ve dünya genelindeki işçilerin temel görevidir.

Katalan milliyetçisi tutukluların serbest bırakılması talebinin ileri sürülmesi, onların Katalonya’da bağımsız kapitalist bir cumhuriyet kurarak İspanya’daki işçi sınıfını bölme biçimindeki gerici programlarına ya da Katalan işçilerine dayattıkları sosyal kemer sıkma sicillerine herhangi bir destek anlamına gelmez. İspanya’da Katalan ayrılıkçılığına yönelik (Katalanlar arasında da az bir çoğunlukla var olan) yaygın güvensizlik meşrudur ve siyasi olarak haklıdır. Fakat politikacıların tutuklanması, başlıca hedefleri İspanya ve uluslararası işçi sınıfı olan faşizan bir kampanyanın ayrılmaz bir parçasıdır.

Yüksek Mahkeme’nin kararı, Katalonya’daki baskı için İspanyol polisini değil de protestocuları suçlayarak, devlete temel demokratik hakların içini boşaltması için bir silah vermektedir. Eğer mahkemenin grotesk ve gerici savı geçerli hale gelirse, polisin grevdeki bir işçinin ya da üniversitesini işgal eden bir öğrenin kafasına copunu indirmesi, onları devlete karşı şiddetli bir isyandan suçlu bulmak ve uzun hapis cezalarına çarptırmak için yeterli olacak; anayasal olarak korunan grev ve protesto etme hakları hükümsüz kılınacaktır.

Katalan milliyetçilerine verilen hapis cezası, egemen sınıfın Katalan referandumundan bu yana Vox’u teşvik etme ve faşizme itibar kazandırma yönündeki amansız kampanyasıyla ayrılmaz biçimde bağlantılıdır. Haziran ayında, Yüksek Mahkeme, bu kararı görüştüğü sırada, faşist diktatör Francisco Franco’nun bulunduğu mezardan çıkarılması teklifini, onun “1 Ekim 1936’dan Kasım 1975’teki ölümüne kadar” meşru “devlet başkanı” olduğunu savunarak engelledi. Böylece mahkeme, Franco’nun, İspanya İç Savaşı’nı başlatan faşist darbesinden dört ay sonra, 1 Ekim 1936’da kendisini devlet başkanı ilan etmesinin meşru olduğuna hükmetti.

İspanya genelinde kentleri yıkıma uğratan İspanya İç Savaşı, 200.000 solcu işçinin ve aydının öldürülmesine ve 400.000 kişinin toplama kamplarına hapsedilmesine yol açmıştı. Bütün bunlara rağmen Yüksek Mahkeme, “Don Francisco Franco’nun önemi”ne ilişkin daha olumlu bir anlayış olmaması durumunda, bunun kamu yararı açısından “olağanüstü zararlı” olacağına karar verdi.

Francoculuğun meşrulaştırılması, İspanyol devletinin Katalonya ile çatışmalarını kaçınılmaz olarak keskinleştirmektedir. Franco’nun İspanya İç Savaşı’ndaki zaferinden ve Nazilerin 1940’ta Fransa’yı işgal etmesinden sonra, Nazi Gestapo’nun sürgündeki Katalan milliyetçi önderi Lluis Companys’i öldürülmek üzere İspanyol faşistlerine teslim ettiği unutulmamalıdır.

AB ve onun tüm üye devletleri, İspanyol egemen sınıfının komplosuna doğrudan dahil olmuştur. Hapisteyken Avrupa Parlamentosu’na seçilmiş olan Junqueras, bir AB milletvekili olarak yasal dokunulmazlık talep edebilirdi. Ancak AB Adalet Mahkemesi Junqueras’ın bu dokunulmazlıktan yararlanıp yararlanamayacağına karar vermek üzere bir duruşma tarihi belirlediğinde, tek bir AB devleti bile mahkemeye iddialarını sunmadı. Onların tamamı, açıkça söylemeden de olsa bilinçli bir şekilde, İspanyol burjuvazisinin faşizmi meşrulaştırma ve temel demokratik hakları rafa kaldırma adımlarını desteklediler.

Katalonya’daki karar, AB’nin politikalarına karşı grevlerde ve siyasi protestolarda yaşanan canlanmanın ortasında, AB genelinde demokratik hakları baltalama ve protestoları bastırma yöneliminin yalnızca en keskin dışavurumudur.

Geçtiğimiz hafta, Britanya’nın başkenti Londra’da, 1.600’den fazla barışçıl iklim protestocusu gözaltına alındı ve polis kent genelinde gösterileri yasakladı.

Devlet Başkanı Emmanuel Macron’un, toplumsal eşitsizliğe karşı “sarı yelekli” protestoculara yönelik toplu gözaltı saldırılarını başlattığı sırada faşist diktatör Philippe Pétain’i övdüğü Fransa’da, polis, barışçıl protestocuları tekrar tekrar darp etmekte ve kendilerini savunmaya çalışanları da gözaltına almaktadır. Christian Dettinger davasında, eski bir boksörün bir kadın protestocuyu korumak için bir polisin kalkanına yumruk atmaktan 30 ay hapis cezasına çarptırılması herkesçe bilinmektedir. Bunlar, demokratik hakların askıya alındığı iki yıllık bir olağanüstü halin ardından gelmiştir.

Almanya’da, neo-faşist Almanya İçin Alternatif’in (AfD) kitlesel protestolara rağmen ana muhalefet partisi haline getirilmesi, Avrupa’da neo-faşizmin yükselişinin en tehlikeli göstergesidir.

Stalinistlerin Sovyetler Birliği’ni dağıtmasından ve bunun burjuva entelektüelleri “Tarihin Sonu”nu, sosyalizmin ölümünü ve liberal demokrasinin ebedi zaferini ilan etmeye götürmesinden yaklaşık otuz yıl sonra, Avrupa genelinde egemen sınıflar yeniden diktatörlüğe yöneliyorlar. İspanyol devlet mekanizması içinde faşist eğilimlerin yeniden ortaya çıkması, anlamlı bir biçimde, “liberal” sosyal demokrat Sánchez’in himayesi altında gerçekleşiyor.

Stalinist ve Pablocu Podemos partisi gibi hali vakti yerinde üst orta sınıf partilerinin sınırları içinde en temel hakları savunmak bile mümkün değildir. Podemos, İspanya’da 2017’den beri, sürekli olarak, Madrid’in Katalonya’yı hedef alan faşizan kampanyasına yönelik siyasi muhalefeti dindirmek ve boğmak için uğramıştır. Katalonya’daki baskının hedefi olan işçileri savunmak üzere dayanışma eylemleri yapmayı reddeden Stalinist ve sosyal demokrat sendikalar gibi, o da beş milyon seçmenine tek bir kitlesel protesto çağrısı dahi yapmamıştır.

Bunun yerine Podemos, PSOE’ye, tam da Katalonya’daki baskı harekatına önderlik ettiği sırada bir hükümet ittifakı kurma çağrısı yapıyor. Bu yıl daha önce başarısızlığa uğrayan hükümet görüşmeleri sırasında Sánchez’e devlet meselelerinde “tam sadakat” sözü vermiş olan Podemos Genel Sekreteri Pablo Iglesias, Katalanlara yönelik hükmün açıklanmasından sonra, kararı sözde beğenmemiş olmasına rağmen, “herkesin yasalara saygı duyması ve hükmü kabul etmesi gerekir,” demiştir.

Egemen sınıfların diktatörlüğe ve faşizme yönelişine karşı mücadele, bu iflas etmiş güçlerden kopmayı ve uluslararası işçi sınıfına yönelmeyi gerektirmektedir.

Katalonya’da sosyal ve demokratik hakları için mücadele eden işçiler, toplumun sosyalist dönüşümü ve Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri uğruna ortak bir mücadelede, İspanya ve Avrupa genelindeki sınıf kardeşlerine seslenmeliler. Bu ise, Avrupa’da ve dünya genelinde Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin şubelerini inşa etme mücadelesinden ayrılamaz.