Çar’dan Lenin’e gösterimleri Londra ile Manchester’da kapalı gişe oynadı

Muhabirlerimizden
30 Ekim 2017

Şimdiye kadar yapılmış en önemli belgesellerden biri olan Çar’dan Lenin’e filmi, kısa süre önce, Londra’daki ve Manchester’daki sinemalarda kapalı gişe gösterildi.

Belgesel, 14 Ekim’de Manchester’ın uluslararası çağdaş sanat, tiyatro ve film merkezi HOME’da, 22 Ekim’de ise Londra’nın Barbican Merkezi’nde gösterildi. Sineması da bulunan Barbican sahne sanatları merkezi, kendi türünde Avrupa’daki en büyük merkez.

Manchester’da, film hakkında 10 dakikalık bir sunum yapması için, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin Ulusal Sekreteri Chris Marsden davet edildi. Barbican’da ise, emektar Troçkist Barbara Slaughter bir sunuş konuşması yaptı.

Chris Marsden Manchester’da Çar’dan Lenin’e belgeselini tanıtıyor

 

“Bugün bu belgeselin HOME Sineması’nın Ekim Devrimi’nin yüzüncü yıldönümü anmasında Ayzenştayn’ın Ekim’i gibi klasik eserler ile yan yana gösteriliyor olması, bu eserin kalıcı öneminin bir kanıtıdır.” diyen Marsden, konuşmasını şöyle sürdürdü:

Siyasi olarak, bu eser, şimdiye kadar yapılmış en önemli belgesellerden biri olarak durmaktadır. Bu, BBC’nin ve başka birçoklarının yüzüncü yıldönümünü anma çababalarını karakterize eden tarihdışı ve hatta açıkça komünizm karşıtı propaganda göz önünde bulundurulduğunda, belki de her zamankinden daha fazla geçerlidir.

Eğer Ekim Devrimi hakkında güçlü duygulara sahip olmasaydınız, hiçbiriniz burada olmazdınız. Umuyorum ki çoğunuz, bu devrimi yapanlara yol gösteren savaş karşıtı, sosyalist ve enternasyonalist perspektife sempati duyuyor ya da muhtemelen aktif destek veriyorsunuz. Ama görüşleriniz Rus Devrimi’nin trajik bir hata olduğu biçimindeki resmi siyasi söylem eliyle şekillenmiş olsa bile, insanlık tarihinin rotasını değiştiren, milyonları kapsayan kahramanca bir kitle hareketinin düşünsel, duygusal ve sanatsal çekimi sizi buraya getirdi.

Çar’dan Lenin’e belgeselini izleyince, Ekim’in, Bolşeviklerin gerçekleştirdiği ve Çarlığın demokratik bir şekilde devrileceğine ilişkin önceki umutları kıran bir tür darbe olduğu yönündeki her türlü yanlış kanının, ortadan kalkmasa bile sorgulanacağını ileri sürmeyi göze alıyorum.

Marsden, filmin, bu tarihsel olaylardan esinlenmiş ve ne yapıp edip 1917 olaylarının kamera görüntülerini toplamaya girişmiş olan Herman Axelban ile o dönemlerde Bolşevik devriminin bir destekleyicisi olan Max Eastman arasındaki olağanüstü bir işbirliğinin ürünü olduğunu belirtti.

Eastman, 1920’lerde Sovyetler Birliği’ne seyahat etmiş ve Sovyet yönetiminin birçok önderiyle, özellikle de Lev Troçki ile yakın siyasi ve kişisel ilişkiler kurmuştu. Marsden, bu konuda şunları belirtti: “Eastman, Çar’dan Lenin’e filminin anlatıcısıdır ve mükemmel bir iş çıkarmıştır. Bununla birlikte, filmin yapısını biçimlendiren çözümlemenin Lev Troçki’ye ait olduğunu vurgulamak gerek. Anlatılan olaylar sırasında Ekim’in Lenin ile birlikte önderi ve Kızıl Ordu’nun kurucusu olan Troçki, Sovyetler Birliği’nin Josef Stalin yönetiminde bürokratik yozlaşmasına karşı sosyalist enternasyonalizm programının savunusu mücadelesinin başını çekti. Film, Troçki’nin Eastman tarafından çevrilmiş olan anıtsal eseri Rus Devrimi’nin Tarihi’nin yayınlanmasından bir yıl sonra, Ocak 1931’de tamamlandı.”

Çar’dan Lenin’e filminin sonraki yazgısı, Stalinizmin yükselişine derinden bağlıydı. Belgesel, 6 Mart 1937’de, New York City’deki Elli Sekizinci Cadde’de bulunan Filmarte Tiyatrosu’nda çok başarılı bir başlangıç yaptı. Fakat bu, Troçki’ye ve Sol Muhalefet’e karşı çılgınca bir kampanyaya odaklanmış olan Moskova Yargılamaları (sistematik bir komplo ve Lenin’in en yakın çalışma arkadaşlarının Stalinist bürokrasi tarafından öldürülmesi) sırasında gerçekleşmişti.

Filmi gözden düşürmek ve gösterilmesini engellemek için kapsamlı bir kampanya yürütüldü. Bu, dağıtımcıların, Çar’dan Lenin’e belgeselini göstermeleri durumunda Sovyet filmlerini (Ayzenştayn’ınkiler gibi) piyasaya sürmelerine izin vermemekle tehdit edilmesini içeriyordu. Film ölüme terk edildi ve bu başarılı başlangıcın devamı hiçbir zaman gelmedi.

Marsden, konuşmasını şu sözlerle noktaladı:

Çar’dan Lenin’e belgeselinin, anlattığı olaylara yukarıdan bakma ya da yapmacık ve her durumda sahte bir tarafsızlık iddiası bulunmuyor. O, partizan, sosyalist bir filmdir, ama salt propaganda değildir.

Çünkü o gerçeği anlatıyor. O, gerçek anlamda nesneldir. Lenin’in belirttiği gibi, politikada ya da sanat alanında, hiçbir şey gerçek kadar güçlü olmadığı için, onun yalan söylemek için hiçbir nedeni bulunmuyor.

Çar’dan Lenin’e belgeseli, Bolşeviklerin önderlik ettiği milyonlarca işçinin savaş katliamına nasıl dünyadaki en baskıcı rejimlerden birini devirerek karşılık verdiği ve sosyalizmin bir ütopya değil ama devrimci sınıf mücadelesi yoluyla gerçekleştirilebilecek pratik bir proje olduğunu o süreçte nasıl kanıtladıkları gerçeğini kaydetmektedir.

Londra’da konuşan Barbara Slaughter da şunları ifade etti:

Rusya’da 1917 yılında aslında iki devrim olduğunu herkes bilmeyebilir. Rusya, Şubat’ta Çarlık otokrasisini deviren ilk devrim sırasında, Büyük Savaş’ta iki buçuk milyon kişiyi yitirmişti ve milyonlarca kişi açlık çekiyordu. Eastman’ın yorumu, bu umutsuz durum içinde, Şubat Devrimi’nin ikiz doğurduğuna işaret eder.

Bir tarafta, düzeni yeniden kurmak, özel mülkiyeti savunmak ve savaşı kazanmak isteyen büyük toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin kendinden menkul Geçici Hükümeti vardı. İtilaf Devletleri, Almanya’ya karşı savaşı Çar’dan daha etkin biçimde sürdüreceğini düşündükleri için, bu hükümeti hoş görüyorlardı.

Diğer tarafta ise, savaşa son vermek, büyük toprak sahiplerinin mülklerine el koymak ve barışa, ekmeğe ve toprağa sahip olmak isteyen, Sovyetlerde örgütlü askerler, işçiler ve köylüler vardı.

Bu iki karşıt güç, uzun süre bir arada var olamazdı. Geçici Hükümet’in etkili önderi Kerenski’nin 18 Haziran’da Almanya’ya karşı yeni bir saldırı başlatma kararı, yönetiminin ölüm çanını çaldı.

Filmde, hem Lenin’in hem de Troçki’nin, Rusya’ya vardıkları andan itibaren, Geçici Hükümet’i devirmek ve ilk işçi devletini kurmak için ikinci bir devrim, proleter bir devrim çağrısı yaptıklarını göreceksiniz. Bu ikinci devrim, Ekim ayında [şimdiki takvimle 7 Kasım], Bolşevik Parti’nin önderliğinde gerçekleşti.

Bugün, dünya ekonomisine, bir avuç büyük banka ve ulusötesi şirket hükmediyor. Görülmemiş bir eşitsizlik döneminde yaşıyoruz. Hükümetler, kontrolü kaybetmemek için otokratik yönetim biçimleri benimsiyorlar ve nükleer yok oluş tehdidi hepimizin tepesinde sallanıyor.

Çar’dan Lenin’e, sosyalist ülkülerin dünya tarihindeki en büyük devrimci harekete ilham verdiği döneme tanıklık etmektedir. Ondan öğrenmeliyiz.

Hem Marsden’in ve Slaughter’ın konuşmaları hem de film, izleyicilerden alkış aldı. Birçok kişi Marsden ve Slaughter ile filmi öven konuşmalar yaptı ve bunu, filmin başka kurumlarda da gösterilmesi yönündeki talepler izledi.

Çar’dan Lenin’e gösteriminin ardından, film yönetmeni Barry Bliss, Barbara Slaugter ile konuştu. Bliss, şunları söyledi:

Bu filmi yapmak ne olağanüstü bir başarı. O, dönemin klasik belgeseli. Dikkatli, dinamik ve partizan ki bunu candan destekliyorum. Tarafsızlığın hiçbir anlamı yok. Bu filmi yapma tutkusu, açık bir şekilde, onun devrime bağlılığından kaynaklanıyordu.

1982-1983 yıllarında, Grigori Kozintsev ve Leonid Trauberg tarafından yönetilen Sovyet filmi New Babylon’u [Yeni Babil] ilk kez izlemiştim. Filme eşlik eden orkestra müziğini Şostakoviç bestelemiş. Genel dağıtım için piyano ve başka birkaç enstrüman ile daha basit bir film müziği kullanılmış. Ancak bir müzik bilimci özgün film müziğini bulmuş ve yeniden birleştirmiş. Eser, Southbank’ta tam orkestra eşliğinde çalınmıştı.

Bu, çok heyecan verici bir etkinlikti. Müzik başlamadan önce, film tarihçisi Ken Brownlow sahneye çıktı ve “çok özel bir kişi”yi takdim etmek istediğini söyledi. Bu “özel kişi”, New Babylon’un yönetmeni Leonid Trauberg’ti. Seyircilerin nefesi kesilmişti, herkesin, “Ama o ölmemiş miydi?” diye düşündüğüne eminim. O zamanlar çok gençtim, ama onunla görüşmeye kararlıydım ve bunu iki kez başardım. Onunla konuşmak harikaydı.

Trauberg, 1917’de sadece on beş yaşında ve kuşatma altındaki St. Petersbug’taymış. General Wrangler’in ordusu yalnızca on beş kilometre uzakta iken, Nevski Bulvarı’ndan aşağıya yürüyüş resmi çizmiş. Ancak onlar yeni bir dünya yaratmakta olduklarını biliyorlardı. Her yeni gün, yeni olasılıklar vaat ediyordu. Güçlü bir başarı ve mucize duygusu söz konusuydu.

Trauberg, konuşurken, yeni bir dünyanın yaratıldığına ilişkin bir coşku duygusu vermişti. O, “Yapamayacağımızı hissettiğimiz hiçbir şey yoktu.” demişti. Bu akşam Çar’dan Lenin’e filmini seyrederken hissettiğim şey buydu.