World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Avrupa Birliği

Yazıcıya hazırla

Avrupa seçimleri ve AB’nin krizi

Peter Schwarz
30 Mayıs 2014
İngilizce’den çeviri (29 Mayıs 2014)

Geçen hafta yapılan Avrupa seçimleri, Avrupa Birliği’ne (AB) büyük bir karşı çıkışı ifade ediyor. Maastricht Anlaşması’ndan 22, çok sayıda Doğu Avrupa ülkesinin katılmasından 10 yıl sonra, çoğu insan, AB’nin güçlü emperyalist çıkarların aracı olduğunu görüyor.

Brüksel’deki kurumlar, 2008 mali krizinden beri, Avrupa’yı mali sermayenin çıkarları doğrultusunda biçimlendirmede önemli rol oynuyorlar. Onlar, milyarlarca avroyu zenginler yararına bankalara aktardılar, sert kemer sıkma önlemleriyle refah devletini yağmaladılar, ücretlerin düşürülmesiyle ve sömürü ile işsizliğin arttırılmasıyla ilgilendiler. AB, seçimlerden önceki haftalarda, ABD ile birlikte, Avrupa’yı Rusya ile askeri bir çatışmanın eşiğine sürükleyen saldırgan bir emperyalist dış politika izledi.

Bu koşullar altında, çok sayıda insan, AB’nin refahın ve barışın güvencesi olduğu biçimindeki resmi propagandanın açık bir ikiyüzlülük olduğunu gördü. Ama bu hoşnutsuzluk, sendikalar ve sözde “sol” partiler bütün protestoların ve kitlesel eylemlerin altını oyduğu için, olumlu bir ifade bulmadı. Bu yüzden, kitlesel muhalefet, kendisini, edilgen ve kısmen gerici bir biçimde dışavurdu.

Avrupa’daki kayıtlı seçmenlerin yarısından fazlası (yüzde 57) seçimlere katılmadı. Hayal kırıklığı, AB’ye 10 yıl önce katılmış olan Doğu Avrupa ülkelerinde özellikle büyüktü. Slovakya’da, seçmenlerin yalnızca yüzde 13’ü oy kullandı. Çek Cumhuriyeti’nde, Slovanya’da, Polonya’da ve Hırvatistan’da ise seçmenlerin dörtte birinden azı sandıklara gitti.

Seçmenler, birçok ülkede, işbaşındaki hükümetleri cezalandırdılar. Fransa’da, İspanya’da, Britanya’da, Yunanistan’da ve Hollanda’da, on yıllardır ya iktidarda olan ya da dönüşümlü olarak iktidara gelen sosyal demokrat ve tutucu partiler büyük oy kaybına uğradılar.

Düzen partilerinin çöküşü, kimi durumlarda kötü ve zararlı biçimler edindi. Tutucu, liberal, Yeşil, sosyal demokrat ya da “sol”, bütün düzen partileri AB’yi desteklediği için, aşırı sağ ve açık faşist partiler bu hoşnutsuzluktan yararlanabildiler.

Fransa’da, Britanya’da ve Danimarka’da, bu tür aşırı sağcı partiler en büyük güçler haline geldiler. Onlar, Avusturya’da, Belçika’da, Hollanda’da, Finlandiya’da ve Macaristan’da çift haneli oranlar elde ettiler. İsveç Demokratları ile Yunanistan’daki faşist Altın Şafak ise oyların neredeyse yüzde 10’unu elde etti.

Bu sağcı ve faşist güçlerin gelişmesi tehlike oluşturmaktadır. Onlar, kendi gerici programlarını yaşama geçirmeye kararlılar ve hem devletin ve güvenlik aygıtlarının hem de egemen sınıfın giderek artan bir kesiminin desteğini alıyorlar. Bununla birlikte, onların büyümesini kitlelerin şovenist, yabancı düşmanı ve otoriter programlara olan desteğinin ürünü olarak yorumlamak yanlış olur. Seçmenleri onların kucağına iten şey, toplumsal çaresizlik ve hayal kırıklığıdır.

Sağın yükselmesinin başlıca sorumluluğu, Avrupa Solu’nun partilerine ve onların saflarındaki ya da yörüngelerindeki sahte sol gruplara aittir. Bu örgütlerde “sol” olan tek şey, onların adlarıdır. Onlar işçi sınıfı değil ama orta sınıfın hali vakti yerindeki küçük bir kesimini adına konuşuyorlar. Onlar, kapitalizme karşı bağımsız bir işçi sınıfı hareketini engellemeyi ve bu amaçla sendikalarla ve sosyal demokratlarla sıkı işbirliğini başlıca görevleri olarak görüyorlar.

Onlar Avrupa Birliği’ni ve serbest piyasayı savunuyorlar. Onlar kapitalizmi eleştirdiklerinde, toplumun, onlardan çok daha fazla kazanan ve çok daha büyük bir servete sahip olan en zengin yüzde ya da binde bire kıskançlıkla bakan tepedeki yüzde 10’luk kesimi adına konuşuyorlar. Almanya’daki Sol Parti, bunu, acımasız kemer sıkma önlemlerini yaşama geçirdiği birçok eyaletin yönetiminde kanıtlamış durumda.

Bu sahte solcular, bağımsız bir işçi hareketinden korkuyorlar ama sağcılarla ve faşistlerle anlaşmaya hazırlar. Onlar, bunu, faşistlere yaslanan ve ülkeyi Avrupa Birliği’ne ve Uluslararası Para Fonu’nun talimatlarına tabi kılmayı amaçlayan bir hareketi “demokratik devrim” olarak yücelttikleri Ukrayna’da gösterdiler.

Sahte-sol gruplar, Avrupa Birliği’ni savunarak, sağcıların ve faşistlerin radikal muhalefet gibi görünmelerini mümkün kılıyorlar. Bu, Fransa’da özellikle çarpıcıdır. Ulusal Cephe’nin Fransa’nın en büyük partisi haline gelecek şekilde yükselişi, yalnızca, bu örgütlerin onlarca yıllık dönem boyunca oynadıkları çürütücü rolün incelenmesiyle anlaşılabilir.

Bu küçük-burjuva sol, 1968’de burjuva egemenliğini iliklerine kadar sarsan genel greve, yüzlerini şaşkınlık içinde Sosyalist Parti’ye (PS) ve onun -Vichy yönetiminin eski bir memuru ve Dördüncü Cumhuriyet’in bir bakanı olan- önderi François Mitterrand’a dönmüşlerdi. O günden bu yana, PS’nin önderliğinde, Devrimci Komünist Birlik’in (LCR), Uluslararası Komünist Örgüt’ün (OCI) ve diğer sahte sol örgütlerin eski üyelerini bulmak mümkün. Bunlardan OCI’nin üyesi Lionel Jospin, 1990’larda başbakan olmuştu.

Sosyalist Parti’nin etkisi 15 yıl önce çöktüğünde, bundan, başlangıçta, sahte-sol gruplar yararlanmıştı. 2002 yılında yapılan başkanlık seçimlerinin ilk turunda, LCR’nin ve Lutte Ouvrière’nin (LO-İşçi Mücadelesi) adayları oyların yüzde 10’unu aldı. Sosyalist Parti’nin adayı Lionel Jospin ise ikinci turda tutucu Jacques Chirac’a karşı mücadele edecek olan Ulusal Cephe’nin adayı Jean-Marie Le Pen’in gerisinde kalmıştı.

Milyonlarca insan Le Pen’e karşı sokaklara dökülürken, sahte-solcular, Chirac’ın ardına dizildiler ve ona oy verilmesi çağrısı yaptılar. Onlar, o zamandan beri, şimdi işçi sınıfına karşı ağır saldırıları sürdüren Sosyalist Parti’yi destekliyorlar. Bundan yararlanan Ulusal Cephe’dir. Ulusal Cephe, geçen haftaki Avrupa seçimlerinde oyların yüzde 25’ini alırken, Sosyalist Parti yalnızca yüzde 14, Sol Cephe yüzde 6,3, LO yüzde 1,2, Yeni Kapitalizm karşıtı Parti (NPA) ise yüzde 0,3 elde etti.

Sahte-sol, Ulusal Cephe’nin oylarının artmasına, Sosyalist Parti’ye daha fazla yakınlaşarak tepki verdi. Komünist Parti, bütün “sol” güçlerin (Sosyalist Parti de dahil) bir araya geldiği bir “21. Yüzyıl halk cephesi” oluşturmak üzere “resmi çağrı” yaptı. NPA, “toplumsal ve siyasal sol örgütler”e (Sosyalist Parti de dahil), “aşırı sağın güçlenmesi”ne karşı birleşme çağrısı yapıyor.

Sahte-solcular, diğer Avrupa ülkelerinde de aynı rolü oynuyorlar. Almanya’da, Sol Parti, federal bir hükümete katılmaya hazırlanıyor. O, iç ve dış politikaya ilişkin tüm konularda resmi bir siyasi çizgi benimsemiş durumda.

Bu bakımdan, önderi Alexis Tsipris Avrupa Solu’nun AB Komisyonu Başkanlığı adayı olan SYRİZA, yalnızca görünüşte bir istisna oluşturmaktadır. SYRİZA, kemer sıkma önlemlerine son verme vaadinde bulunduğu için, Yunanistan’daki en güçlü parti haline geldi. Bununla birlikte, SYRİZA’nın bu seçim vaatlerini tutması ne mümkün ne de o bunu istiyor. SYRİZA, faşist Altın Şafak’ın daha fazla güçlenmesine zemin hazırlıyor.

İşçi sınıfının toplumsal ve demokratik haklarına karşı sürmekte olan saldırılar, kaçınılmaz olarak, şiddetli sınıf çatışmalarına yol açacak; sağın yükselmesi direnişle karşılaşacaktır. Fransız işçi sınıfının büyük bölümü Ulusal Cephe’den nefret ediyor.

Britanya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi (SEP) ile Almanya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi (PSG), Avrupa seçimlerine, bu çatışmalara hazırlanmak, işçilere bir perspektif sunmak ve tüm Avrupa’da Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin şubelerini inşa etmek için katıldı.Faşizme, savaşa ve kapitalizme karşı mücadeleye, yalnızca bağımsız bir işçi sınıfı hareketi önderlik edebilir.

Bizim kampanyamız iki konu üzerinde odaklanmıştı: savaş karşıtı mücadele ile Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri uğruna mücadele. Biz, bu seçimlerde, işçi sınıfının mücadelesinin üzerinden geliştirilebileceği ve geliştirilmesi gereken bir siyasi çizgi adına mücadele ettik: Avrupa Birliği’ne, milliyetçilere ve faşistlere karşı mücadele ve uluslararası işçi sınıfının sosyalist bir Avrupa uğruna mücadelede birleşmesi.

Bizim amacımız, popülist sloganlar aracılığıyla olabildiğince fazla oy elde etmek değil; işçi sınıfına gerçeği anlatıp, onu yaklaşan mücadelelere hazırlamaktı. Çok sayıda işçi, önümüzdeki dönemde önemli deneyimlerden geçecek. Onlar, onun aracılığıyla çıkarları uğruna mücadele edebilecekleri bir partiyi ve programı Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nde bulacaklar.

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır