1 Mayıs 2017: Göçmenlere ve sığınmacılara yönelik zulme karşı çıkın

Julie Hyland
17 Mayıs 2017

30 Nisan’da düzenlenen 2017 Uluslararası Çevrimiçi 1 Mayıs Toplantısı’nda Britanya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi Ulusal Sekreter Yardımcısı Julie Hyland tarafından yapılan konuşma.

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, dünya genelindeki milyonlarca sığınmacı ve göçmen ile dayanışma içindedir. Biz, bütün işçilerin istedikleri yerde tam yurttaşlık haklarıyla yaşama ve çalışma hakkını savunuyoruz.

Bu sarsılmaz yükümlülük (adına layık her işçi örgütünün temel taşı), bugün sol olarak kabul edilenler ile tam bir karşıtlık içindedir.

ABD’de Bernie Sanders, Fransa’da Melenchon, Almanya’da Lafontaine ve Britanya’da Corbyn; bunların hepsi, serbest dolaşım ilkesini reddediyor ve çoğu durumda, sözde yerli işçileri korumak için, sınırların sağlamlaştırılması çağrısı yapıyor.

Onlar, bu yolla, hükümetlerinin, işçi sınıfını bölmek ve dikkati işçilerin çektikleri acıların gerçek kaynağı olan kapitalist sistemden başka yöne çevirmek için göçmenlere yönelik nefreti kışkırtma çabalarını kolaylaştırıyorlar.

Bunun sonucunda, medyada, göçmenlerden yalnızca sapıklar, uyuşturucu satıcıları veya teröristler olarak söz ediliyor. Hedef alınanların kimliği ABD’de Meksikalılar, Avrupa’da Suriyeliler veya tercih edilen kapsayıcı ifadeyle “Müslümanlar” olabilir ama söylem, doğrudan doğruya Nazilerin senaryolarından ve onların sözümona “cani Museviler”i şeytanlaştırmalarından ödünç alınıyor.

Bu yoksul ve savunmasız işçilerle çocuklar, gerçekte, aynı 70 yıl önce olduğu gibi, emperyalist devletlerin işlediği korkunç suçların kurbanlarıdır.

Ortadoğu’da ve başka yerlerde sömürgeci savaşın ve yağmanın yeniden canlandırılmasının bahanesi olan sözde “terörle mücadele” ile geçen 15 yıl, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana görülen en büyük göç krizini yaratmış durumda. Ülkelerin içinde yerinden edilmiş olan 14 milyon kişiyi saymazsak, 65,5 milyondan fazla insan sığınmacı konumunda.

Bu konuşmayı yaptığım süre içinde, dünyada bir yerlerde yaklaşık 300 insan evini terk etmeye zorlanacak. Bu sayı, toplantının sonuna kadar yaklaşık 3.000, günün sonunda ise 35.000 olacak. Eğer sığınmacılar bir ülke oluştursaydı, o, dünyanın en büyük 22. ülkesi olurdu (Britanya’dan, İtalya’dan ve Güney Afrika’dan daha büyük).

Dünyadaki sığınmacıların yarıdan fazlası Suriye, Afganistan ve Somali uyruklu. Ancak son haftalarda, ABD kuvvetleri bir kukla hükümet kurma yönünde devam eden çabaların parçası olarak Somali’ye dönerken, Trump yönetimi, Avrupalı hükümetlerin desteğiyle, Suriye’yi bombaladı ve Afganistan’a nükleer olmayan en büyük bombayı (MOAB) attı.

Kuzey Kore’ye ve Çin’e yönelik tehditler ve Moskova’ya karşı provokasyonlar –ki hepsi bir üçüncü dünya savaş tehlikesi oluşturuyor– bu duruma dahil değil.

Suriye’ye atılan her bir Tomahawk füzesi 1,5 milyon dolar değerinde. Tek bir MOAB’ın fiyatı 16 milyon dolar. Nükleer silah sahibi ülkeler, bunlara yılda 100 milyar dolar (saatte 12 milyon dolar) harcarken, Güney Kore’ye kurulmakta olan ABD savunma kalkanının (THAAD) değeri yaklaşık 1 milyar dolar.

Bununla birlikte, emperyalist devletler tüm ülkeleri yıkıma uğratmak için devasa meblağları heba ederken, onların saldırganlığının kurbanları (en azından hayatta kalanlar) berbat bir sefalete terk ediliyor.

Sığınmacıların yüzde 90’dan fazlası Batı’ya asla ulaşamadı; bunun yerine zaten yoksulluk ve çatışma eliyle yıkıma uğratılmış ülkelere yerleşmeye zorlandılar.

Libya’da, köle emeği veya cinsel sömürü için kullanmak üzere Afrikalı sığınmacı ticareti yapan modern zaman köle pazarları açılmış durumda. Fiyatlar 200 dolar ile 500 dolar arasında. Satın alınmayanlar ve güvenli bir yere ulaşamayanlar, sıklıkla açlıktan ölüyor ve Libya’ya “gözyaşı vadisi” adını kazandıran işaretsiz mezarlara gömülüyorlar.

Dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan ve kıtadaki en büyük sığınmacı kampı Bidi’ye ev sahipliği yapan Uganda’da, çoğu Güney Sudan’dan gelen, büyük kısmı kadın ve çocuk 250.000’den fazla insan yaşıyor.

Batı’nın kışkırttığı altı yıllık iç savaşın ardından, sığınmacıların en büyük kısmını Suriyeliler oluşturuyor. Onların çoğu Türkiye’de, Ürdün’de ve Lübnan’da kapana kısılmış durumda. Çoğunluğu, çalışma hakkı olmaksızın, yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bunun sonucunda, Lübnan’da, çocuklar dahil çaresiz sığınmacılar kendilerini ve ailelerini hayatta tutmak amacıyla organlarını satmaya zorlandıkları için, yasadışı organ ticareti hızla artıyor.

Toplu kıyımlardan ve ülkelerindeki ve çevre bölgelerdeki yıkımdan kaçmayı başaranlar, daha iyi bir sonuçla karşılaşmıyorlar.

Bu yıl, sığınmacıların Avrupa’ya ulaşmaya yönelik çaresiz girişimlerinde, sadece son dört ayda 1.000 kişinin boğulmasıyla birlikte, Akdeniz’deki ölü sayısında rekora gidiliyor. Eğer sığınmacılar kıtaya geçebilirlerse, dikenli tellerle, toplama kamplarıyla ve ırkçı ajistasyonla karşılaşıyorlar.

Avrupa Birliği’nin “Avrupa Kalesi” politikası sonucunda birçok sığınmacının mahsur kaldığı Yunanistan’da ve İtalya’da, yeterli sağlık önlemlerinden, sudan ve gıda tedarikinden yoksun olan sığınmacı kampları sefil halde. Sadece bu ülkelerdeki kamplarda, büyük kısmı öksüz, en az 23.000 yalnız çocuk var.

Calais’te, sığınmacılar, polis ve sağcı gruplar tarafından sergilenen, çocukların yüzde 97’sinin göz yaşartıcı gaz müdahalesini ve eklem çıkıklarını içeren saldırılara uğradığı “yaygın” vahşetten şikayet ediyorlar.

Britanya’ya ulaşmayı başarmış olan Suriyeli sığınmacılara ilişkin bir çalışma, onların yüzde 93’ünün “patlayıcı şiddet” olarak betimlenen şeye tanık olmuş olduğunu gösteriyordu. Yine de, Britanya hükümeti, tam da ABD’nin Suriye bombardımanına katılmak için sabırsızlandığı sırada, Suriyeli birkaç yüz yalnız çocuğun geçişine izin verme konusunda yaygara koparıyor.

Bu kadar zulüm rastlantısal değil, kasıtlıdır. Artan milliyetçi şovenist zehir, kapitalist sistemin tabi olduğu ulus devlet sisteminin iflasının yıkıcı bir dışavurumudur. Bu, bütün ülkelerdeki burjuvazi kendi krizini rakipleri ve işçi sınıfı zararına çözme peşinde koştuğu için, ticaret duvarlarının dikilmesi ve yeni bir ticaret ve kur savaşları patlaması ile birlikte gidiyor.

Sığınmacılara yönelik terör, aynı zamanda, bütün ülkelerde, işlerini ve yaşam standartlarını savunmaya ve militarizme ve savaşa sürüklenmeye karşı çıkmaya çabalarken tüm işçilere karşı kullanılacak bir polis devleti aygıtı oluşturmak için kullanılacak.

Uluslararası Komite, şoven-solculara karşı, Marksizmin onurlu geleneğini ve işçilerin vatanı olmadığı biçimindeki ısrarını sürdürmektedir. Bizim, kazanılacak bir dünyamız var.

Bizler, dünya sosyalist devrimi uğruna mücadelede işçi sınıfının uluslararası birliğini temsil ediyoruz. Bu, işçileri yerli ve göçmen olarak bölme girişimlerini reddetmekle başlar. İşçiler, dünya ekonomik krizine kendi bağımsız çözümlerini, yalnızca, emperyalizme ve küresel mali oligarşiye karşı ortak bir mücadele içinde sınıfsal güçlerini tüm ulusal sınırların ötesinde birleştirerek ileri sürebilirler. Bu çözüm, dünya ekonomisinin özel kar değil, toplumsal ihtiyaçları karşılamak için yeniden örgütlenmesidir.