Muhalifler Neden Komplo Teorileri Yaratır?

isil-usal-media-reality

Muhalif çevrelerdeki ‘bu eylemi aslında devlet organize etmiştir’ , ‘bu örgüt sistemin bir projesidir’ , ‘ABD’nin işidir’ , ‘provokasyondur’ düşüncelerinin, komplo teorilerinin muhtemel üç kaynağı:

1-Devletin, iktidarın tanrısal bir gücü olduğu düşünülür. Onlara göre devlet o kadar güçlüdür, istihbaratı o kadar sağlamdır ki bilgisi dışında, kontrolü dışında hiçbir eylem gerçekleştirilemez, hiçbir örgütlenme yapılamaz. İslami propagandalar da devlete uyarlanır. Allah her şeyi görür devlet de. Allah her yerdedir, devlet de. Allah hata yapmaz, devlet de. Eğer ortada bir eylem varsa –özellikle de beğenilmeyen, rahatsız olunan bir eylem- bu mutlaka devletin işidir ve doğal olarak da devletin işine gelir. Devletten başka güç tanımaz, devlete şirk koşmaz.

En bilinen örneği ise El Kaide’nin 11 Eylül 2001’deki Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Pentagon’a yaptığı saldırılarıdır. ABD’yi o kadar gözlerinde büyütmüştür ki bu muhalif çevreler CIA’in istihbaratı dışında kimsenin kılını kıpırtamayacağından emindir.  Türkiye’den en güncel örneği ise Gülen Hareketi’nin ve AKP sevmez askerlerin 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimidir. Muhalif çevrelere göre AKP’nin, Recep Tayyip Erdoğan’ın bilgisi ve istihbaratı dışında kimse harekete geçemez.

B0OppLJCIAAZYv7

Ayetullah Hamaney: IŞİD; ABD, siyonist rejim ve şeytani İngiliz hükümeti tarafından İran’a ve İslami uyanışa karşı kurulmuştur.

2-Muhaliflere göre kendilerinin düşman olduğu bir örgüt ya da bir kişi eylem yaptığında bu gruplar mutlaka birilerinin maşasıdır, bazı devlet ve şirketler tarafından kullanılıyordur veya onların ajanıdır. Çünkü kendi ideolojileri ve örgütleri gerçek bir muhaliftir. Başkalarına yakıştıramaz muhalifliği, mücadeleyi. Aslında doğaldır da, kimse militanlarının-kitlesinin başka hareketlere-ideolojilere kaymasını, sempati beslemesini istemez. Türkiye’den güncel örnekleri ise PKK sevmezlere göre PKK ABD’nin bir maşasıydı, Cephe sevmezlere göre DHKP-C derin devlet tarafından manipüle ediliyordu. Dünyadan güncel örneği ise IŞİD sevmezlere göre IŞİD (ya da İslam Devleti ) ABD tarafından kuruldu ve yönetiliyor. Daha başka örnekler verecek olursak AKP’ye göre Gezi Parkı isyanı Kemalist burjuvazi ve Batılı ülkelerin işiydi. Sosyalistlere göre Ukrayna’daki isyan AB’nin ve faşistlerin işiydi.

13254318_1787000084905886_8840612526697149301_n

3-Birçok muhalife göre –özellikle de Batılı ya da Batı kültürüyle harmanlanmışlara göre- Ortadoğulu, Müslüman, derisi beyaz olmayan kişiler ve gruplar zekice bir eylem planlayamazlar. Eğer bir eylem başarılıysa, bir örgütlenme istihbaratın gözünden kaçmışsa bunda mutlaka Batılı bir devlet-örgütün payı vardır. Bu da aslında onların sömürgeci altyapılarından gelir. Kendileri insanlığın eğitimli, ilerlemiş, gelişmiş bir bölgesinde bulundukları için muhalifliği ancak kendilerine yakıştırırlar. Ortadoğulular ise henüz Batı tarafından aydınlatılmadıkları için sistemi tanıyamazlar. Bu eylemler ya sistemin bir provokasyonudur ya da cahil kitlelerin beyninin yıkanmasıdır. Türkiye’den en bilinen örneği Kürtlerin PKK tarafından kandırılması ve PKK’nin de bir ABD projesi olmasıdır. Hem bir Kürt tek başına muhalif olamaz, devleti tanıyamaz (Türkiye Cumhuriyeti tarafından aydınlatılmamış, geri, eğitimsiz ve gelişmemiş olduğu için) hem de Kürtler PKK’yi yönetecek kapasiteye sahip değildir. Dünyadan bilinen örneği ise Müslümanların geçmişte El-Kaide ve şu anda IŞİD tarafından kandırılması, El-Kaide ve IŞİD’in ise bir ABD projesi olmasıdır. Müslümanlar (hele ki 1500 yıl önceye dönmeye çalışan Müslümanlar) asla sisteme karşı çok boyutlu, küresel bir savaşa tek başına giremezler. Ancak ve ancak bir üst akıl tarafından yönlendirilebilirler. Batı tarafından aydınlatılmamış, körü körüne inanan bir insan nasıl muhalif olabilir, nasıl sisteme karşı mücadele edebilir?

2 comments on “Muhalifler Neden Komplo Teorileri Yaratır?

  1. SmileEmptySoul dedi ki:

    Bir an için, IŞİD gibi bir örgütün devlet ve çeşitli karteller eliyle yola çıkmadığını, aksine kendi coğrafyasında süregelen zulme karşı doğrudan bir haykırış olarak kendini var ettiğini farzedelim. ÖSO’nun derbeder kanadı olmadığını ve yıllardır devam eden Suriye iç savaşı süresince sağlanamayan kazanımların ve iç çekişmelerin faturasının, ilk iş olarak Irak’ta bulunan birkaç zırhlı tümenden ele geçirilen mühimmatla birlikte Ezidi ve Alevi’lerin köylerine yönenilmediğini, bu bölgede yüzyıllardır kıt kanaat yaşayan ve savaşa rağmen ayakta durmaya çalışan halkın en kanlı yöntemlerle katledilmediğini, kaçanların sadece kısa bir yürüyüş için dağlara ve sık arazilere yöneldiğini ve bu keyfiyet yüzünden haftalarca aç kaldıklarını, çocuklar dahil büyük bir kısmının açlıktan ölmediğini düşünelim.

    Bir an olsun şu batılı-batıl düşüncelerimizden sıyrılıp, bir mümin’in parlak zekasının dahiyane bir ‘patlaması’ olarak ortaya çıkan, gerek ele geçirilen bölgelerde bulunan mülkiyet araçları ve doğal kaynak kullanım biçiminden tut, insan alıp satmak dahil, sömürünün her çeşidinin yaygınlaştırılmasının en anti-kapitalist duruş olduğunu, infaz kültürünün bireyi özgürleştirdiğini, dolayısıyla hapishanelere gerek kalmadığını, “düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesiyle yakınlaşan çevredeki devlet’lerden tırlar dolusu silah, mühimmat, para ve stratejik askeri eğitim desteği alınmadığını, bu destek sağlandıktan sonra ilk yönelilen yerin Kürt nüfusun yoğunlukta yaşadığı bölgeler olmadığını, savaşta yerel halkın canlı kalkan olarak kullanılmadığını, aksine orada gönüllü olarak bulunduklarını, tüm karşı iddialarınsa topluca kendini kaybetmiş bir muhalifin atmasyonları olduğunu umalım. Örgütün, gerek komuta kademesinde gerekse yayılım biçimde dayatmacı hiç bir davranış sergilemediğini ve dünyanın her yerinden bu oluşuma katılım sağlayanların mükemmel bir dayanışma ve anti-otoriter bir birliktelik halinde olduğuna, bu coğrafya’da Suruç ve 10 Ekim saldırıları faillerinin devlet tarafından en kritik arama listeleri ve kırmızı bültenlerle aranmadığını, gözaltına alınıp kimlik verilerek salınmadığını, aksine bu saldırıların örgüt açısından muazzam bir başarı olabileceğini düşünüp duralım, kendimizi bununla avutalım…

    Evet, sanki arınmaya başladık gibi değil mi?

    O zaman dans;

    En başında muhalif oluşumlar değil, devletler komplo teorilerinin yaratıcısıdır. Toplumun her kesimine kabul ettirmek adına üzerinde durduğu konumu güçlendirmesi açısından bu işi tüm legal organlarıyla yapar ve kabul de ettirir. Bugünkü siyasi iktidarında yarın oluşacak bir başka iktiar odağınında yaşamı buna bağlıdır. Gerçeklikle her türlü bağı kopan bir toplum, bu şekilde ele geçirilir. Bu genel algıda az buçuk bir kırılma olacaksa bile, onu yok etmenin bir yoludur. Dolayısıyla, anlatılanın aksine bariz gerçeklikte karşılaşanlar, bu döngüye başka komplo teorileriyle devam eder. Devlet içinde devlet, onun içinde şirket öbürünün içinde mafya, hadi bilemedin onun içinde tetikçi gibi bir matruşka’yı açmakla görülebilecek tek şey en küçüğünden en büyüğüne tüm ‘sekter’ oluşumlar ‘kirli’dir.

    Bu yazıda, IŞİD adlı örgütü temize çekmek adına basitçe genele indirgenerek, kendi kırılma noktasını yaratmış ve aslında bir başka komplo teorisini oluşturmuştur. Buna sebep olan sempati kaynağı ne olursa olsun, kendini var etmek adına genel geçer yargılarla yine kendinden olmayanı mimlemektedir. En nihayetinde, Nazizm’in de özgürlükçü yanlarının olduğunu görebilen veya Stalinizm’in işçiler için en bariz seçenek olduğuna inanan, tarih’te bu iki sevgilinin koşullar elverdiğinde birlikte iş yapabilme durumunu destekleyen bir sürü ‘absürd’ anlayış bulabiliriz. Ancak, bu tip görüşlere bambaşka bir boyut kazandıran, El-Kaide, El-Nusra ve İŞİD vb. örgütlerin küresel desteğin kendilerine sağladığı zeminle birlikte, varolan sistem üzerine hiçbir zaman karşıtlığa yoğunlaşmadığı aksine, ortaya koyulan fetih politikasıyla birlikte, kendinden olmayanı yok etme, zor ve baskı ile kendi tiranlığını yaygınlaştırmak gibi bir amacı olduğunu görebilmek, bu ‘müslüman matruşka’yı çıkarıp masaya dizmektir. Bunun dışındaki herşey heyecanlı bir “anime” dizisini takip etmeye benzer. Binlerce yıllık devlet geleneğinde, 1.500 yıl önceki devlet şimdikinden çokta farklı değildi. O zamandan bu yana, Sanayi Devrimi’ni de işin içine katarsak, sistem yapısında roller değişti, oynayanlar değişmedi.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*

code