World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz

Yazıcıya hazırla

Savaş tehlikesi ve sahte solun politikası üzerine Leipzig’deki toplantılara yüzlerce kişi katıldı

Muhabirlerimizden
28 Mart 2016
İngilizce’den çeviri (22 Mart 2016)

Geçtiğimiz Cuma günü Mehring Yayınları’nın (Mehring Verlag) Leipzig Kitap Fuar’ında düzenlediği iki toplantıya yaklaşık 500 kişi katıldı. Almanya’daki mevcut siyasi durumla yakın bir şekilde bağlantılı konuları irdeleyen toplantılarda iki kitap tanıtıldı. David North, öğlen saatlerinde, Kurgu Dışı Kitap Forumu’nda, Frankfurt Okulu, Postmodernizm ve Sahte Solun Politikası: Marksist Bir Eleştiri adlı kitabının Almanca baskısını sundu. Akşam saatlerinde, Bilim mi Savaş Propagandası mı? (Wissenschaft oder Kriegspropaganda?) adlı kitap, Leipzig Üniversitesi’ndeki bir toplantıda ele alındı.

Frankfurt Okulu, Postmodernizm ve Sahte Solun Politikası

Peter Schwarz, forumdaki ilk toplantıda, North’un yeni kitabını, Marksist teorik ve siyasi polemik geleneği bağlamı içine yerleştirdi. Schwarz, “Bu polemiklerin içeriği, her zaman, eleştirilerin yöneldiği tekil bireylerden daha önemliydi.” dedi. “Çok az insan Eugen Dühring’i hatırlıyor. Ama artık tanınmayan bu akademisyenin Marksizme yönelik saldırılarına yanıt veren Engels’in Anti-Dühring’i, sosyalist hareketin eğitiminde muazzam bir rol oynadı.”

Schwarz, Frankfurt Okulu, Postmodernizm ve Sahte Solun Politikası, “savaş sonrası dönemde radikal, küçük-burjuva sola egemen olan ve sıklıkla yanlış biçimde Marksizm olarak takdim edilen kötümser, son derece öznel ve akıldışı anlayışları ele alıyor.” dedi. Kitap, Almanya’daki Sol Parti, Yunanistan’daki Syriza ve İspanya’daki Podemos gibi çeşitli sahte sol örgütlerin nasıl işçi sınıfının yönünü şaşırttığını ve ona ihanet ettiğini gösteriyor.

North, kendi açıklamasında, öncelikle, ABD seçimlerinde Donald Trump’ın Cumhuriyetçi Parti’nin önde gelen adayı olarak yükselişi hakkında konuştu. North, Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin yükselişi ile olan paralelliklere dikkat çekerek, Trump, “Amerika’da geri olan her şeyi temsil ediyor.” dedi.

North, Trump’ın ve diğer sağcı güçlerin toplumsal öfkeyi kendi çıkarlarına kullanma becerisinin, ayrıcalıklı orta sınıfın sahte sol partilerinin ve örgütlerinin siyasi ve entelektüel iflasını teşhir etmiş olduğunu söyledi.

North, büyük Marksistlerin daima perspektif sorunlarıyla ilgilenmiş olduğunu belirtti. Onlar, nesnel toplumsal gelişmeleri, işçi sınıfının iktidar uğruna mücadelesi bakış açısından çözümlediler.

North, bugün adı “sol” olarak geçenlerin bununla hiçbir alakası bulunmuyor, dedi. Bunun hem siyasi hem de teorik nedenleri söz konusuydu. Çoğu sahte sol eğilimin kökenleri, Vietnam Savaşı’na karşı protestolar dönemine kadar dayandırılabilir. 1960’larda ortaya çıkmış olan protesto hareketlerine, işçi sınıfı değil, küçük-burjuvazinin radikalleşmiş kesimleri hakimdi. North, “Onlar, Frankfurt Okulu’nun en iyi bilinen temsilcileri olan Herbert Marcuse, Wilhelm Reich, Theodor Adorno ve Max Horkheimer’dan etkilenmişlerdi.” diye açıkladı.

Horkheimer ve Marcuse, Hitler’in 1933’teki zaferinin ardından son derece kötümser sonuçlar çıkardılar. “Onlar, Alman akıldışıcılık felsefesinden etkilenmişlerdi. Marcuse, Heidegger’in varoluşçu olguculuğunu Marksizmle kaynaştırmaya girişti. Sonuçta Marksist felsefenin çarpıtılması, orta sınıf kesimlerinin politikasına teorik bir temel sağladı.”

North, konuşmasını, dinleyicilere doğrudan bir çağrı ile sonlandırdı: “Dünya tarihinde çok ciddi günlere giriyoruz. Bunlar, halk kitlelerinin bir kez daha ölüm kalım meseleleriyle karşı karşıya geleceği günler. Almanya’daki bir dinleyici kitlesine, Amerika Birleşik Devletleri’nde bir faşistin başkan olmasının ne anlama geleceğini anlatmama gerek yok. Ciddi günlerin, ciddi düşünürleri öne süreceğini düşünüyorum.”

O, “Kapitalist toplumda birçok farklı ayrımcılık biçimleriyle ilişkili demokratik sorunlar söz konusudur. Ancak bu sorunlar yalnızca işçi sınıfının sosyalizm uğruna mücadelesi çerçevesinde çözülebilir. Günümüzün büyük görevi, gerçek bir devrimci işçi sınıfı hareketini yeniden inşa etmektir.” diye ekledi.

North, kitabının, “genç nesli, tarihsel maddecilik ve Marksizmin büyük felsefi temelleri üzerine eğilmesi ve küçük-burjuva radikal teorinin birçok farklı biçimiyle düşünsel olarak kopması için, ölüm kalım meseleleri eliyle siyasi olarak aktif hale getirmeye teşvik edeceği”ni umduğunu söyledi.

O, şöyle sürdürdü: “Bizim Amerika Birleşik Devletleri’nde karşı karşıya olduğumuz sorunlar, dünya sorunlarıdır. Çok tehlikeli milliyetçilik biçimlerinin yeniden canlanmasına tanıklık ediyoruz. Biz, milliyetçi politikanın tüm farklı biçimlerine karşı ırkı, milliyeti, etnik kimliği ne olursa olsun, insanlığın büyük kitlesinin; uluslararası işçi sınıfının görüşünü ileri sürüyoruz.”

Bilim mi Savaş Propagandası mı?

Leipzig Üniversitesi’ndeki kitap sunumuna yaklaşık 400 kişi katıldı. Toplantıda hem Bilim mi Savaş Propagandası mı? kitabı hem de yazarının bizzat konuştuğu Frankfurt Okulu, Postmodernizm ve Sahte Solun Politikası kitabı ele alındı.

Toplantıyı açan Bilim mi Savaş Propagandası mı? kitabının editörü Schwarz, kitabın siyasi arka planı hakkında konuştu.

Schwarz, II. Dünya Savaşı’ndan yetmiş yıl sonra, hiç kimse, büyük ihtimalle insanlığın yok oluşu anlamına gelecek bir III. Dünya Savaşı tehlikesini inkar edemez, dedi. Büyüyen savaş tehlikesi, özellikle 2008 mali çöküşünden bu yana kapitalizmin krizinin doğrudan bir sonucuydu.

Schwarz, “Egemen seçkinler ve onların düzen partilerindeki, medyadaki ve üniversitelerdeki temsilcileri, hiçbir akılcı çözüme sahip olmadıkları kapitalizmin krizine, 1930’larda yaptıkları gibi, sağa doğru keskin bir dönüşle karşılık veriyorlar.” dedi. “Onlar, otoriter egemenlik biçimleri ve savaş ile birlikte, devleti silahlandırarak tepki veriyorlar.”

Schwarz, 1920’ler ve 1930’larda olduğu gibi, üniversitelerin bu gelişmede merkezi bir rol oynadığını vurguladı. Savaşa karşı mücadele, bu yüzden, sadece siyasi değil ama aynı zamanda teorik bir sorundu. Bilim mi Savaş Propagandası mı? kitabı, Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler’in (IYSSE) Alman militarizminin dönüşüne karşı Berlin Humboldt Üniversitesi’nde yükselttiği mücadeleyi belgeliyor.

Siyaset bilimci Herfried Münkler, I. Dünya Savaşı’ndaki Alman sorumluluğunu önemsiz gibi gösteriyor ve Almanya’nın bir kez daha Avrupa’nın egemeni ve şefi haline gelmesini talep ediyor. Onun tarih çarpıtıcılığı, hükümetin Ocak 2014’te “Alman askeri kısıtlaması”nın sona erdiğini ilan etmesi ile çakışmaktadır. Schwarz, “Bu yeni dış politika, Ukrayna’da hayata geçirildi.” dedi.

Doğu Avrupa Tarihi bölümü başkanı Jörg Baberowski, Nazilerin suçlarını göreceleştiriyor. Baberowski, Ocak 2014’te, haftalık Der Spiegel dergisine, “Hitler bir psikopat değildi; o kötü niyetli değildi. O, masasında, insanların Musevilerin ortadan kaldırılması hakkında konuşmasını istemiyordu.” şeklinde konuştu. Tarihçi Ernst Nolte’nin benzeri düşünceler ileri sürdüğü ve akademisyenlerin yoğun eleştirisine tabi tutulduğu 1980’lerin aksine, Baberowski’nin ifadelerine IYSSE dışında hiçbir muhalefet söz konusu olmadı.

Schwarz, “Bu kitabın önemi, Humboldt Üniversitesi’nin çok ötesine geçmektedir.” diye özetledi. “Kitap, bu yaşananların entelektüel hastalık bilimini göstermektedir. Almanya yalnızca siyasi değil ama aynı zamanda entelektüel bir kriz içindedir.”

Christoph Vandreier, konuşmasında, Baberowski’nin çalışmasına ve onun akıldışıcı tarih teorilerine girdi. O, Humboldt profesörünün nasıl Rus Devrimi’nin tarihini çarpıttığını ve Nazilerin suçlarını göreceleştirdiğini gösterdi. Vandreier, “Onun Der Spiegel’deki açıklamaları bir gaf değildi, eserlerinde başından sonuna kadar tekrarlanan son derece gerici bir mantığı izliyordu.” dedi.

Örneğin, Baberowski, Ekim Devrimi’ni, kaçınılmaz olarak Stalinizme yol açan barbarca bir şiddet patlaması olarak çarpıtıyordu. O, bu yolla, Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne karşı savaşının önleyici bir karaktere sahip olduğunu ileri sürüyor. Baberowski, Nazilerin yok etme savaşını, Sovyetler Birliği tarafından yaratılmış Doğu Cephesi’ndeki şiddetin sonucu olarak sunuyor. Vandreier, Baberowski’den şu alıntıyı yaptı: “Stalin ve generalleri, Alman ordusunu, artık sivil halkı ayrı tutmayan yeni türde bir savaşa zorladı.”

Vandreier, böylesi bir tarih çarpıtması, yalnızca, akıldışıcı bir bilgi teorisi temelinde mümkündür, dedi. “Baberowski, Alman emperyalizminin suçlarını göreceleştirmek amacıyla, herhangi bir tarihsel nedenselliği, tarihteki herhangi bir nesnel gerçeği inkar etmek zorundadır. O, bu amaçla, Michel Foucault’nun postmodernist teorilerinden ve Martin Heidegger’in akıldışıcı felsefesinden, onların görüşlerinin sınırlarını zorlayarak faydalanıyor.”

Baberowski, bu temelde, toplumsal eşitsizliği savunan ve sömürülenlere ve ezilenlere karşı şiddeti meşrulaştıran gerici bir dünya görüşü geliştirdi. Onun sığınmacılara karşı son sert eleştirisi, bu gerici çizginin parçasıdır.

Baberowski, istisnai bir vaka değildir. Rüdiger Safranski, Peter Sloterdijk ya da Leipzig hukukçusu Thomas Rauscher gibi sağcı entelektüeller de aşırı sağcı görüşler dile getirdiler. Vandreier, “Onların görüşleri, aynı Baberowski gibi, dünyayı ya da insanlığı ne kavranabilir ne de değişken kabul eden aşırı muhafazakar bir dünya görüşü ile ilişkilidir. Onlar, ideolojik olarak Nazilerin önünü açmış olan Weimar Cumhuriyeti’nin en muhafazakar ve anti-demokratik yazarlarına doğrudan bağlılar.” dedi.

Sağcı düşünsel saldırı, yalnızca, militarizm ve savaş yönündeki ana eğilimle bağlantılı olarak kavranabilir. Eski solcu ya da liberal akademisyenler, derinleşen eşitsizliğin ve emperyalist şiddet patlamasının ortasında, sağa kaymış durumdalar. Vandreier, dikkat çekici bir nokta olarak, IYSSE’nin Baberowski’ye karşı mücadelesinin öğrencilerden ve işçilerden çok geniş destek bulduğunu fakat tek bir profesörün bile sağcı meslektaşlarına karşı çıkmamış olduğunu söyledi. Özellikle Sol Parti üyeleri Baberowski’yi desteklemişti.

Vandreier, “Baberowski gibi kişiler, üniversitelerde, etkilerini, ancak sözde solcu akademisyenler toplumsal sorunlarla ya da tarihsel gerçekle ilgili her şeyi terk etmiş olduğu için genişletebiliyorlar.” diye özetledi. “Onlar, göreceli ve akıldışıcı teoriler ile sağa zemin hazırlıyorlar. Baberowski bunun en iyi örneğidir.”

Dinleyiciler, kürsüden katkılara coşkuyla karşılık verdiler. ABD’deki siyasi durum, Trump’ın yükselişi ve Bernie Sanders’ın adaylığı hakkında çok sayıda soru söz konusu oldu. Ayrıca, pek çok kişi, Trump ile aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif’in (AfD) seçim başarısı arasında bir paralellik kurdu.

North, Trump’ın yükselişinin, işçi sınıfının toplumsal direnişine karşı egemen sınıfın önleyici bir tedbiri olarak anlaşılması gerektiğini vurguladı. O, “Trump, oligarşinin iktidar azminin bir ifadesidir.” dedi.

Schwarz, açılış konuşmasında, Almanya’daki AfD’nin yükselişi hakkında konuşmuş ve Trump olgusu ile paralellikler kurmuştu. O, “AfD, sürekli olarak iddia edildiği gibi, toplumun geniş kesimleri arasında sağa doğru bir hareketin ürünü değildir, o, yukarıdan bir girişimdir.” dedi.

AfD, tüm siyaset kurumunun sağa doğru dönüşünün ürünüdür. Özellikle Sol Parti, sağın yükselişinden sorumludur. “O [Sol Parti], sol söylemlerle sağcı politikayı birleştiriyor ve bu yolla, AfD gibi sağcı bir partinin toplumsal hoşnutsuzluğu kendi çıkarına kullanmasını mümkün kılan bir hüsran ve hayal kırıklığı yaratıyor.”

Bazı dinleyiciler Sol Parti’yi savunma girişiminde bulundular ve sağcı yükselişten işçi aklının ya da “toplumsal bilinçsizliğin” sorumlu olduğunu söylediler. Vandreier, Humboldt ve Leipzig üniversitelerindeki IYSSE kampanyasının ve bizzat bu toplantıdaki geniş dinleyici kitlesinin savaşa ve toplumsal gericiliğe yönelik güçlü bir muhalefetin var olduğunu göstermiş olduğunu söyleyerek karşılık verdi.

Sağcı düşüncelerden işçi sınıfını sorumlu tutan Frankfurt Okulu’nunki gibi teoriler, dikkati, işçi sınıfının bağımsız bir hareketinin gelişimi içinde berraklaştırılması gereken siyasi sorunlardan başka yöne çekmektedir. Bu, bugün Almanya’da, esas olarak, Sol Parti’nin rolünü kavramak anlamına gelmektedir.

Onlarca işçi ve öğrenci iletişim bilgilerini verdi ve etkinlikten sonra da uzun süre devam eden tartışmalara katıldı.

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2015
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır