"Yeryüzü Cennetinin Bahtiyar Fertleri" (501. Nağme - 26 Şubat 2016)
Muhterem
Fethullah Gülen Hocaefendi özetle şu hususları dile getirdi:
*
Allah, bize istikamet-i tâmme ihsan eylesin. Bir anlamda o istikameti elde etme, elde ettikten sonra da onu koruma ortamını yitirdik. O blokaj ayağımızın altından kaydı ya da kırıldı veya şiddetli kırılma ihtimali taşıyor. Biz de onun karşısında endişeleniyoruz; bütün bütün kırılmasın, dağılmasın, çözülmesin, ayağımızın altından kayıp gitmesin. Fakat esas bizi biz yapan hususları çoktan kaybettik.
*Bu cümleden olarak, çok mükemmel bir yuvamız vardı bizim; anne-baba, anne-baba olmanın yanı başında aynı zamanda birer mürebbi-mürebbiye idiler.
*İsterseniz yuvaya bir molekül nazarıyla bakabilirsiniz; aileleri, cemiyet heyet-i umumiyesini teşkil eden moleküller olarak görebilirsiniz. Ya da mikro âleme inerek, yuvaya atom nazarıyla bakabilirsiniz; anne-babayı onun nötron ve protonu olarak, o cazibeye kapılıp onların etrafında pervane gibi dönen elektronları da kız erkek evlat gibi görebilirsiniz.
*Selef-i salihînin teşkil ettiği yuvada fertlerin birbirlerine sağlam irtibatları vardı. O sağlam irtibat ve yuvadaki rasanet topluma aksediyordu.
*Eşine olan sevgi ve hürmetinin yanında onun şehadeti karşısında metanet gösteren, “Rasûlullah’a benden selam söyle!
..” deyip şehadet şerbetini önce kendisinin içememiş oluşuna kederlenen ve eşinin okunu kılıcını alıp onun kaldığı yerden vazifeye devam eden Hazreti Havle… Babasını, eşini, çocuklarını ölesiye sevmekle beraber onları mukaddesat uğrunda mücahedeye göndermekten de geri durmayan, sonra elinden geldiğince müminlere yardımcı olmak gayesiyle kendisi de harb meydanına koşan, bir aralık yaralı oğlunun kolunu sarıp onun sırtına vurarak “
Git oğlum, yerine dön; Rasûlullah’ın önünde savaş, ona zarar gelmesin!” diyen Hazreti Nesibe…
Uhud’da “Rasûllullah (aleyhissalâtü vesselam) vefat etti!” sözünü duyunca kılıcını çekip ileriye atlayan ve “O’nun vefat ettiği yerde siz niye yaşıyorsunuz?” diyen
Sa’d bin Rebî’ gibi insanlardan oluşan bir yuva ve toplum mutlaka aynı ruh enginliğinin boyasını alacaktı/almıştı.
*Şimdi bu insanların molekül teşkil ettiği o küçük yapıyı ve sonra da bu moleküllerden meydana gelen heyet-i umumiyeyi düşünün. Düşüncelerini ne üzerinde yoğunlaştırmışlar? Onlar, bütün duygu ve düşüncelerini Allah ve Rasûlü’nde teksif etmişler. Onların yetiştirdiği nesiller de sâlih daireler, doğurgan döngüler türünden hep hayırlı olmuş. Hayırdan hayır doğmuş, hayırdan hayır doğmuş ve hayırlı nesiller, dünyanın dört bir yanında Ruh-u Revân-i Muhammedî’nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) şehbal açmasını temin etmişler.
*Hazreti Sa’d bin Ebî Vakkas, daha hayattayken Cennet’le müjdelenmiş sahabe arasındadır. O, İslam’a bütün kalbiyle inanmış, emirlerine canla başla sarılmıştı. Ne var ki onun Müslümanlığı, namazı, Efendimiz’e bağlılığı ve O’nun sevgisini her şeyden üstün tutması, annesini çok rahatsız etmişti. Annesi, oğlunun dininden vazgeçmesini istemiş, onu ikna edebilmek için adeta çırpınmış; nihayet putlar adına yemin ederek, “Sa’d, sen
Muhammed’in getirdiklerini inkâr etmedikçe, ben ne bir şey yerim, ne de içerim!” demişti. Gerçekten birkaç gün yememiş içmemiş, öylece beklemişti. Hazreti Sa’d, annesine çok bağlıydı; ona karşı saygıda kusur etmezdi. Zaten annesi de bunu bildiği için böyle bir yola başvurmuştu. Fakat Hazreti Sa’d’ın nihaî sözü şöyle olmuştu: “Anacığım, seni çok severim, üzülmeni hiç istemem. Fakat vallahi anne, iyi bil ki, yüz tane canın olsa, birer birer çıksa, ben yine dinimden dönmem! Artık sen bilirsin. İster ye, ister yeme!..”
*Hakiki müminin çizgisi: O bir taraftan gönülden bağlanması gerekli olana (Allah’a, Rasûlullah’a, dine hizmete) yürekten bağlanır, fakat bir taraftan da tâlî derecede saygılı olması gereken anne-babaya -henüz inanmamış olsalar da- saygıda kusur etmez. Mus’ab bin Umeyr (radıyallahu anh) hazretleri de bu konuda hüsn-ü misaldir.
Anne babası onu, Rasûl-i Ekrem’e tâbi olduğundan dolayı hapsetmiş ve Müslümanlarla buluşup görüşmesini engellemişlerdi. İslâm’dan uzaklaşması için çeşitli maddî ve psikolojik müeyyideler uygulamışlar, türlü baskılar yapmışlar; bütün malını elinden alarak onu tam bir yoksulluğa itmişler, hatta sonunda zincire vurmuşlardı. Fakat o büyük sahabi, zincirlerden ne zaman azıcık kurtulsa, soluğu Allah Rasûlü’nün yanında almıştı.
*Hâsılı, Allah sevgisi, Peygamber muhabbeti ve dine hizmet gayreti esas olduğu gibi, üzerimizde hukuku bulunan insanların haklarına milimi milimine riayet etmek de bizim için bir zarurettir.