IŞİD ve karşı-devrim: Bir Marksist analiz

Anne Alexander’ın International Socialist Journal’ın son sayısında kaleme aldığı makale..

tahrir_web

 Foto: Tahrir Meydanı – http://www.petergeoghegan.com/

Anne Alexander

2011 Arap devrimlerinden dört yıl sonra umutları tutuşturan ayaklanmalar neredeyse sönümlenmiş gibi. Libya, Suriye ve Irak “başarısız devlet” kavramının vahim örnekleri olarak karşımıza çıkıyor.[1] Bu arada ABD liderliğindeki batılı güçler ve Arap müttefikleri Kuzey Irak ve Suriye’de yeniden harekete geçti. Bu müdahaleyi haklı göstermek adına 2003’ten itibaren Irak’ın felakete sürüklenmesinin üstünü örtmek için oluşturulan “insancıl” retorik aynen kullanıldı. Mısır’da diktatörlük düzeni,  Hüsnü Mübarek yönetiminin en kötü zamanlarından daha vahşi ve kanlı bir biçimde yeniden hortladı; 14 Ağustos 2013’te binden fazla Müslüman Kardeşler taraftarı hemen bir gün içinde öldürüldü, takip eden yıl boyunca 40 binden fazla aktivist hapse atıldı ve Mareşal Abdül Fettah El-Sisi’nin kişiliğinde yeni bir kült yaratıldı. Bahreyn’de ayaklanmanın ezildiği 2011’den bu yana baskının demir yumruğu sıkılığını koruyor.

Bütün bunların arasından kısaca İslam Devleti (İS) olarak da bilinen Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) (Arapça kısaltması Da’ash) yükselişi kendini belli belirsiz gösteriyor; en azından batı medyasının bölgeye yaklaşımında bu böyle. Bu vahşi, mezhepçi ve cihatçı grup, Haziran 2014’te Irak ordusunu def ederek Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’da kontrolü ele geçirdi. Ele geçirdikleri İngiliz ve Amerikan vatandaşlarının kafalarını kesme ve kadınlara, dini azınlık mensuplarına ve kendi mezhepleri dışındaki diğer Müslümanlar’a uyguladıkları sistematik vahşet de dahil, yaygınca reklamını yaptıkları barbarlıklarıyla batı medyasını kendilerine kilitlediler. Batı ve Kuzey Irak boyunca ilerlerken IŞİD militanları yanlarında katliamları ve etnik temizliği de götürüyor; Yezidiler’in, Irak hapishanelerindeki Şii mahkumların ve Albu Nimr kabilesi üyelerinin topluca infaz edilmeleri bunun bazı örnekleridir.[2]

Neden IŞİD bu kadar ilgi çekiyor? Örgütün şiddetinin etkisini internet pornografisine indirgemek ve gözleri başka tarafa çevirerek örgütün yorulup sönümleneceğini ummak cazip görünüyor. Fakat bu görüş birçok soruyu cevapsız bırakıyor. [IŞİD] Şimdiki Suudi hükümdar ailesinin ataları ve onların müttefiki olan İslamcı âlimler tarafından iki yüzyıl önce kurulan emirlikleri model alan neo-vahabi bir devlet mi? Aşırı hırslı kabile-savaş şefleri tarafından yönetilen yabancı paralı asker çetesi mi? Irak’taki “Sünni elit”in yeni işbirliğini bir arada tutan politik ve askeri bir tutkal mı? Yoksa dışlanmış cihatçıların ağı mı? Onun yükselişi “Sünni-Şii fay hattı”nın göstergesi mi? Peki, ya Kürtler? ABD’nin, Körfez ülkelerinin ve İran’ın IŞİD’in yükselişindeki payı ne?

Elinizdeki makale bu sorulara bir nebze cevap olabilecek bir gündem oluşturmaya dönük ön hazırlık çabasını ifade ediyor. Üç önemli işe odaklanıyor: Öncelikle Marksist bir bakış açısıyla IŞİD’in analiz edilebilmesi için genel bir teorik çerçeve çizmek; ikinci olarak IŞİD’in ortaya çıkmasına yarayan Irak’taki özgül şartları detaylarıyla araştırmak ve son olarak Suriye Devrimi’nin yenilgisi ile Irak’ta 2008’den sonra Nuri El-Maliki’nin otoriter yönetiminin sağlamlaştırılması arasındaki etkileşimin irdelenmesi. [IŞİD’in] Irak’a odaklanması, IŞİD’in şu anki Iraklı liderliğinin oynadığı kilit rolün ifadesidir. Örgütü 2010’dan bu yana yöneten Ebu Bekir El-Bağdadi’nin 2006-2007 mezhep çatışmalarının kaynar kazanı olan Samara kentinden olduğu söyleniyor; her ne kadar Bağdadi çatışmalar sırasında ABD gözetimindeki Bucca Kampı’nda olsa da ve ancak 2009’da salıverilse de [bu tesadüf değil].[3]

Makale son olarak IŞİD’i 2011 [Arap] devrimlerinden sonra reformcu İslami hareketlerin krizi bağlamı içinde değerlendiriyor. Bu analizin genel ve ayrıntılı aşamaları birbiriyle derinden bağlantılıdır. Irak’ın içinde boğulduğu felaket, küresel ve bölgesel ölçekli süreçlerden etkilendiği kadar bu süreçlerin yoğunlaşmasına da neden oluyor. ABD’nin Irak’ta aldığı askeri yenilginin somut sonucu olarak hegemonyasının zayıflamasını, İran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerin göreli yükselişi takip ediyor. [Bu durum] aynı zamanda K. Irak’taki Kürt oluşumunda olduğu gibi yeni ön-devletlerin kurulmasını pekiştiren koşulları yaratan parçalanma sürecini harekete geçirdi.[4] IŞİD bu kalıbın içinde yer alacak mı? IŞİD’in liderleri, örgütün sadece yeni bir devleti değil, ulus ötesi bir halifeliğin ilk karakolu olacak yeni tür bir devleti sağlamlaştırmak üzere tarihe meydan okuyor. Bu düşüncenin geçerliliğini sorgulamak için pek çok neden var. Yine ABD ve müttefiklerinin bombalar vasıtasıyla “IŞİD’le baş etme” stratejisine karşı çıkmak için de pek çok neden var. Bu ikisine karşı da gerçek bir alternatif ortaya koyacak olan şey; dini inanç, dil veya kültürel farklılıkların ötesinde bölgenin yoksullarını ve ezilmişlerini birleştirecek sosyal ve politik mücadele biçimleridir.

Neo-liberalizm, mezhep ayrımcılığı ve emperyalizm

Bölgenin tüm egemen sınıflarının 40 yıl boyunca neo-liberalizmi kabul etmiş olmaları, bizim burada tartıştığımız diğer olgunun tam olarak yerinin saptanabilmesinde nirengi noktasıdır. Bu makalede Ortadoğu’da neo-liberalizmin gelişimini detaylıca araştıracak yerimiz olmamasına rağmen buradaki analiz için önem taşıyan üç noktanın altını çizelim:[5] Öncelikle neo-liberalizm devletin ekonomideki payının azalmasına neden olmadı. Tam tersine, Sameh Naguib’in belirttiği gibi neo-liberal politikaların kabul edilmesi “devletle sermaye arasında daha da yakın bir ilişki” ortaya çıkardı.[6] Devlete ait mal ve hizmet üreten karlı işletmeler özelleştirmeye ayrılırken, diğerleri ihmal edildi ve kapanmaya terk edildi, fakat bu süreç devletle özel sermaye arasında yeni bir bileşim yarattı; özelleştirme, kamu varlıklarının iktidardaki partinin yöneticilerinin çocuklarına satılmasından başka bir şey değildi.[7]

Aynı zamanda sosyal nitelikli kamu hizmetlerinde ciddi değişiklikler ortaya çıktı: Neo-liberal uygulamalar, bu hizmetleri kar sağlamak amacıyla mekanikleştirme olanağı tanırken bu dönüşümün maliyetini büyük oranda yoksulların üstüne bindirdi. Eğitim ve sağlık hizmetlerini büyük şirketlerden satın alma gücü olmayanlar, yüzünü bir başka “özel” tedarikçiye döndü: Dini vakıflar ve hayır kurumları. İşin ironik tarafı bu süreçten politik fayda sağlayanlar, yoksul kesim ve alt orta sınıfa dönük hayır işleri ile aynı kesimlere yapılan kişisel takva ve “laik devlet”e kültürel direniş çağrılarını birleştiren muhalif İslami hareketler oldu.[8]

Her ne kadar bunu yeni bir ekonomik ve politik düzene rahat geçişe dönük, uzun bir sosyal değişim olarak ele almak cezbedici olsa da gerçekte süreç, bölgenin eşitsiz ve bileşik gelişimini artırdı. Ekonomik eşitsizlik hem ülkeler arasında hem de ülkeler içinde arttı.[9] Bu ayrıca kapitalist gelişimin farklı dönemlerine ait özelliklerin harmanlanmaya çalışılmasının yarattığı ihtilafları da derinleştirdi.[10] Yer darlığından ötürü eşitsizliğin özellikle önem arz eden iki eksenini öne çıkaracağız.

Birincisi eşitsiz gelişimin ulusal ekonomiler içinde yarattığı uyuşmazlıktır; bazı bölgeler ve sektörler küresel pazarlara diğerlerine göre daha hızlı entegre oluyor ve yatırım çekiyor. 2008-2010 arasında yıkıcı kuraklıkla karşılaşan Suriye’nin tarım merkezlerini terk eden on binlerce insanın yerleştiği şehirler ve gecekondu mahalleri boyunca hızla yayılan 2011 Suriye devrimi bunun bir örneğidir.[11] Ülkenin en fakir üç bölgesi (Deir Ezzor, Hassaka ve Rakka[12]) aynı zamanda IŞİD’in Suriye’de gücünü pekiştirmesini sağlayan yatak vazifesi gördü.

Aynı öneme sahip ikinci örnek Ortadoğu çapında da, küresel ölçekte de ağırlığı artan Körfez sermayesidir. Adam Hanieh’in gösterdiği gibi üretim, emtia ve finansal sermaye akımı çevrimlerini kapsayan holdingler bölge çapında hayati bir rol oynamaya başladı: İmalata ve hizmetlere yatırım yapma; borçlar, diplomasi ve tehditler vasıtasıyla yeni pazarlar peşinde koşma.[13] Bu eşitsizlik Körfez ülkelerini geçmişe göre çok daha güçlü bölgesel aktörler haline getirdi. Bunlar Mısır ve Suriye devrimlerinin akıbetlerine şekil verme kapasitesine sahip oldu: Mısır’da ordunun liderliğindeki karşı-devrime arka çıkıyor, Suriye’deki askeri mücadelede silahlı İslami gruplar üzerinde hegemonya kurmaya çalışıyorlar.

Neo-liberalizm, kapitalizmin önceki aşamasına ait politik ve sosyal ilişkileri tamamıyla silip süpürmedi; aksine onlarla yeni ve dengesiz bir karışım içine girdi. Amerikan işgalinden 11 yıl sonra Dünya Bankası 2012’de yayınladığı “Irak Yatırım İklimi Değerlendirmesi”nde ülke ekonomisinin hala devletin hakimiyetinde olmasından yakınıyordu: “Özel sektör günümüzde sınırlı bir role veya varlığa sahip ve onun gelişimini sağlayacak teşvik tedbirleri eksik”.[14] Bu, neo-liberal ilkelerin uygulanışının ekonomide hiçbir etki yaratmadığı anlamına gelmiyor. Bu ilkeler, Irak politikasını ve toplumu temelden yeniden şekillendiriyor. Bu süreç ilk defa 1990’lar boyunca yaptırımlar altındaki Baasçı rejim zamanında devletin altını oymaya başladı. Daha sonra onu kısmen parçaladı ve 2003’ten sonra mezhepçi partiler ve silahlı grupların yönettiği yeni bir otoriter sistem altında parçaları yeniden bir araya getirdi.

Analizimizin ikinci nirengi noktası fikirlerin nasıl oluştuğuna dair Karl Marx’ın yaklaşımıdır. İster genel dini inanışları, isterse özelde mezhepçi ideolojileri veya belli İslami grupların politik perspektiflerini inceleyelim Marksist bir analiz, fikirlerin somut gerçeklerden ayrı, kendilerine ait yaşamları olduğu savını (ki bu önerme yaygınca kabul görmüştür) reddeder. Hakim eğilime dahil olan pek çok yorumcu Ortadoğu özelinde daha da ileri giderek halkın dini inançlarının somut gerçeği belirlediğini; böylelikle bölgenin anlaşılabilmesinin yolunun bölgenin “kadim düşmanlıkları”ndan geçtiğini iddia eder.[15] IŞİD savaşçılarının ifade ettiği fikirlerin sürekli biyolojik veya epidemiyolojik[*] mecazlarla tasvir edilmesi tesadüf değildir. Alastair Crooke çok okunan bir makalesinde IŞİD’i “Vahabi gen”in bir “mutasyonu” olarak sunar; bu, Suudi Hanedanı’nın uzun süreli müttefiki olan 18. Yy. Arap alimi Muhammed İbn Abd-el-Vahab ve onun takipçilerinin oluşturduğu ideolojinin transplantasyonunun[†] başka bir ifadesidir.[16]

Esasında bu yaklaşımların sorunu her zaman yanlış olmaları değil: Resmi Suudi politikasının yaydığı “vahabilik”ın, sonradan Suudi rejimin kendisini tehdit etme riski doğuran gruplar tarafından sahiplenildiği konusunda Crooke tamamen haklıdır. Fakat tarihin direksiyonuna insan eylemi yerine fikirleri oturtmaya çalışmak, toplumsal değişimi doğuran süreçleri anlaşılmaz hale getirir. Chris Harman’ın açıkladığı gibi: “İnsanlar koşullarından bağımsız hareket edemez. Fakat bu onlara mahkum oldukları anlamına gelmez. Sürekli etraflarındaki nesnel dünyayla “çatışma” içine girerler, bunun karşılığında hem kendilerini hem de dünyayı dönüştürecek bir yöntemle tepki verirler.[17]

Irak’ın gerçek tarihi, medyanın sunduğu basite indirgenmiş manzaradan tamamen farklı bir hikaye anlatır. Dinsel, dilsel, etnik cemaatler ve aşiretler birbirinden kopuk, mozaik parçaları değildi ve hiçbir zaman da öyle olmadılar. Örneğin 20. Yy.ın ortalarında Irak’ta Şiiler ile Sünniler arası evlilikler görece yaygındı. Sünni ve Şii İslam; Kürtler, Araplar ve Türkmenler arasındaki dilsel bölünmüşlüğün üstüne çizgi çekiyor, üyeleri Sünni ve Şiiler’den oluşan aşiret konfederasyonları kuruluyordu.[18] Daha da ötesi bütün bu “cemaatler”de sınıfsal bölünmeler söz konusuydu; kendilerinin bütün toplumu temsil ettiği iddiasını taşıyan toprak ağaları, işadamları ve üst düzey devlet memurları (elbette) toplumun çoğunluğundan farklı çıkarlara sahipti.

Her ne kadar özellikle üretim biçiminden doğan sosyal ilişkilerin üzerinde yükselen bu dikey toplumsal yarılmalar, dini inanç veya aşiret bağlantıları üzerinde yükselen yatay bölünmelere oranla Irak toplumunun daha gerçek bir resmini sunsa da savaş, yaptırımlar ve işgalle geçen 20 yıl mezhep bilincini güçlendiren yeni bir temel yarattı. Caminin elektrik jeneratörünü ailelerin de kullanımına açarak vaazlarının cazibesini artıran din adamları veya hükümet yetkilileriyle olan bağlantıları sayesinde destekçilerine iş olanağı sağlayan ve onların hamiliğini üstlenen aşiret liderleri, “asıl” ilişkileri çatışmalı olmasına rağmen farklı sınıfları birleştiren yeni sosyal bağlantılar yaratıyor. Bu sosyal ilişkilerin sağlamlığı veya zayıflığı, diğer ilişkilerin sağlamlığı veya zayıflığından bağımsız ölçülemez. Milyonları evlerini terk etmeye zorlayan iç savaşın parçaladığı bir toplumda, iş bulma karşılığında bir aşiret lideri veya bir dini askeri güç için savaşma teklifi, bireyler ve onların aileleri açısından yaşamla ölüm arasındaki farkı oluşturabilir. Bu koşullar altında işçilerin sınıf dayanışmasını pratikte sınamaları için çok az olanakları vardır.

Tıpkı bunun gibi İslami hareketleri anlamak için çıkış yolu onların ifadeleri değil, sosyal içerikleridir; başka bir ifadeyle üyelerinin kendi aralarındaki ve liderlerle ilişkiler ve toplumdaki sınıfsal bölünmelerdir. Müslüman Kardeşler gibi kitlesel hareketler kendi içlerinde genellikle çok büyük sosyal çatışmalar taşır; liderliğin sınıfsal çıkarları işçi sınıfından, yoksul köylülükten veya alt orta sınıftan gelen üyelerinin istekleriyle genellikle çelişir.[19] IŞİD, çok farklı karaktere sahip bir örgütlenmedir (hep de öyle oldu); Amerikan işgali altındaki Irak’ta birbiriyle rekabet eden silahlı mezhep örgütlerinin rekabetinden doğan, elitist bir askeri örgütlenmedir IŞİD. Bunu aşağıda daha detaylı işleyeceğiz.

Bu, örgütün; farklı sosyal sınıfların oluşturduğu halkın sosyal ve politik değişime dönük, çelişkili isteklerinden veya bu umutları taşıyan diğer örgütleri yenmek veya onları marjinalize etmek için istifade etmediği anlamına gelmez. Örneğin örgüt, Irak devletini yöneten mezhepçi Şii partilerinin uyguladığı sürekli baskılara karşı Sünniler’i koruma vaadiyle ortaya çıktı ve bu sayede büyüdü. Buna karşın IŞİD’in kendi silahlı yapısı ile sıradan halkın sosyal ve politik değişim için göstereceği her türlü bilinçli eyleminin reddini birleştirmesinden dolayı onu biz devrimci sosyalistler; Hamas, Hizbullah[‡] veya diğer İslami örgütlerle aynı kefeye koyamayız.[20] Sıradan insanlar için gerçek sosyal ve politik değişim isteğinin zaman zaman yönünün şaşmasına yol açan bu örgütlerin aksine IŞİD, bir çıkmaz sokaktır.

Çalışmamızın üçüncü nirengi noktası genelde bölgedeki emperyalizmin, özelde ise Irak’ta kaosa yol açan Amerikan işgalinin Marksist analizidir. Alex Callinicos’un bu dergide ve başka yerlerde uzun uzadıya ele aldığı gibi bu “mağrur proje”nin hata vermesi hem küresel hem de bölgesel ölçekte ciddi sonuçlar doğurdu.[21] Yukarıda belirtildiği gibi bölgesel düzeyde neo-liberal çabalar ile Amerikan imparatorluğunun Irak’ta aşırı gerilmesi birleşti, birkaç boyutta merkezin parçalanma süreci ile çevrenin yıpranmasına neden oldu. Amerikan hegemonyasının görece zayıflaması, tıpkı IŞİD gibi yeni ve öngörülemez aktörlerin yükselmesine olanak sağlamasında olduğu gibi bölgesel güçlere birbirlerine karşı manevralar yapmak için daha fazla alan açtı. Daha önceki emperyalist müdahalelerin doğurduğu sorunları “çözmek” için yapılan yeni müdahaleler (ister bombalama olsun isterse kara birliklerini konuşlandırma) ya IŞİD’in halkı kendi hakimiyeti altında koruma iddiasına destek sağlayacak ya da [IŞİD’in] başarılı saldırılarının sayısını artıracak uygun bir ortam yaratacak. Ortadoğu’daki emperyalist müdahaleler ile Avrupa’da ve ABD’de yükselen ırkçılık ve islamofobia arasındaki bağlantıyı ortaya serecek kadar yerimiz olmasa da [şunu söyleyebiliriz ki] bu iki süreç birbiriyle yakından ilgilidir. [Emperyalist müdahaleler] sonucunda yabancılaşmadan acı çekenler arasında IŞİD’in yeni, yabancı militanlar bulması kolaylaşıyor.

Analizimizin dayandığı son önemli husus kişiler-üstü, uzun vadeli “süreçler”in sonuçları üzerinde insan faktörünün oynadığı roldür. Bir anlamda bu, analizin farklı ölçeklerinin birbiriyle bağını kurma meselesidir. Devrimci Marksizm’in en güçlü taraflarından bir tanesi, toplumun nasıl işlediğini daha iyi anlamamızı sağlayan soyutlama özelliği vasıtasıyla kişisel ve kolektif eylemin birbiriyle bağını kurma becerisidir. Marksist analiz benzersiz bir perspektif sunar, çünkü IŞİD’e karşı gerçek bir alternatif sunan [birey ile yapı arasındaki] ilişkiyi kavrar: 2011 devrimlerinin şiarı olan ekmek, özgürlük ve sosyal adalet mücadelesi veren bölgenin sıradan insan kitlesinin aktif müdahalesi.

2003 sonrası Irak: “Güç paylaşımı” ve toplumda neo-liberalizm katkılı mezhepçilik

Amerika’nın 2003’te Irak’ı işgal etmesi, Irak devletinin ve toplumunun dönüşümünü başlatan bir süreç yarattı. Bu süreç (kaçınılmaz olmamakla birlikte) IŞİD’in 2014’te gün yüzüne çıkmasına doğru ilerledi. Amerikan yetkilileri; kontenjan sistemine göre işleyen, iktidarın farklı dini ve ulusal toplulukların temsilcileri arasında bölüştürülmesi temelinde yükselen bir “ortaklaşmacı demokrasi (consociational democracy)” yaratmak için çok uğraştı. Irak’ı ortaklaşmacı yönetme yaklaşımı, Geçici Koalisyon Hükümeti’nin idaresiyle görevlendirilmiş Paul Bremer gibi aşırı neo-liberalizm taraftarı figürlerle; yaptırımlar, savaş ve işgalle parçalanmış bir toplumda zehirli bir karışım ortaya çıkarmak için harekete geçti. 2003’te Amerikan yetkilileri kendilerinden emin bir şekilde gerektiğinde mezhepçi güçleri “doğru” yöne doğru iteleyerek denge sağlayıp mekanizmanın kendi lehlerine çalışacağını umuyorlardı. Gerçekte ise yarattıkları sistem hızlıca kontrollerinden çıktı ve 2007-2008 “dalgası” sırasında ancak büyük paralar ve askeri gücün ülkeye akıtılmasıyla geçici olarak düzeltilebildi.

2003 sonrasındaki gelişmeleri doğru bir bağlama oturtmak önemlidir. Irak toplumu 2003 öncesinde kesinlikle mezhep ayrımcılığından vareste değildi. Baas rejimi uzun süre mezhepçiliği kullandı ve iktidarın devamı için etnik çatışmaları körükledi. Örneğin onun propaganda aygıtı ülkedeki tüm muhalif Şii grupları komşu İran için çalışan “beşinci kolon (fifth column)” [§] olarak tasvir ediyor, petrol zengini kuzey illeri Kerkük ve Musul’da kontrolü sağlayabilmek için K. Irak’taki geniş Kürt bölgelerine Arap kökenlileri yerleştiriyordu. Yine de devlette farklı inanç gruplarına mensup Iraklı’nın istihdam ediliyor olması da dahil birkaç faktör mezhep ayrımcılığının toplum üzerindeki etkisini zayıflatıyordu. Saddam Hüseyin’in kuzeydeki Kürt isyanına karşı yürüttüğü acımasız savaşın tepe noktasında bile başkent Bağdat, geniş bir Kürt nüfus barındırıyordu[22]. İran-Irak Savaşı sırasında bazı Şii güçlerinin taraf değiştirmeye ikna çabalarına rağmen silâhaltına alınmış Iraklı Şiiler’in çoğunluğu safları terk edip İran’lı dindaşlarının tarafına geçmedi. Dahası Komünist Parti ve Baas Partisi gibi laik güçlerin rekabetinin damgasını taşıyan, bağrında grevlerin ve toplumsal protestoların en yüksek düzeyini barındıran 1940’larla 60’lar arasındaki büyük politik mücadelelerin mirası, eski kuşak militanlar arasında hala etkiliydi.[23]

Fakat Irak kuvvetlerinin 1991’deki yenilgisi ve bunun hemen ardından tedavüle sokulan yaptırım sisteminin bir sonucu olarak ortaya çıkan toplumun fakirleşmesi, mezhepçiliğin toplumda kök salmasına çok daha uygun bir ortam sağladı. Irak’ın güneyinde başlayan ayaklanmanın sersemletici etkisi altındaki Baas rejimi can havliyle askeri ve politik alanda hükümetin tarafında hareket edecek müttefikler aramaya başladı. Saddam Hüseyin, merkezi iktidarın zayıflaması sonucu güçlenen aşiretlerin liderleriyle ilişkileri düzenlemek adına bir “Aşiret İşleri Kurumu” oluşturdu. Aynı zamanda dini kampanyalar eşliğinde Sünni varlığa yaltaklanarak kendini büyük bir Sünni lider olarak lanse etti. Bu sırada uluslararası yaptırımların ezici baskısı altındaki kamu kurumlarının zayıflaması, dini kurumların [ve/veya vakıfların] çaresizlik içinde kıvranan halka sosyal hizmetler, eğitim ve sağlık hizmetleri sağlayarak faaliyet alanlarını genişlettikleri boş alanlar yarattı.[24]

En başından itibaren, hatta Bağdat’a ayak basmadan önce Amerikalı yetkililer Irak’ı birbiriyle rekabet halindeki müstakil cemaatlerden mürekkep bir ülke olarak değerlendirdi. Bu bakış açısı 2003’te Amerikan yetkililer arasında bolca dolaşan bir Irak haritasında gösterilen Şii ve Sünni Araplar ve Sünni Kürtler’in nüfus oranları hakkındaki kaba tahminlere dayanıyordu.[25] Mezhep “denge”si (bunun sonucu olarak mezhepler arası rekabet) başından itibaren Amerikan’ın Irak’ında kutsallaştırıldı.[26]

“Muhasasa” uygulaması veya mezhep ayrımına dayalı atama sisteminin kullanılması güçlü mezhepçi anlayışa derinden bağlı partiler tarafından yönetildi. Toby Dodge’ın açıkladığı gibi bu “gerçekte Irak kamu mülklerinin özelleştirilmesi” sistemidir. “Sistem, Iraklı siyasi elitlerin kişisel çıkarları veya kendilerini temsil eden partilerin fonlanması için kamu mülklerini soymalarına izin veriyordu.” [27]

Bu sürecin hızla kontrolden çıkıp sarpa sarmasının temel nedeni bunun Irak’ın geriye kalan alt-yapısının neo-liberal talanıyla karşılıklı etkileşimidir. Paul Bremer yangından mal kaçırırcasına kanun gücüne dayanarak kamu sektörünü, sosyal hizmetleri ve sağlık sistemini özelleştirmeye açtı.[28] Her ne kadar Amerikan şirketleri hızlıca hamle yapmış olsalar da Irak kamu mülklerinin parça parça koparılmasından esas istifade edenler uluslararası yatırımcılar değil; yerel kodamanlar, silahlı grupların liderleri ve bu mülklerin çoğunu [üyelerine] himaye [sağlama] kılıfı altında çok karlı kurumlara dönüştüren mezhep partileri oldu.[29]

Bu süreçten esas kazançlı çıkanlar ABD’yle yakın ilişkiler kuran Da’wa Partisi ve onun rakibi Irak İslam Yüksek Konseyi (IİYK) gibi Şii partileri oldu. Mezhepçi bir temelden hareketle Amerikan işgaline Şii desteğini harekete geçirmeye dönük çaba sarf ettiler. İşgale karşı çıkan Mukteda El-Sadr hareketi gibi diğer Şii güçlerinin önünü kesmeye çalıştılar. Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri Celal Talabani’nin 2005’te cumhurbaşkanı olması, Amerika’nın Kürt müttefiklerinin kazancı oldu. Bu arada KYB ve Mesut Barzani’nin liderliğindeki diğer Kürt fraksiyonu Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) nüfusunun çoğunluğunu Kürtler’in oluşturduğu K. Irak’taki konumlarını (ki 1990’larda Amerika’nın himayesindeki uçuşa yasak bölge uygulaması sayesinde fiili bağımsızlık elde etmişlerdi) güçlendirdiler.[30]

ABD ile müttefik olan Şii İslamcı partilerin Şii cemaate dönük yükselttikleri dayanışma çağrıları, içinde Şii-Sünni çatışmasını barındıran yeni politik yapılanma tehlikesinin yansımasıydı. Çıplak gerçek şu ki ABD ve müttefiklerinin işgalden sonra kurdukları Irak düzeni, Sünni Felluce ve Şii Necef ve Sadr kentlerindeki saldırıları düzenleyen savaşçıların bozma tehdidiyle karşı karşıyaydı; bu saldırılar birbiriyle bağlantılı olmasa bile. Amerika’nın önde gelen gazetelerinin ve hatta Geçici Koalisyon Hükümeti’nin kendisinin Mart ve Mayıs 2004’te yaptırdıkları kamuoyu yoklamaları; baskılardan esas nasibini alanların Sünniler olmasına rağmen, hem Sünni hem de Şii çoğunluğun yaşadığı bölgelerde halkın yüzde 80’inin Amerikan askerlerini işgalci olarak gördüğünü ve yüzde 81’inin de askerlerin gitmesini istediklerini ortaya seriyordu.[31]

2004’te Şii askerlerinin Amerikalılar’la birlikte Felluce’deki isyanı bastırmaya gitmeyi reddetmeleri askeri olduğu kadar politik bir meseledir.[32] Yine de ABD ve müttefikleri Sünni ve Şii bölgelerinde farklı mezheplerden isyancıların bir araya gelmeye başlamalarını engelleme konusunda başarılı oldular. Silahlı isyanın merkezi olan Irak’ın batı bölgelerini (özellikle de Felluce’yi) izole edip buraya şiddetle saldırdılar. Bu işlem, bütün Şiiler’in ortak çıkarının Baas rejiminden sonra oluşan yeni devlet kurumlarında iktidarın [Şiiler’in] elinde toplanmasında olduğu fikrini pohpohlayan bir stratejiyle tamamlandı. Bu bakımdan önde gelen Şii dini figürlerden Ayetullah Ali El-Sistani’nin müdahalesi kritik önem arz ediyordu. El-Sistani güçlü bir şekilde 2005 parlamento seçilerine katılım çağrısı yaptı; böylece Mukteda El-Sadr gibi ABD karşıtı Şii liderlerin Sünni isyancıların yaptığı boykot çağrısını desteklemesini zorlaştırdı.[33]

El Kaide’nin Irak’ta yükselişi, “sahwa” ve büyük dalga

2004-2005 süreciyle birlikte mezhepsel bölünmenin üstesinden gelerek ABD’ye karşı politik ve askeri birlikler kurma potansiyeli azaldı. Bunun önemli nedenlerinden birisi, devlet aygıtını ele geçirme hedefinde genel olarak uzlaşan Şii İslamcı partilerin oluşturduğu mezhepsel birliğin güçlenmesidir (ve Mukteda El-Sadr’ın Mehdi Ordusu gibi Amerikan karşıtı Şii güçlerinin bu konsensüsle baş etmekteki yetersizliğidir). Diğer önemli bir faktör Felluce ve Anbar bölgesinin diğer kentlerindeki silahlı direnişi büyük çaplı saldırılarla ortadan kaldırmaya dönük Amerikan stratejisidir. Bu iki faktör birlikte Irak El Kaidesi (IEK) gibi Sünni cihatçı grupların büyümesine alan açtı. IEK, Ürdünlü İslamcı Ebu Musab El-Zarkavi liderliğinde 2004’te kurulduktan hemen sonra, Usama Bin Ladin’in El Kaidesi’ne bağlılık yeminini deklere etti. IEK’nın Amerikan güçlerine karşı etkili olması, Irak’ın batısındaki savaşçıların gözünde cazibesini artırdı. Fakat örgütün liderleri Şiiler’in mabetlerine ve hac mekanlarına kitlesel bombalama eylemleri vasıtasıyla mezhepler arası bir iç savaş başlatmaya odaklandılar.[34] Bu arada IİYK’ne bağlı Bedir Tugayı ve Mehdi Ordusu’nun da içinde yer aldığı çeşitli Şii fraksiyonlarının silahlı milisleri, polis ve güvenlik güçlerinin içine girerek Sünni karşıtı ölüm mangaları gibi çalışıyorlardı, her ay yüzlerce Iraklı’ya işkence ettiler ve öldürdüler.[35] Şubat 2006’da Şiiler’in Samara’daki El-Askeri Camii’nin bombalanması Bağdat’ta sistematik etnik temizlik furyasının fitilini ateşledi; önceden karışık olan yerleşim bölgelerinin ayrılmasına ve “yanlış” tarafta kalan diğer mezhepten olanların evlerinden kaçmak zorunda kalmalarına yol açtı.[36]

Irak’ın batı bölgelerinde cihatçı grupların ve diğer Amerikan karşıtı savaşçıların oluşturduğu geçici ittifak, ABD için hem askeri hem de politik olarak büyük bir sorun teşkil etti. Felluce’ye düzenlenen saldırılarda olduğu gibi iyi organize edilmiş çarpışmaların başarısı kalıcı bir direniş için uygun koşullar yarattı. [ABD ve müttefikleri] 2006’da Anbar bölgesindeki cihatçı gruplarla diğer silahlı güçlerin taktiksel ittifakını parçalayarak bir atılım gerçekleştirme planı ortaya koydular. Bu bazı yerlerde “Uyanış” (Arapçası sahwa) olarak anılır. Bu, ABD birlikleriyle bir dizi Anbar aşiret liderlerinin yerel askeri ortaklığı olarak başladı. ABD güçleri, IEK’ye karşı mücadeleye katılan Anbarlı gönüllülere eğitim verdi, silah ve para yardımında bulundu.[37] Ortaklık başlangıçta, aşiretlerin daha alt düzey liderleri tarafından desteklendi. Bunların itibarları şiddetin derecesinin artması nedeniyle sürgüne kaçan aşiret liderlerine göre ortaklığa daha fazla bağımlıydı.[38] Bazı kaynaklar IEK’nin bu aşiret liderlerinin otoritesine meydan okuduğunu ve aşiret hiyerarşisi içinde dışlanan bazı liderleri kendisine çektiğini ima ediyordu.[39]

IEK ile diğer Anbar isyancı grupların yaptığı işbirliğinin temeli büyük ölçüde Amerikan askeri gücünün yerel halkın güvenliğine yöneltilmiş en önemli tehdit olduğu yönündeki ortak görüştür. Örneğin Felluce kentinin ABD işgal gücü ve Irak iktidarıyla olan deneyimi son derece acıydı. 2004’te kent kuşatma altına alındı ve daha sonra Amerikan güçleri iki defa kentin üstüne çullandı:

2004 saldırısı 36 bin bina, 8400 dükkan, 3 su arıtım hattı ve 2 elektrik santrali dahil kentin alt yapısının yüzde 70’ini çökertti. Siviller kente geri döndüğünde Amerikan güçleri onların parmak izlerini alıp iris taramasına tabi tuttular. Şehre giren çıkan herkes ABD’nin çıkarttığı biyometrik kimlik kartını göstermek zorundaydı.[40]

Müttefiklerinin ve kontrolü altındaki bölgelerin üzerinde otoritesini güçlendirmek için bir cinayet ve sindirme harekatı furyası başlatan IEK hızlıca itibar kaybetti. Irak hükümetinin gittikçe arttırdığı mezhepçi uygulamalardan mustarip olan ve kenara itilen, buna rağmen dişe diş mezhep savaşına dahil olmamış olan pek çok Anbarlı üzerinde IEK’nin bu taktikleri tiksindirici etki uyandırdı.[41] Amerikan ordusunun “Uyanış” üzerine anlatılanlardan derlediği resmi bir yayın (300 sayfadan uzun) Amerikalı yetkililerin “kalpleri ve akılları fethetmek” için nasıl yoğun çaba sarf ettiklerini açıkça ortaya koyar. Iraklı bir polisin “Miriam” isimli eşiyle yapılan bir röportaj, “Miriam” ve diğer kadınlarla birlikte yerel bir STKda çalışan Amerikalı subay “Yüzbaşı Stephanie”nin çalışmalarını tasvir ediyor:

Gıda dağıtımını Spehanie yapar. Ona “Noel Anne” deriz. Stephanie’nin yardım ettiği kimseler güvenlik güçlerini sever. Kadınların iş bulmasına yardımcı olur. Kimin işe alınacağı konusunda kurallar koyar: Hedef, yüksek eğitimli işsizlerin istihdamını en yüksek seviyede artırmaktır… O dönemde öfke ve isyan vardı. Stephanie’nin aracılığı dışında yiyecek bulunmuyordu. 1500 kişilik yiyecek ve erzakla dolu bir kamyon getirdi.[42]

“Irak’ın Evlatları” (IE) programı Uyanış’ı Anbar ötesine, diğer Sünni bölgelere taşıma denemesiydi. ABD güçleri Irak’ın her tarafından çoğu Sünni 100 bin gönüllü topladı. Bunlara ayda 300 $ verildi. Amerikalı komutanlar IE gönüllülerine güvenlik durumu iyileştiğinde Irak güvenlik kuvvetlerinde veya kamu hizmetlerinde sürekli iş sözü verdiler. Nuri El-Maliki rejiminin “binlerce silahlı Sünni’yi stratejik tehdit olarak algıladığı” gerçeğine rağmen, 2009’da program resmi olarak Irak hükümetine devredildi. Hükümet, bazı durumlarda yargısız infazlar ve sürgünler eşliğinde IE birliklerini dağıttı.[43]

“Uyanış” ve “Irak’ın Evlatları” programı Irak’taki Amerikan askeri sayısını 2007 itibariyle 160 bine çıkarmaya dönük daha büyük bir Amerikan planının parçalarıydı. “Uyanış”ın kısa vadeli başarı kazanmasını sağlayan işte bu “ayak basma” ve büyük finansal yükümlülüğün altına girilmesiydi. Dönemin Irak’taki Amerikan komutanlarından David Patreus’un Ekim 2013’te yayınlanan uzun ve kibirli makalesinde zımni olarak kabul ettiği gibi 2007’den sonra aslında Bağdat’ın sokak sokak yeniden fethedilmesini sağlayan Amerikan birliklerinin taktiklerindeki anahtar değişim, daha önce yerli halktan kopuk, büyük üsler yerine Amerikan askerleri için lokal, küçük ölçekli üsler inşa edilmesiydi.[44]

Yine de duruma daha yakından bir bakış bu başarının sonunda sığ ve kısa vadeli olduğunu bize gösterir. “Uyanış” hiç de mezhep ayrımından ve bunun üstünde yükselen düzenden bir kopuş değildi. Bu, Irak’ın batısındaki savaşçıların başka türlü boyun eğmeyeceklerini göstermelerinin ardından, bölgenin sosyal ve politik elitlerinin yararına mezhep dengesinin düpedüz “onarımı”na dönük Amerikan çabalarını temsil eder. IEK, acımasız eylemleri nedeniyle potansiyel destekçilerini kendisinden soğutarak ABD’ye yardım ederken, ABD para, iş ve silah sağlayarak işini yürüttü. “Uyanış” devletin mezhep ayrımcılığına meydan okuyacak hiçbir şey yapmadı; tersine belli bir dini gruptan çıkma, başka bir silahlı güç yaratarak onun daha da parçalı hale gelmesine hizmet etti.

Maliki’nin saltanatı ve mezhepçi devletin iflası

Amerika’nın 2008’deki büyük dalgasının “zaferi”ni takip eden yıllar pek çok bakımdan 2003-2006 arasındaki yılların benzer berbatlığını devam ettirdi. Irak’ın batısının önde gelen Sünni politik liderleri kendilerine devlet aygıtında yer pazarlığına girişti. Amerika’yla yaptıkları işbirliği umutlarını artırdı ve Maliki’nin Da’wa Partisi gibi Şii rakiplerinin karşısına tazelenmiş bir özgüvenle çıktılar. 2010’daki parlamento seçimleri başlarda devlet içindeki politik ve mezhepsel fraksiyonların “yeniden dengesinin sağlanması”nın alameti olarak görüldü: En çok sandalyeyi El-Irakiyya seçim bloku aldı, Maliki’nin Hukuk Devleti bloku ikinci geldi. Irak’ın Sünni ağırlıklı bölgeleriyle güçlü bağları olan bir dizi partinin içinde yer aldığı, eski Baasçı Iyad Allawi’nin liderliğindeki El-Irakiyya, mezhepler arası bir partiler ittifakı idi.

Bu beklenmedik yenilgi karşısında Maliki’nin tepkisi seçim sonuçlarını iptal ederek kendisinin liderliğinde bir Hukuk Devleti hükümeti kurmak oldu. Kendisinin yargı sistemi içindeki destekçileri El-Irakiyya’nın hükümet kurma talebini geçersiz kılan kanunlar yayınladı. Aralık 2011’de Sünni kökenli cumhurbaşkanı yardımcısı Tarık El-Haşemi’nin korumaları tutuklandı. Onların itiraflarına dayanarak Haşemi, terör örgütü ve mezhepçi ölüm timleri kurma-yönetme suçlamalarıyla hakim karşısına çıkarıldı. Devletin pek çok üst düzey Sünni kökenli yöneticilerinin gıyabında ölüm cezası verildi. Maliye Bakanı Rafi’a El-Issavi gibi diğer önemli Sünni politikacılar da hedefteydi. Issavi’nin korumalarının terörizm suçlamasıyla Aralık 2012’de tutuklaması Irak’ın batısında kitlesel protesto dalgasını tetikledi.

Bu arada perde arkasında Maliki, dağılmaya yüz tutan Irak silahlı kuvvetleri üstündeki kişisel kontrolünü belirginleştirmek için acımasız bir seferberlik başlattı. Şii komutanların üst düzey rütbelere hakim olmasını garantileyen mezhep ayrımcılığına dayalı atama modeliyle yetinmeyen Maliki, Başkomutanlık Bürosu (BB) vasıtasıyla sadece kendi emrine amade bölgesel harekat komutanlıkları kurarak tamamen yeni bir komuta yapısı oluşturdu. Son olarak Mukteda El-Sadr’ın Mehdi Ordusu’ndan ayrılma Asa’ib Ahl El-Hak gibi Şii militan gruplarına ve ölüm timlerine destek sağladı. Maliki’nin ordu üzerindeki kontrolü ve paramiliter grupların kullanımı, orduyu Şii militanlara karşı mücadele eden subaylardan temizleyen BB’nin şahsında içiçe geçti.[45]

Maliki rejiminin kendine has özelliklerini (ki bunlar Irak ordusunun Musul’da neden hızla çöktüğünü açıklamakta yardımcı olur) anlamlandırmak önemlidir. Maliki, rakiplerini zayıflatıp kendi iktidarını güçlendirmek için mezhepçi retoriği düzenli kullandı. Aynı zamanda mezhepçi şiddete ve ayrımcılığa yer açtı ve hatta örgütledi de. Fakat onun iktidarı yüksek düzeyde kişiselleşmişti. İktidar, orduda ve diğer kamu kurumlarında ahbap-çavuş ilişkisine dayanıyordu. Buna Musul’da kendi askerlerinden önce cepheyi terk eden ordu komutanları da dahildir.[46] Nitekim müspet veya menfi hiçbir eleştiriye tahammül edemeyen iktidar, taktığı otoriter maskenin arkasında aslında kırılgan, yetersiz ve hayli işlevsiz idi.

Irak’ın Sünni bölgelerinin Maliki’nin saldırganlığına verdiği ilk cevap aslında silahların gömüldükleri yerden çıkarılması değildi. Tam tersine; Maliki’nin Sünni politikacılar üzerinde kurduğu baskı ve onlara saldırması, 2011 Arap devrimlerinin sokak gösterilerini ve [meydanların] işgalini andıran yaygın ve kitlesel bir protesto dalgasını tetikledi. Protesto dalgası Ramadi ve Felluce gibi Irak’ın batı vilayetlerinde farklı toplumsal kesimleri harekete geçirmiş gibi görünüyordu. Aynı şekilde hareket, yerleşik politikacıları hazırlıksız yakaladı. Başlarda on binlerce insan, Malikini’nin “terörizmle savaş” markası altında yürüttüğü baskı politikalarına meydan okuyup mezhep ayrımcılığının bitirilmesini talep eden sloganlar eşliğinde eylemlere dahil oldu. Mukteda El-Sadr da dahil bir dizi Iraklı politik isimden en azından söylem düzeyinde destek gördüler. Bir dizi destek açıklamalarında bulunan Sadr, yine de sözlü desteğin ötesinde başka bir şey yapmayı reddetti. Havija kasabasındaki eylemlerden birine Irak güvenlik güçlerinin 23 Nisan 2013’te vahşice saldırması (50 kişi bu saldırıda öldürüldü) IEK’nin yeniden canlanmasına neden olan dönüm noktası oldu. IEK bu saldırıya cevap olarak bir bombalama dalgası başlattı.[47]

Bu olaylar döngüsü 2007’den itibaren önemli ölçüde değişim geçiren bir ortamda ortaya çıktı. Yukarıda belirttiğimiz gibi 2011 ayaklanmalarına verilen karşı-devrimci tepki, bölgenin genelinde önemli ölçüde yükselen mezhepçi retoriği de içinde barındırıyordu (Körfez rejimleri sosyal ve yaygın medyayı Şii karşıtı öfkeye buladılar; aynı zamanda başkalarının da aynı şeyi yapmasının önünü açtılar). Elbette bölgesel düzeyde mezhepçilik sadece söylemsel bir mesele değildi. Aynı zamanda bölge güçlerinin 2012-13’te Suriye’de sarpa saran çatışmaya müdahalesini de beraberinde getirdi: İran’la birlikte Esad güçlerinin yanında yer alan Hizbullah’ın Şii militanları; Suudi Arabistan, Katar ve diğer Körfez devletlerinin silahlandırdığı Sünni İslamcılar’a karşı mücadele ediyordu. Esad rejimi başlangıçta [devrimi bastırmak için] üyelerinin çoğunun yönetici elitin de mensubu olduğu Alevi kesimden gelen “shabiha” gibi mezhepçi milisleri harekete geçirme kararı aldı. Fakat devrimi bastırma girişimleri başarısız olunca, stratejisi gittikçe Sünni çoğunluğa karşı Alevileri ve diğer azınlık kesimlerini mezhep savaşı çukuruna itme yönüne doğru ilerledi; bu temelde İran’dan destek sağlama yolunu seçti. Bu süreç zamanla ayaklanmaya öncülük eden silahlı devrimci örgütlerin ve yerel komitelerin temellerinin zayıflamasına ve yenilmelerine neden oldu.

Suriye devriminin iç savaşa dönüşmesi Irak’ta IEK’nin canlanmasına da olanak tanıdı. Cihatçı savaşçıların at koşturabildiği, tek tek devletlerin kontrolü dışında kalan yeni boş alanlar yarattı. Aynı zamanda 15-20 senedir belirsizleşmeye başlayan Irak-Suriye sınırının ortadan kalkması sürecini hızlandırdı. Bunun sonucunda Suriye’deki ve Irak’taki cihatçı grupların birbirleriyle ilişkileri arttı. Artık savaşçılar, silahlar ve muharebe deneyimi bu çok geniş alanda iki yöne doğru da akmaya başladı. Iraklı cihatçılar için Suriye, hem çatışmalarda kendilerini etkili bir silahlı varlık olarak ortaya koyabilecekleri hem de Irak’ta yeniden ortaya çıkma fırsatları sağlayan bir alan işlevi gördü.[48]

Fakat esas değişim ABD’nin Irak devleti enkazı ve daha geniş ölçekte Ortadoğu’nun kaynakları üzerine yapılan mücadelelere müdahil olma gücünde yaşandı. 2011’den sonra ABD, “zafer” getiren “ayak basma” politikasını terk etmekle kalmadı; aynı zamanda saatleri geri sarıp son on yıllık periyotta üçüncü defa Irak’ı fethetme imkanı ortadan kalktı. Bu, yukarıda genel hatlarıyla çizilen askeri ve politik başarısızlığın basit bir ürünü değildi sadece; aynı zamanda 2008 sonrası küresel ekonomik krizin ABD üzerinde yarattığı etkilerin yansımasıydı da. Irak’ın işgali Amerika’ya 1 trilyon $ ve 4500 Amerikan askerinin hayatına mal oldu.[49] Daha önce “yeni Amerikan yüzyılı”nın gerçek bir olasılıkmış gibi göründüğü yeni muhafazakar hülyalar zamanında Amerikan subaylarına verilen ve onlara istedikleri gibi harcama yapma imkanı tanıyan açık çekler, 1930’lardan sonraki en büyük ekonomik krizin salladığı bir dünyada artık tedavülden kalktı.

Mahpushane kaçkınlarının iktidarı?

IEK 2010’da çökmüş görünüyordu. Fakat iki sene içinde örgüt canlandı. Bir Amerikan think-tank kurumu olan Institute for the Study of War Eylül 2013’te örgütün “hortladığı”nı bildiriyordu. Kuruma göre IEK Irak’ın her tarafında kendisinin en meşhur şeyi olan otomobil patlatma eylemlerini yürütebilecek duruma geldi. Patlamalardaki kayıp sayıları 2008’deki düzeyine ulaşmıştı.[50] Ocak 2014’te IEK (Suriye El Kaidesi’yle birleşerek adını IŞİD’e çevirdi), Suriye’deki sabık kardeş örgütü El Nusra Cephesi de dahil başka cihatçı örgütlerle giriştiği ağır bir muharebe sonunda ilk defa bir şehrin kontrolünü bütünüyle ele geçirdi: Kuzeydoğu Suriye şehri Rakka.[51] Altı ay sonra 10 Haziran’da Musul’u da ele geçirerek durdurulamaz gibi görünmeye başladı.

Bu baş döndürücü askeri ve politik başarılar korkutucu değişimleri gizliyor ve IŞİD’in verili durumuyla kolayca başa çıkamayacağı zorluklar orta koyuyor. IŞİD’in karşısındaki en büyük zorluk kendisinin devlet kurma iddiasıdır. Grubun son derece cüretkar olan, Suriye ve Irak’ın kalabalık merkezlerinde şeriat devleti kurma iddiasının gerçekleşmesi için grubun kendisini gerilla örgütünden düzenli orduya çevirmesi gerek. Aynı zamanda örgütün bir gangster çetesinden (örgüt, gözünü korkuttuğu esnaftan “vergi” alıyor) gerçekten vergi toplayan ve yüzbinlerce insanın temel ihtiyaçlarının karşılanmasını garanti eden bir kuruma dönüşmesi gerekiyor. [IŞİD gibi] kendi iradesini kabul ettirebilmek için şoke edici boyutlarda şiddete başvuran, küçük, elitist ve silahlı bir örgütün [bu dönüşümü] kolayca gerçekleştirebileceğinden şüphe duymak için çok fazla neden var.

Hizbullah ve Hamas gibi belli bölgeleri otoriteleri altına almakta az çok başarılı olmuş diğer İslamcı örgütlerle IŞİD arasındaki en önemli farklılıklardan birisini IEK’nin 2012’de yeniden canlanmaya başlamasını sağlayan nedenler açıklar. Koalisyon hükümetine ortak olmadan önce İsrail’e karşı yürüttüğü silahlı mücadeleyi on yıllar boyunca sağladığı sosyal hizmetlerle tamamlayan Hizbullah’ın aksine IEK 2012’de kendisini koordineli hapishane firarlarıyla yeniden inşa etti. “Duvarları yıkma kampanyası” adının hakkını verdi: IEK savaşçıları deneyimli cihatçıları saflara yeniden katmak için Irak çapında hapishanelere saldırdılar. Bu saldırılardan biri 21 Temmuz 2013’te Ebu Garib’e düzenlendi ve en az 500 tutuklu kurtarıldı.[52]

Bu arada IEK savaşçıları El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra Cephesi ile yan yana Suriye çapında faaliyet de yürütüyordu. Yine IEK’nin askeri deneyimi Suriye’de gelişim sağlamaya dönük kendisine fırsatlar sunuyordu. IEK Suriye’de önce El Nusra ile nihayetinde de Afganistan’daki El Kaide genel liderliğiyle rekabet etmeye başladı. 2010’dan itibaren IEK’nin lideri olan Ebu Bekir El-Bağdadi 8 Nisan 2013’te Irak İslam Devleti (2006’dan itibaren kendisine bu ismi takmıştı) ile El Nusra Cephesi’nin birleştiğini duyurdu.[53] Bu, birleşmeye karşı çıkan ve El Kaide liderliğinin El-Bağdadi’yi kınamasını sağlayan El Nusra’nın lideri Ebu Muhammed El-Cevlani’den ve Suriye ve Irak kollarının sadece kendi ülkelerinde faaliyette bulunması emrini veren Mısırlı militan Ayman El-Zevahiri’den kızgın tepkilerin yükselmesine neden oldu.[54]

Buna rağmen IŞİD’in Irak’ta süratle gelişim göstermesi onun ebeveyn örgütünü gölgede bırakmasının önünü açıyordu. Bağdadi’nin birleşmeyi duyurmasından hemen birkaç gün sonra Irak ordusu, Kerkük vilayetine bağlı Havija köyünde Sünni protestocuların bir kampına düzenlediği baskında onlarca kişiyi öldürdü.[55] Irak’ın batısını aylarca sallayan “Sünni baharı” protestolarının bu kanlı sonu hareket içinde silahlı çözüm arayışı içinde olanlarla Maliki hükümetine taviz vermeye hazırlananlar arasında bir kutuplaşmanın oluşmasının ön habercisi oldu. Irak hükümet güçleri Anbar ve Diyala vilayetlerinin Sünni mahallelerinde kitlesel tutuklamaları beraberinde getiren “anti-terörist” operasyonlar düzenlerken hareket, bir dizi mezhepçi saldırıya imza atan IŞİD’in müdahalesine açık hale geldi.[56]

Bu aşamada hala IŞİD, şehirlerden ve kitlesel eylemlerden uzak duran, hortlamış bir gerilla grubuydu. Havija’da orduyla halk arasındaki çatışmalara herhangi bir IŞİD militanının katılmış olması pek olası değildir. Bu arada silahlı [Sünni] gruplar, protestocuların yükselttiği talepler etrafında yeni Baasçı bir örgüt olan Jaysh Rijal al-Tariqa al-Naqshbandiya’da  (Nakşibendi Tarikatı’nın Milis Ordusu – NTMO) birleşiyorlardı.[57] Bu aşamada IŞİD, kendi alanlarını savunan yerel silahlı gruplarla birlikte çalışabilecek kadar kitlelerin güvenini kazanabilmiş de değildi. Bu durum birkaç ay içinde ciddi bir biçimde değişecekti: IŞİD, hem Irak hem de Suriye’de kentsel yerleşim bölgelerini resmen kontrolü altına aldığını ilan etti ve hatta bazı yerlerde hükümet kurumlarını yönetmeye veya inşa etmeye girişti. İktidarın resmen ilanı IŞİD’in bu şehirleri sadece fethettiği anlamına gelmiyor; IŞİD, Musul’u ele geçirmeden önce şehirde nüfuzunu artırmak için yıllarca çabaladı.[58]

Irak’ın Ramadi ve Felluce kentlerinde IŞİD militanları bir başka provokatif tutuklamanın üstüne gelişen protesto dalgasından istifade ettiler: 28 Aralık 2013’te Maliki hükümeti, önde gelen Sünni politikacılardan Ahmed El-Elvani’yi terörizm suçlamasıyla tutukladı. İki şehirde de protestocular sokaklara döküldü. Onların yanında IŞİD militanları belirdi. Felluce’de belediye binalarına siyah bayraklarını çektiler, Ramadi’yi kuşattılar ve Bağdat’a giden otoyolun bir kısmını ele geçirdiler.[59] İki şehrin politik ve askeri liderlerinden farklı tepkiler aldılar. Çoğunlukla Irak İslami Partisi taraftarı olan ve Bağdat hükümetiyle işbirliğine hazırlanan Ramadi yöneticileri IŞİD yönetimini reddettiler ve yerli halkı Irak hükümet güçleriyle birlikte militanları defetmeye çağırdılar. Ancak Felluce’nin politik ve askeri ileri gelenleri, Irak ordusunun şehri bombalayıp tekrar ele geçirme girişimlerine müsaade etmektense yeni kurdukları askeri konsey vasıtasıyla IŞİD’i vazgeçirmek için pazarlık yolunu seçti.[60]

Maliki hükümeti Felluce halkının hafızasındaki 2004 saldırılarının tekrar etmesine karşı duydukları endişeyi azaltmak için hiçbir şey yapmadı. Irak ordusu kuşatma altındaki şehre düzenlediği bombardımanı ağırlaştırırken o, yaklaşan seçimlerde Felluce’deki isyanın bastırılmasını seçim kampanyasının en önemli malzemesi yapmaya çalışıyor ve Şii birliği çağrısında bulunuyordu. Bunun üzerine Felluce askeri komitesi “şeytanla pazarlığa” [**] tutuştu: Irak ordusuna karşı IŞİD’le birlikte mücadele etmeyi kabul ederken IŞİD’in neredeyse tamamen boşalmış olan şehrin kontrolü üzerindeki rolünü sınırlamaya girişti.[61]

IŞİD’in Rakka’yı yönetme deneyimi şehri ele geçirmek için isyancı gruplarla birlikte davranma şeklinde başladı. Mart 2013’te Şam hükümetinin şehrin üzerindeki iktidarı çökmüştü ve önemli aşiret liderleri Esad rejimine arkalarını dönmüştü.[62] Bundan sonra IŞİD Ocak 2014’te şehrin yönetimi için diğer İslamcı örgütlerle uzun, kanlı (ve sonunda zaferle biten) bir mücadeleye girişti. Rakka’da yönetimi elde tutmak için verdiği mücadele IŞİD’in güçlerini Suriye’ye yığdığını gösteriyor.[63] Musul’u Haziran 2014’te ele geçirinceye kadar Rakka, IŞİD’in iktidar kurumlarını inşa etmek veya yönetmekteki en büyük başarılı girişimi olarak kaldı. Gabriel Garroum Pla sosyal medya kaynaklarından da bol bol istifade ederek yaptığı detaylı bir araştırmada IŞİD’in yeni devletin kurumları olduğunu iddia ettiği devlet teşkilatlarını sıralıyor. Bu kurumlar arasında okullar, fırınlar, medya kurumları ve mahkemeler var. IŞİD’in sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımlar tüketici koruma bürosunun sahte ilaç kontrolü yaptığını, Evkaf Dairesi’nin (şer’i vergi dairesi) vergi ve dükkan kiralarını topladığını, Birleşik Tahsilat Bürosu’nun da elektrik, su ve telefon faturalarını tahsil ettiğini belirtiyor. Bu hizmetler; düzenli, halka açık idamlar ve çarmıha germeler, alkol ve sigara gibi haram malları tüketenlerin yakılması (yine halka açık) ve vatandaşların Sünni törelerin IŞİD versiyonuna uyup uymadığının sorgulandığı “haysiyet” kurumu gibi çarpıcı şiddet gösterilerinin de dahil olduğu bir sistem tarafından üretiliyor.[64]

Musul’dan seyrek haber alabiliyoruz, fakat şehir sakinleriyle Ekim ve Kasım 2014’te yapılan röportajlar, İŞİD’in Rakka’daki sistemin aynısını Musul’da da oturtmaya çalıştığını ortaya koyuyor. Bir öğretmen olan “Mays” IŞİD’in müfredatta yaptığı değişikliklerden bahsederken resim ve beden eğitiminin yasaklandığını ve öğrencilerin giyimleri konusunda sert kuralların konduğunu söylüyor. “Faysal” su kıtlığından ve elektrik kesintilerinden bahsederken “Nizar” daha önce şehrin Hristiyan sakinlerine ait olan evlerinin IŞİD üyelerine verildiğini söylüyor.[65] Sosyal medya aracılığıyla yayılan bir başka isimsiz haber Irak’ın başka yerlerinden gelen mültecilerle dolu olan şehirde kronikleşen su kesintilerinin, benzin fiyatlarının fırlamasının ve muhaliflerin sürekli yaşadığı IŞİD gazabı korkusunun resmini çiziyor.[66]

Gerilla mücadelesiyle büyük şehirlerde günlük yaşamın idare edilmesine geçiş IŞİD’i ciddi çelişkilerle karşı karşıya bırakabilir. Rakka, 2004 itibariyle 220 bin nüfusuyla Suriye’nin altıncı büyük şehriyken Musul, 1,5-2 milyon nüfusuyla Irak’ın ikinci büyük kenti. Bir açıdan IŞİD’in kontrolü altındaki şehirlerde sosyal çatışmanın artması, örgütün diğer egemenlerin karşılaştığı ikilemlerle yüz yüze gelmesine neden olacak: Sistemin baskısını hissedip onu yok etme potansiyellerinin farkına varacak olan insanları durdurabilmek için ne kadar zor, ne kadar ikna yöntemi kullanacaklar? IŞİD’in tanınmasına neden olan şiddet kendisinin en değerli varlığı olduğu kadar onun için bir yük aynı zamanda: Korku ve dehşet kısa vadede işe yarabilir, ama sürekli kullanımı zorluklar çıkarır.

Askeri bakımdan IŞİD’in devlet olma arzusunun önünde bir dizi zorluk var. İllegal gerilla grubundan düzenli orduya geçiş yeni bir emir-komuta yapısı, farklı silahlar ve eğitim ve farklı taktiklerde uzmanlık gerektirir. IŞİD militanları şimdiye kadar ele geçirdikleri ABD mühimmatını kullanmakta zorluk çekmiyor gibi görünüyor,[67] fakat hızlıca elde edilenler hızlıca kaybedilebilir: İkmal hatlarının uzamasıyla militanlar, kaynakları kendilerine çekerken huzursuz bir kitleyle baş etmek zorunda kalırlar. Bununla birlikte daha önce Irak’ta 2006’da olduğu gibi IŞİD’in kendi çelişkilerinin altında ezilmesi garanti değildir. Batının müdahalesi gibi başka faktörler de devreye girebilir. Bölgeden gelen hoşnutsuzluk ve sefalet haberlerinin yanında ABD bombardımanından kendilerini korumak için IŞİD’le ittifaka giren diğer silahlı gruplara dair raporlar da sürekli geliyor. Amerikan bombardımanının yoğunlaştığı Kasım ayının sonlarına doğru Özgür Suriye Ordusu savaşçıları ve Suriye’deki İslamcı fraksiyonların IŞİD’le ittifak kurma yolları aradıklarına dair haberler çıktı.[68]

Karşı-devrim ve reformcu İslamcılığın krizi

IŞİD’in yükselişine neden olan son olgu 2011 devrimlerinden sonra reformcu İslamcılığın yaşadığı kriz ve bunu takip eden karşı-devrimlerdir. 2011’in başlarında bölgenin tümünü saran halk isyanları Tunus’taki Nahda ve Mısır ve Suriye’deki Müslüman Kardeşler gibi büyük İslamcı örgütler için hem umut hem de tehlikelerle doluydu. İktidar aygıtlarını sarsarak zayıflatmayı başaran sokak gösterileri ve grevler, bu örgütlerin liderlerine kendileri için devlet katında yeni kapılar açan tarihsel bir fırsat gibi göründü; seçim sistemi içinde yıllarca iğneyle kuyu kazarak elde ettikleri mütevazi kazanımların çok ötesine taşan bir fırsat. Buna rağmen [devrimden sonra] seçimleri kazanıp iktidara gelen büyük reformist İslamcı örgütler[69] (özellikle Mısır’ın Müslüman Kardeşleri) kendilerini; bir tarafta hala aktif sokak hareketi, diğer tarafta ise eski rejimin yeniden canlanan yapıları arasında sıkışmış buldular. Sosyal ve politik protesto eylemlerini durdurup müstakbel yatırımcıların ve geniş orta sınıf kesimlerinin can attığı “normalleşme”yi sağlayamadıkları gibi devletin “askeri-bürokratik makinesi”nin çekirdeğiyle yüzleşmeyi de beceremediler. Böylece hemen bir yıl içinde zaferden trajediye doğru yuvarlandılar. 3 Temmuz 2013’te Müslüman Kardeşler’in cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Mısır ordusu tarafından devrilmesini, Kahire ve Gize’de oturma eylemi yapan Kardeşler’in destekçilerinin kitlesel katli ve 2011 devriminin bütün izlerini silmeye dönük karşı-devrimci saldırı izledi. Saldırının hedefinde sadece Kardeşler değil Mübarek’i devirmek için bir araya gelmiş tüm güçlerin zayıf birliği vardı: Solcu ve liberal aktivistler, grevci işçiler, devrimin temel “ekmek, özgürlük ve sosyal adalet” taleplerine sahip çıkan, Kardeşler’in dışındaki İslamcılar.

Bölgesel düzeyde Abdül Fettah El-Sisi’nin karşı-devrimine en büyük desteği Körfez sermayesini temsil eden devletler sağladı. Onlar, Müslüman Kardeşler gibi İslami reformistlerle iş görmektense Mübarek’in eski rejiminin yeniden kurulmasını tercih ettiler. Bölgesel düzeydeki eşitsiz gelişim mekanizmaları bu örnekte karşı-devrimin yoğunlaşmasına dönük çalıştı. Suudi Arabistan’ın, BAE’nin (ve daha çok Katar’ın) büyük finansal kaynaklarının sağladığı özgüven olmasaydı Sisi, bu düzeyde büyük suçlar işleme cesareti gösterebilir miydi? Suudi Arabistan’ın vahabi yöneticilerinin kararlarını, İslami hareketle varsayılan ideolojik yakınlığa göre değil, yatırımlarının geri dönüşünün koşullarını en iyi kimin hazırlayacağına göre aldıklarını da buraya not edelim.[70] Suriye’de karşı-devrim iki yönden geldi: “Seküler” bir otoriter rejim gerçekte temel ayakta kalma stratejisi doğrultusunda mezhep savaşı yürütüyordu. Daha sonra (yukarıda belirtildiği gibi) isyan bayrağı çeken bölgelere kendi iktidarını kabul ettirebilmek için Esad’a karşı mücadele eden diğer fraksiyonları alt eden IŞİD yavaş yavaş yükseldi.

Reformist İslamcı akımların, yeniden canlanan otoriter rejimler tarafından yenilmesi veya diğer güçlerin onlara üstün gelmesi, çoğunlukla cihatçı alternatiflerin önünü açtı. Mısır İslamcılığının tarihi bu sarkaç benzeri devinimin örnekleriyle doludur. Despotluğa karşı isyana verdiği cevazla nesiller boyu cihatçılara ilham olan Seyyid Kutub hayal kırıklığına uğramış bir reformcuydu. O, yüzünü elitist terörizme dönmüştü; çünkü Cemal Abdül Nasır’ın iktidarının güçlenmesi, ne var olan devlete ne de aşağıdan yükselen kitlesel bir harekete dayanarak istediği topluma ulaşamayacağını gösterdi.

Reformist İslamcılığın bölge çapında yıkıcı yenilgisi, IŞİD’e daha geniş bir kitle kazandıran ve emperyalizm ve diktatörlüğe meydan okuyan, başarılı ve güçlü bir yapı arayanları kendine çekmek için El Kaide’nin tarihsel liderliğiyle aşık atacak fırsatı sağlayan Irak toplumuna has gelişmelerle çakıştı. IŞİD’in cazibesini artıran bir başka olgu örgütün, kitlelerin öfkesi ve hayal kırıklıklarını başka hedeflere yöneltmesine neden olan yanlış açıklamalar ve mağduriyete dair yeni bir anlatı oluşturmasıdır. Onlara göre Şiiler, Hristiyanlar ve “hayasız kadınlar” suçludur. Hüsran ve yabancılaşma doğuran başka bir takım gelişmeler IŞİD’in Avrupa’dan gönüllüler toplarken işine yaradı: Ortadoğu’ya sonu gelmez emperyalist müdahalelerden kaynaklı yükselen ırkçılığa ve islamofobiaya öfke.

Yine de bu, Ortadoğu’da sadece IŞİD benzeri manzaralarla karşılaşacağımız anlamına gelmez. Bu makalede belirtildiği gibi 2003’ten itibaren Irak’ta ortaya çıkan belli gelişmeler, Suriye devriminin yenilgisiyle birleşerek bölgesel güçler ve IŞİD gibi yeni politik ve askeri güçler arasında yoğun rekabetin yaşandığı; Irak, Suriye, Türkiye ve Kürdistan arasındaki Cezire bölgesinde bir alan yarattı. Bu koşullar bölgenin genelinde oluşmuş değil, ama daha önemlisi bölgenin geri kalanında IŞİD’e karşı gerçek bir alternatif oluşturabilecek çok daha zengin bir aşağıdan mücadele deneyimi var.

2011’in önemini kavramak geçmişten kopuşu sağlamak için de can alıcıdır. Devrimci kriz, devlet kapitalizminden neo-liberalizme geçişe dönük sosyal ve politik tutumlar ile tüm sürecin reddedilmesine dönük tutum arasındaki birikmiş tansiyonun bir anda patlamasıydı. Burada 2011’i neo-liberalizmi tersine çevirme (başka bir ifadeyle bölgenin ulusalcı ve stalinist solunun hasretini çektiği devlet kapitalisti rejimlerin restorasyonu) olasılığı olarak değerlendiren fikirle tümden yeni bir toplumun inşasına giden yolun kapılarını açma potansiyeli arasında bir ayrım yapmak çok önemlidir.

Elbette devrimci dalganın baş döndürücü tepe noktalarında bölge çapında rejimler son yıllarda dünyanın gördüğü en büyük halk ayaklanmalarının sersemletici etkisi altındayken bile devrimci kabarışın potansiyelini gerçeğe dönüştürmesi için önünde daha kat etmesi gereken uzun bir yol vardı. Yine de buradaki esas önemli nokta 2011 isyanlarının neo-liberalizmin dışındaki diğer ufukları mümkün hale getirmesidir. Dahası (ki bu hepsinden önemli) devrimlerin kendi içinde önceki on yılların yörüngesini reddetme potansiyeli taşımasının nedeni, başlangıçta devrimci ateşin fitilini sıradan insanların yakması oldu. Sokaklarda yürüdüler, greve çıktılar, işyerlerini işgal ettiler, halk komiteleri kurdular, rejimlerin işkencehanelerini yıktılar ve çok az kişinin hayal edebildiği ordunun ele geçirilmesi işini hallettiler. Bu kopuş tektonik tabakaların yer değiştirmesi veya yıldızların aynı hizaya gelmesiyle gerçekleşmedi; bunu yapan aşağıdan mücadeleydi.

Dahası başlangıçta bu türlü mücadelelerin hem şeklinin hem de içeriğinin mezhep ayrımı reddiyesinin üzerine yükselmesi tesadüf değildir. Mezhep ayrımcılığına karşı pankartlar, sloganlar ve şarkılar Mısır’da Mübarek karşıtı ayaklanma sırasında Tahrir Meydanı’nda hüküm sürüyordu. Bunlar aynı zamanda Suriye ve Bahreyn isyanlarının başında da temel düsturdu. Devrimci dalga Lübnan’da da uzun yıllardan sonra ilk defa mezhep ayrımcılığına karşı kitlesel bir mücadelenin fitilini ateşledi. Bu yaşanan, geçici bir sapmadan ziyade devrimlerdeki sınıf içeriğinin bir göstergesiydi: Gerçek farklılık [veya ayrım] bölge düzeyinde işçileri ve yoksulları neo-liberalizm ve emperyalizmle mücadelede birleştirendir.

 

Çeviri: H.M. Çelebioğlu

 

NOT: Makalenin aslına http://www.isj.org.uk/index.php4?id=1037&issue=145 adresinden ulaşabilirsiniz.

 

 

Notlar



[*] Salgın hastalık bilimi – [ç.n]

[†] Tıpta organ/doku nakli – [ç.n.]

[‡] Burada bahsedilen Lübnan Hizbullahı’dır. – [ç.n.]

[§] Cephe gerisinde düşman yararına faaliyet gösteren grup anlamında askeri bir kavram – [ç.n.]

[**] Orjinali “faustian bargain” – [ç.n.]



[1] Sameh Naguib, Phil Marflet, John Rose ve Alex Callinicos bu makalenin taslağı üzerine çok yararlı eleştiriler yaptılar. Aynı zamanda bu makale 22 Kasım 2014’te SWP’nin düzenlediği “IŞİD analizi” eğitim toplantısının tüm katılımcılarına da teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Toplantıdaki yoğun ve verimli tartışmanın ışığında bu makale yeniden yazıldı.

[2] Chulov, 2014; Human Rights Watch – HRW (İnsan Hakları İzleme Örgütü), 2014a; HRW 2014b.

[3] Cockburn, 2014, s. 28-29.

[4] 1990’larda Baasçı rejimin zayıflaması Irak’ın kuzey bölgesinde küçük bir Kürt devletinin ortaya çıkmasını tetikledi. Fakat Bağdat yönetiminin bölge üzerindeki otoritesini güçlendirmeye dönük Amerikan işgalinin yetersizliği, Kürt oluşumunun güçlenmesini sağlayan koşulları yarattı.

[5] Mısır’da neo-liberalizmin gelişimi konusunda daha detaylı tartışma için: Alexander ve Bassiiouny, 2014, 1. ve 2. Bölümler; bölgenin genelindeki süreç için: Achcar, 2013 ve Hanieh, 2013.

[6] Naguib, 2011, s. 5

[7] Haddad, 2011

[8] Harman, 1994

[9] Bu konuda daha fazlası için bknz: Alexander ve Bassiouny, 2014, 2. Bölüm.

[10] Leon Troçki, 20. Yy.ın başlarındaki Rus ekonomisi üzerine yaptığı analizde, gelişimin eşitsiz ve bileşik doğasının çatışmalı sosyal ve politik ilişkilerin “patlayıcı karışımı”nı yarattığını tartışır; bu “karışım” protestolar ve grevlerle alev aldığında, o güne kadar görülmemiş büyüklükte bir devrimci süreci tetikledi (Troçki, 1992). Troçki’nin argümanı iki farklı üretim biçimi üstünde şekillenen sosyal ve politik ilişkilerin birleşimine odaklanır. Biz burada kavramı, kapitalizmin farklı evrelerinin doğurduğu sosyal ve politik ilişkilerin kombinasyonuna işaret etmek için kullanıyoruz – Choonara, 2011

[11] Maunder, 2012

[12] Devrimden önce Suriye’deki kırsal yoksulluk hakkında daha detaylı bilgi için: www.ruralpovertyportal.org/country/home/tags/syria

[13] Hanieh, 2013

[14] Cordesman ve Kazai, 2014, s. 227

[15] Burleigh, 2014; Conant, 2014

[16] Crooke, 2014. Arabistan’da devlet örgütlenmesi konusunda Wahhapçılığın oynadığı rol üzerine genel bir bakış için: Al-Rasheed, 2010, s. 13-68

[17] Harman, 1986, s. 11

[18] Batatu, 2004; Zangaa ve Ramadani, 2006, s. 60

[19] Harman, 1994; Naguib, 2006

[20] Bu konuda daha detaylı bilgi için Philip Marfleet ve Bassem Chit’in Hamas’ın ve Hizbullah’ın gelişimi hakkında kaleme aldıkları ve bu derginin önceki sayılarında yayımlanmış makalelere bakınız. Ayrıca: Asaf, 2013b ve Harman, 2006

[21] Callinicos, 2014a; Callinicos 2014b, s. 19; Callinicos, 2009.

[22] Zangana ve Ramadani, 2006.

[23] Alexander, 2003 ve Batatu, 2004.

[24] Alexander ve Assaf, 2005a

[25] Interational Crisis Group, 2013, s. 4

[26] Alexander ve Assaf, 2005a ve Zangana ve Ramadani, 2006.

[27] Dodge, 2014, s. 17.

[28] Bu konuda daha fazla bilgi için: Dodge, 2010; Herring ve Rangwala, 2006, s. 222-236.

[29] Amerikan ulus-ötesi şirketlerinin Irak’ın “yeniden inşaşı”nda oynadıkları rol hakkında daha fazla bilgi için: Herring ve Rangwala, 2006, s. 236-241. Bunun sonraki etkileri için: Dodge, 2014.

[30] Bu makalede Irak’taki Kürt sorununun etkilerini etraflıca ortaya koyma fırsatımız yok. Kürt sorununun tarihsel perspektifi için: McDowall, 2003. İşgal sonrası Kürt partilerinin oynadıkları rol için: Herring ve Rangwala, 2006.

[31] Alexander ve Assaf, 2005a, s. 27.

[32] Alexander ve Assaf, 2005a.

[33] Alexander ve Assaf, 2005b

[34] Alexander ve Assaf, 2005a.

[35] Buncombe ve Cockburn, 2006.

[36] Damluji, 2010, s. 75-76.

[37] Montgomery ve McWilliams, 2009.

[38] Al-Jabouri ve Jensen, 2011.

[39] International Crisis Group, 2014.

[40] International Crisis Group, 2014, s. 9

[41] International Crisis Group, 2014.

[42] Montgomery ve McWilliams, 2009, s. 43.

[43] Dermer, 2014.

[44] Petraeus, 2013.

[45] Sullivan, 2013.

[46] Dodge, 2014; Sullivan, 2013.

[47] International Crisis Group, 2013 ve Assaf, 2013a.

[48] Cockburn, 2014.

[49] Chulov, Hawramy ve Ackerman, 2014.

[50] Lewis, 2013.

[51] Pla, 2014, s. 27.

[52] Lewis, 2013, s. 7.

[53] Lewis, 2013, s. 9.

[54] Atass, 2013.

[55] İnsan Hakları İzleme Örgütü, 2013.

[56] International Crisis Group, 2013, s. i; Lewis, 2013, s. 21.

[57] Lewis, 2013, s. 19.

[58] Abbas, 2014.

[59] International Crisis Group, 2014, s. 6.

[60] Al-Jazeera Arabic, 2014.

[61] International Crisis Group, 2014; Al-Hayat, 2014.

[62] Holliday, 2013.

[63] Lewis, 2013, s. 17.

[64] Pla, 2014, s. 35 ve s. 27-28.

[65] BBC News Online, 2014.

[66] Beauchamp, 2014.

[67] Chulov ve Lewis, 2014.

[68] Mahmood, 2014.

[69] “Reformist” kavramı burada bu örgütlerin devlete karşı takınılacak tutum konusunda oluşan İslami hareketlerin geniş yelpazesinde nerede bulunduklarını açıklamak için kullanılıyor: Yelpazenin bir ucunda var olan rejimi yıkmayı hedefleyen silahlı gerilla örgütleri, diğer uçta ise muhafazakar bir ütopyayı inşa etmek için toplumsal hayattan el ayak çekenler. Kavram, [yazıda reformist olarak adlandırılan] bu örgütlerin sosyal demokratlarla aynı olduğu iması taşımıyor. Bu konuda daha fazlası için: Alexander ve Bassiouny, 2014, birinci bölüm.

[70] Gilbert Achcar ve Adam Hanieh’nin son kitapları üzerine benim yazdığım eleştiri yazısına bakınız. (Alexander, 2014)

 

Kaynakça

Abbas, Mushreq, 2014, “Can Islamic State Keep Control of Mosul?”Al-Monitor (November 14), www.al-monitor.com/pulse/originals/2014/11/iraq-mosul-islamic-state-occupy-lose.html

Achcar, Gilbert, 2013, The People Want: A Radical Exploration of the Arab Uprising (Saqi).

Alexander, Anne, 2003, “Daring for Victory: Iraq in Revolution 1946-1959”, International Socialism 99 (summer),http://pubs.socialistreviewindex.org.uk/isj99/alexander.htm

Alexander, Anne, 2014, “Capital and Resistance in the Middle East”,International Socialism 143 (summer), www.isj.org.uk/?id=986

Alexander, Anne ve Simon Assaf, 2005a, “Iraq: The Rise of the Resistance”, International Socialism 105 (winter), www.isj.org.uk/?id=52

Alexander, Anne ve Simon Assaf, 2005b, “The Elections and the Resistance in Iraq”, International Socialism 106 (spring),www.isj.org.uk/?id=89

Alexander, Anne ve Mostafa Bassiouny, 2014, Bread, Freedom,Social Justice: Workers and the Egyptian Revolution (Zed Books).

Al-Hayat, 2014, “Al-Fallujah Bi-Wadar Naza’a Bayn Musalahi Al-Asha’ir Wa Da’ash”. Al-Hayat (3 May, in Arabic),http://alhayat.com/Articles/2110546/

Al-Jabouri, Najim ve Sterling Jensen, 2011, “The Iraqi and AQI Roles in the Sunni Awakening”, Prism, volume 2, number 1,http://cco.dodlive.mil/files/2014/02/Prism_3-18_Al-Jabouri_Jensen.pdf

Al-Jazeera Arabic, 2014, “Sitara ‘Al-Majlis Al-Askari Li-Thuwar Al-Asha’ir’ Fi Al-Falluja”, www.youtube.com/watch?v=CtpqPkMdcJ4&feature=youtube_gdata_player

Al-Rasheed, Madawi, 2010, A History of Saudi Arabia, 2nd edition (Cambridge University Press).

Assaf, Simon, 2013a, “Once again, Fallujah”, Socialist Review(February), http://socialistreview.org.uk/377/once-again-fallujah

Assaf, Simon, 2013b, “Hezbollah’s Sectarian Turn”, Socialist Review(July/August), http://socialistreview.org.uk/382/hezbollahs-sectarian-turn

Atassi, Basma, 2013, “Qaeda Chief Annuls Syrian-Iraqi Jihad Merger”, Al-Jazeera Online
(9 June),www.aljazeera.com/news/middleeast/2013/06/2013699425657882.html

Batatu, Hanna, 2004, The Old Social Classes and the Revolutionary Movements of Iraq: A Study of Iraq’s Old Landed and Commercial Classes and of Its Communists, Ba’thists, and Free Officers (Saqi).

BBC News Online, 2014, “Islamic State: Diary of Life in Mosul” (28 November), www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-29600573

Beauchamp, Zack, 2014, “’Water Is Available Two Hours a Day Only’: What an ISIS-Run City Looks like”, Vox (21 October),www.vox.com/2014/10/21/7027487/mosul-isis-iraq

Buncombe, Andrew ve Patrick Cockburn, 2006, “Iraq’s Death Squads: On the Brink of Civil War”, Independent (26 February),www.independent.co.uk/news/world/middle-east/iraqs-death-squads-on-the-brink-of-civil-war-467784.html

Burleigh, Michael, 2014, “The Ancient Muslim Hatreds Tearing Apart the Middle East”, Daily Mail (13 June), http://tinyurl.com/kjqn6jy

Callinicos, Alex, 2009, Imperialism and Global Political Economy(Polity Press).

Callinicos, Alex, 2014a, “Nemesis in Iraq”, International Socialism 143 (summer), www.isj.org.uk/?id=981 [Türkçesi: Iraktaki Güçlü Düşman, Marx21 6. Sayı, Ocak 2015]

Callinicos, Alex, 2014b, “The Multiple Crises of Imperialism”,International Socialism 144 (autumn), www.isj.org.uk/?id=1002

Choonara, Joseph, 2011, “The Relevance of Permanent Revolution: A Reply to Neil Davidson”, International Socialism 131 (summer),www.isj.org.uk/?id=745

Chulov, Martin, 2014, “ISIS Kills Hundreds of Iraqi Sunnis from Albu Nimr Tribe in Anbar Province”, Guardian (30 October),www.theguardian.com/world/2014/oct/30/mass-graves-hundreds-iraqi-sunnis-killed-isis-albu-nimr

Chulov, Martin, Fazel Hawramy ve Spencer Ackerman, 2014, “Iraq Army Capitulates to Isis Militants in Four Cities”, Guardian (12 June),www.theguardian.com/world/2014/jun/11/mosul-isis-gunmen-middle-east-states

Chulov, Martin ve Paul Lewis, 2014, “Isis Jihadis Using Captured Arms and Troop Carriers from US and Saudis”, Guardian (8 September), www.theguardian.com/world/2014/sep/08/isis-jihadis-using-arms-troop-carriers-supplied-by-us-saudi-arabia

Cockburn, Patrick, 2014, The Jihadis Return: ISIS and the New Sunni Uprising (OR Books).

Conant, Eve, 2014, “Iraq Crisis: “Ancient Hatreds Turning Into Modern Realities”, National Geographic (18 June),http://news.nationalgeographic.com/news/2014/06/140618-iraq-shiite-sunni-isis-militants-maliki-borders/

Cordesman, Anthony ve Sam Khazai, 2014, Iraq in Crisis (Center for Strategic and International Studies),http://csis.org/publication/iraq-crisis-1

Crooke, Alistair, 2014, “Middle East Time Bomb: The Real Aim of ISIS Is to Replace the Saud Family as the New Emirs of Arabia”,Huffington Post (2 September), www.huffingtonpost.com/alastair-crooke/isis-aim-saudi-arabia_b_5748744.html

Damluji, Mona, 2010, “’Securing Democracy in Iraq’: Sectarian Politics and Segregation in Baghdad, 2003-2007”, Traditional Dwellings and Settlements Review, volume 21, number 2.

Dermer, Philip “PJ”, 2014, “The ‘Sons of Iraq,’ Abandoned by Their American Allies”, Wall Street Journal (1 July),http://online.wsj.com/articles/philip-dermer-the-sons-of-iraq-abandoned-by-their-american-allies-1404253303

Dodge, Toby, 2010, “The Ideological Roots of Failure: The Application of Kinetic Neo-Liberalism to Iraq”, International Affairs, volume 86, issue 6.

Dodge, Toby, 2014, “Can Iraq Be Saved?”, Survival: Global Politics and Strategy (October/November).

Haddad, Bassam, 2011, Business Networks in Syria: The Political Economy of Authoritarian Resilience (Stanford University Press).

Hanieh, Adam, 2013, Lineages of Revolt: Issues of Contemporary Capitalism in the Middle East (Haymarket).

Harman, Chris, 1986, “Base and Superstructure”, International Socialism 32 (summer)
www.marxists.org/archive/harman/1986/xx/base-super.html

Harman, Chris, 1994, “The Prophet and the Proletariat”,International Socialism 64 (autumn),www.marxists.org/archive/harman/1994/xx/islam.htm [Türkçesi: Peygamber ve İşçi Sınıfı, Marx21 2. Sayı, http://marx-21.net/?p=207]

Harman, Chris, 2006, “Hizbollah and the War Israel Lost”,International Socialism 112 (autumn), www.isj.org.uk/?id=243

Herring, Eric ve Glen Rangwala, 2006, Iraq in Fragments: The Occupation and Its Legacy (Hurst).

Holliday, Joseph, 2013, “The Opposition Takeover in Al-Raqqa”,Institute for the Study of War: Backgrounders (15 March),www.understandingwar.org/backgrounder/opposition-takeover-al-raqqa

Human Rights Watch, 2013, “Iraq: Investigate Deadly Raid on Protest” (24 April), www.hrw.org/news/2013/04/24/iraq-investigate-deadly-raid-protest

Human Rights Watch, 2014a, “Iraq: ISIS Abducting, Killing, Expelling Minorities” (19 July),www.hrw.org/news/2014/07/19/iraq-isis-abducting-killing-expelling-minorities

Human Rights Watch, 2014b, “Iraq: ISIS Executed Hundreds of Prison Inmates” (30 October),www.hrw.org/news/2014/10/30/iraq-isis-executed-hundreds-prison-inmates

International Crisis Group, 2013, “Make or Break: Iraq’s Sunnis and the State”, Middle East Report, number 144 (14 August),www.crisisgroup.org/en/regions/middle-east-north-africa/iraq-iran-gulf/iraq/144-make-or-break-iraq-s-sunnis-and-the-state.aspx

International Crisis Group, 2014, “Iraq: Falluja’s Faustian Bargain”,Middle East Report, number 150 (28 April),www.crisisgroup.org/en/regions/middle-east-north-africa/iraq-iran-gulf/iraq/150-iraq-falluja-s-faustian-bargain.aspx

Lewis, Jessica, 2013, “Al-Qaeda in Iraq Resurgent”, Middle East Security Report, number 14, Institute for the Study of War(September), www.understandingwar.org/report/al-qaeda-iraq-resurgent

Mahmood, Mona, 2014, “US Air Strikes in Syria Driving Anti-Assad Groups to Support Isis”, Guardian (23 November),www.theguardian.com/world/2014/nov/23/us-air-strikes-syra-driving-anti-assad-groups-support-isis

Maunder, Jonathan, 2012, “The Syrian Crucible”, International Socialism 135 (summer), www.isj.org.uk/?id=824

McDowall, David, 2003, A Modern History of the Kurds: 3rd edition (I B Tauris).

Montgomery, Colonel Gary ve Chief Warrant Officer Timothy McWilliams (eds), 2009, Al-Anbar Awakening Volume II: Iraqi Perspectives (Marine Corps University Press),www.hqmc.marines.mil/Portals/61/Docs/Al-AnbarAwakeningVolII%5B1%5D.pdf

Naguib, Sameh, 2006, Al Ikwan el Muslimun: Ru’iya ishtarakiyya[The Muslim Brotherhood: A Socialist View] (Cairo, Centre for Socialist Studies).

Naguib, Sameh, 2011, The Egyptian Revolution (Bookmarks).

Petraeus, David H, 2013, “How we Won in Iraq”, Foreign Policy (29 October),www.foreignpolicy.com/articles/2013/10/29/david_petraeus_how_we_won_the_surge_in_iraq

Pla, Gabriel Garroum, 2014, “Rebel Governance amid Civil War: A Black Flag in Raqqa” (Unpublished dissertation, MSc Politics, SOAS).

Sullivan, Marisa, 2013, “Maliki’s Authoritarian Regime” Middle East Security Report, number 14, Institute for the Study of War (April),www.understandingwar.org/report/malikis-authoritarian-regime

Trotsky, Leon, 1992 [1930], History of the Russian Revolution(Pathfinder) [Türkçesi: Rus Devriminin Tarihi (3 cilt), Yazın Yayıncılık, 1998]

Zangana, Haifa ve Sami Ramadani, 2006, “Resistance and Sectarianism in Iraq: Interviews with Haifa Zangana and Sami Ramadani”, International Socialism 109 (winter), www.isj.org.uk/?id=159

 
 
 
 
 
 
 
shared on wplocker.com