0 com

Machinefabriek - Duotoon


0 com

Expo 70 - Exquisite Lust (Kill Shaman, 2006)







Artık, markette alınan yiyecekleri poşete koyup, eve taşıyan ve her seferinde sabırı taşan taşıyıcı olmaktan fazlaca sıkılıp, hüzün okyanusunda boğulanlara..





(Limit has expired/Limit doldu)


Sınırımın Sınırı/Limited Edition: 14
0 com

Fougou - Further From The Centre Of Disturbance (Greengage Sounds, 2012)







Resimine baktığım o kişiler hep bendim ama o kişiler hiç ben değildim..



(Limit has expired/Limit doldu)







Kişilik hak/Limited download: 19
1 com

Monopoly Child Star Searchers - Bamboo For Two (Olde English Spelling Bee, 2010)




Terhis olduğum ve en sevdiğim gün olan Pazartesi'ye ve en sevdiğim sayılardan olan 13. güne denk düşen bu önemli günün öğle öncesine en yakın zaman dilimin de otobüs durağında bekler iken, benim binmeyeceğim otobüsün önümden geçerken ki yolcularına bakarken anlamıştım; hiç bir şey değişmemiş ve bütün bıkkınlığı ile yolun bitmesini oturarak bekleyen yolcuların yüzlerinde ki ifadesizliği görmüş olmamla birlikte, bana hak olan özgürlüğün tadını, her zaman olduğu ve olacağı gibi yapayalnız hissetmek, hissetmenin verdiği yoğun huzur ile birlikte de, en sevdiğim ay olan Aralık ayının, o anlamsız güneşini tüm bedenimle tatmış ve yutmuştum ama aklıma çok da takılmadan, hemen verdiğim sorunun cevabı da bulmuştum ki; o otobüsde ki bütün yolcuların ve özellikle orta bölümde ki eşarplı teyzenin kafasın da çalan albümün bu olduğuna da, kalıbı basmıştım. İşte o günden beri kalıbı basmaya devam ediyor ve bu albümü..




(Limit has expired/Limit doldu)




Yutmak Hakkı+Limited Edition: 13
0 com

Audrey Chen





AUDREY CHEN: Chinese-American musician who was born outside of Chicago in 1976. Now, using the cello, voice and analog electronics, Chen’s work delves deeply into her own version of narrative and non-linear storytelling. A large component of her music is improvised and her approach to this is extremely personal and visceral. Her playing explores the combination and layering of a homemade analog synthesizer, preparations and traditional and extended techniques in both the voice and cello. Recently, her primary focus has been her solo project but she is also involved in many various collaborations with Phil Minton, Tetuzi Akiyama, Tomomi Adachi, Matana Roberts, Elliott Sharp, Aki Onda, Phill Niblock, etc. Chen has performed in Europe, Russia, Australia, New Zealand, China, Japan, Taiwan, Brazil, Canada and the USA.




Live Performance: 6 Nisan 2013 / İstanbul






0 com

Thisquietarmy(Canada) / Soundcollage(Turkey)









4 Nisan 2013 / Kadıköy / arkaoda / 20:30 



Konser/Event: Lastfm



Offical Website: www.thisquietarmy.com/



Live: Youtube







0 com

-











Beni, ben yapanlara dair; iplerimin uçları..







0 com

Dif Juz

2 com

Vaykorus





İlk defa böyle oldu.. 5. Yılı bitirdiğim(iz) ve 6.ya doğru yol aldığım(ız) bu blog oluşumun da, artık bundan böyle yalnızım.


A-periyodik yaklaşmaya devam edeceğim buradan, 5 yılı paylaştığımız, onca yazarımın ve destekçilerimin önün de eğiliyorum ve yepyeni bir oluşturacağım oluşumun habercisi olsun bu yazının sonu diyorum. Susuyorum.


Yalnız dinlemeye, yıllardır devam ettiğim
 gibi, devam..
0 com

The Triffids - Wide Open Road




0 com

SWANS




Swans, 7 Nisan'da İstanbul'da!
0 com

Ychorus Volume 4: THE CURE saygı gecesi!





Bu, 35. yılını çoktan deviren, karanlıklar prensi THE CURE olayına dair; kabararak eğilip, büzülmemizin gecesidir. Geceyi, yorumlarıyla canlandıracak olan kabarık saçlı prensler, bu olay uğruna, atları üzerinde çok yoğrulup, çok yoruldular. 

35 Senede bir olabilecek olan bu buluşmaya gelirken, kara prensler kırmızı rujlarını, kara prensesler ise her yerlerini boyamadan gelmesinler ki; buluşmamızın bir anlamı ve bir anısı olsun! Sakının ve gelin! Daha çoklu güzelleşeceğiz...






Dijeys: Organize Sesler & Ychorus



Salon (ayakta) 150 kişi ile sınırlıdır.
Giriş ücretine herhangi bir promosyon dahil değildir.
18 yaş sınırı vardır.
Ayrıntılı bilgi için info@kargart.org adresine ileti atınız.







1 com

ALBOTH! - Juerg Solothurnmann (1991)




Yakın da / Coming Soon
0 com

Hot Hail (Liverpool)




Site    

0 com

Fougou - Reversed Dreams Of This Nature (Ikuisuus Records, 2010)







Güneşli bir pazar gününün öğle sonrasını, akşam üzerine bağlayan saatlerin ortasın da, sırtım, 1-2 metrelik boşluğa dönük şekil de, tek başıma, pirekitler üzerine, oturmaya çalışıyordum ve oturmuştum. Saniye sonrasını hatırlamamakla beraber, sırtım yerde, ayaklarım ise havaya kalkmış bir biçim de, kendimi uyanırken bulmuştum. Bayılmanın verdiği etkiyi, ~saç altım da oluşan acıyı hissedemesem de~ 5-6 yaşında böylelikle yaşamış olmuştum ama o anlamsız sarhoşluğun nedenini, dakikalar sonra kavrayabilmiş ve "Baağk, yeşil yeşiil" adlı nadide eseri söylemeyi ise, bir kaç sene daha devam etmiş ve herkesin kulağına sallamasını da iyi bilmiş, alkışların beni mutlu etmesinin tadını da, ilk kez o dönem de hissetmiştim.

 Ormanlık alanın var ettiği ılık havanın etkisiyle, daha bir özel şakıyan kuşların; ben uyanırken ki sesi, hala kulaklarım da.. Kendime armağan ettiğim bu albüm, 6 ay gecikmeyle, 16 kişilik bölüşmesini, ayın 16'sın da, an tadıyla, yaşıyor..  Öldürmeyin, 'var' edin ki; kulaklıkla dinlemeyi, hiç bir zaman, ihmal etmeyin!







Limit Doldu / "limit has been reached"


Fougou - Reversed Dreams Of This Nature (Ikuisuus Records, 2010)

1.
Bicones 13:29
2.
Ladram Bay 07:54
3.
Oculus 03:47
4.
Urnfield 09:12
5.
The Sentinel Watches 10:55





Limited / Sınırsal:  16

0 com

Ashberry




1 com

Wounded Wolf (Label / Turkey)

















0 com

Dror Feiler - Music for Dead Europeans




Coming Soon / Yakın da
3 com

Robin Guthrie




Robin Guthrie, 19 Ocak'ta İstanbul'da!



0 com

Cindytalk - Dream Ritual




1 com

Günebakan Distro






Günebakan Distro ne mi? 

Günebakan Distro benim yıllar önce bıraktığım Salvation adlı distromun yeni adı. Farkı ne mi? Zamanla müzikal beğenilerim değişti yenileri eklendi dolayısıylada eskiden sadece extrem metal gruplarının ürünlerini dağıtırken şimdi buna etnik, jazz ve türevleride eklendi. Şu anda yerli ve yabancı bir çok metal ve metal dışı ürünün dağıtımını yapmaktayım. Listemde sıfır ve ikinci el olmak üzere Fanzin'ler, Kaset'ler, CD'ler, 7" EP ler yer almakta. Hangi ürünlerin elimde kaldığını ve fiyatlarını öğrenmek için şu adrese mail atabilirsiniz: gunebakandistro@gmail.com

Ayrıca benim listemdeki ürünlere denk ürünlerle takas yapabilirim.

İrtibat: 
GÜNEBAKAN DİSTRO
P.K. 227 SEMİH ŞİMŞEK KADIKÖY / İSTANBUL 

Not: Özellikle Türk grupları benimle iletişime geçsinler.


0 com

Shelley HIrsch & Joke Lanz (Sudden Infant)








Shelley Hirsch: voice // Joke Lanz: turntables



live at NK Berlin, July 1 2011

camera: Ursula Peer, Ute Waldhausen
cut: Ursula Peer
thanks: Farahnaz Hatam, Julian Percy, Mauro Martinuz


http://www.shelleyhirsch.com
http://www.suddeninfant.com
http://www.nkprojekt.de
3 com

Gnac - Biscuit Barrel Fashion (Poptones, 2001)




Eğer 21. yüzyılda büyük bir şehirde yaşıyorsanız muhtemelen çevrenizde sayısız insanın size ne kadar meşgul olduklarını anlattığına tanık olmuşsunuzdur. Herhangi birine “Naber?” dediğinizde alacağınız yanıt ya “Meşgulüm bu ara” ya da “Bu aralar çok yoğunum” olur. Bu yanıttaki yakınmanın arkasına gizlenmiş bir böbürlenme olduğu da bariz.

Dikkatinizi çekmek istediğim husus ise bunu söyleyen insanların fabrikada çift vardiya çalışmaya zorlanan veya kenar mahalledeki evinden asgari ücretle çalıştığını işine saatlerce otobüs yolculuğu yapan insanlar olmadığı. Bu emekçiler meşgul değil tükenmiştir, yorgundur – ayakta uyuyacak kadar yorgun.



Meşguliyeti nedeniyle ağlayıp sızlayanlar neredeyse her zaman bu meşguliyetlerini kendileri yaratırlar: işleri, gönüllü olarak üstlendikleri yükümlülükleri, dersleri ve çocuklarının aktiviteleri. Kendi hırsları, dürtüleri ve kaygıları yüzünden, meşguliyete bağımlı oldukları için meşguldürler. Meşgul olmadıklarında, serbest zamanları olduğunda karşılaşacakları boşluktan ürküyorlar.



HERKES ÇOK MEŞGUL

Neredeyse tanıdığım herkes çok meşgul. Çalışmadıkları veya işlerinde yükselmelerine yardımcı olacak bir şey yapmadıkları zaman suçlu ve endişeli hissediyorlar. Arkadaşlarına ayırdıkları zaman ise bütün sınavlardan yüz alan öğrencilerin CV'lerinde güzel gözüksün diye gönüllü çalışmalarına benziyor.


Geçenlerde bir arkadaşıma “Bu hafta bir şeyler yapmak ister misin?” diye yazdım. Verdiği yanıt ise “Çok zamanım yok ama bir şeyler olacaksa haber ver, bir iki saatliğine işi ekip gelebilirim” oldu. Bu hafta içinde gerçekleşme ihtimali olan bir etkinlikten bahsetmediğimi, yazdığım şeyin başlı başına bir buluşma daveti olduğunu açıkça belirtmek geldi içimden. Lâkin meşguliyeti sürekli artmakta olan bir gürültü kaynağı gibiydi, aramızdaki iletişimi engelliyordu. Anlaşabilmemiz için birbirimize bağırmamız gerekiyordu ve ben de ona geri bağırmaktan vazgeçtim.



ÇOCUKLAR DA ÇOK MEŞGUL

Günümüzde çocuklar bile meşgul. Okul içinde ve dışında bütün günleri yarım saatlik programlara varana kadar ayarlanmış durumda. Günün sonunda eve ebeveynleri gibi yorgun dönüyorlar. Çalışan anne babaların çocuklarına ev anahtarlarını verdiği, çocukların okuldan çıkıp evlerine ve mahallelerine dönerek 3-4 saat özgürce oynadığı nesildendim. Okul sonrası geçireceğim zaman programlanmamıştı. Ben de keyfime göre ansiklopedi okuyor, animasyon yapıyor, sokakta arkadaşlarım oynuyordum. Bu şekilde geçirdiğim zaman hayatımın geri kalanı için önemli ve işe yarayan yetenekler, içgörüler kazandırdı bana. Dilediğim gibi geçirdiğim bu saatler hayatımın geri kalanını nasıl yaşamak istediğimle ilgili bir model oldu benim için.


BİRBİRİMİZE KOLEKTİF 

DAYATMALARIMIZ
Bu histeri hayatın gerekli ve kaçınılamaz koşulu değil, aksine tercih ettiğimiz, boyun eğdiğimiz bir durumdur. Bir süre önce yükselen kiralar nedeniyle kenti terk etmek zorunda kalan ve şimdi Fransa'nın güneyinde bir köyde yaşayan bir arkadaşımla Skype üzerinden görüştüm. Kendisini yıllardan sonra ilk defa mutlu ve rahat olarak tanımlıyordu. İşlerini yine yapıyor, ancak bunlar bütün gününü ve beynini tüketmiyormuş. Kendini tekrardan gençliğinde, öğrenciliğinde gibi hissettiğini anlattı – akşamları arkadaşlarıyla kafelere gidiyormuş. Hatta bir erkek arkadaşı bile olmuş (New York'taki ilişkiler için “Herkes çok meşgul ve herkes 'daha iyi' birisini bulabileceğini düşünüyor” demişti bana). Kendi kişiliğinin bir parçası olduğunu düşündüğü hırslılık, depresiflik, huysuzluk ve huzursuzluğun çevresinin bozucu etkilerinden kaynaklandığını anlamıştı. Aslında hiçbirimiz böyle yaşamayı istemeyiz, kimsenin trafikte beklemek veya liselerdeki gaddarlık hiyerarşisinin bir parçası olmak istemediği gibi. Aksine, bunlar birbirimize kolektif olarak dayattığımız şeylerdir.



Meşguliyet bir tür varoluşsal sigorta, boşluğa karşı bir set görevi görüyor; eğer meşgulseniz, her saatiniz programlanmış ve doluysa, size sürekli ihtiyaç duyan birileri varsa hayatınız saçma, aptalca veya anlamsız olamaz. Maalesef bu sahte vazgeçilmezlik durumunun arkasındaki gerçeği görmek, bunun yapısal bir kendini kandırma hali olduğunu fark etmek epey zor.



Günümüzde gittikçe artan sayıda insan somut, elle tutulur bir şey üretmiyor. Bu yüzden bu yapmacık meşguliyet ve tükenmişlik halinin, insanların şu hayatta yaptıklarının kimsenin umurunda olmayan şeyler olduğunu gizlemekten başka bir işe yaramadığını düşünüyorum.



TUTKULU BİR TEMBELİM

Ben meşgul bir insan değilim, tanıdığım en tutkulu tembel olduğumu söyleyebilirim. Çoğu yazar gibi, yazmadığım tek bir günde bile yaşamayı hak etmeyen günahkâr bir serseri olarak hissediyorum. Bir yandan da günde 4-5 saat çalışarak bu dünyada bir gün daha geçirmeme yetecek bir para kazanabileceğimin farkındayım. En güzel sıradan günlerimde sabahları yazar, ardından uzun bir bisiklet turuna çıkar, öğleden sonraları ayak işleri yapar ve akşamları da arkadaşlarımla görüşür, kitap okur veya film izlerim. Bence bu, yaşamak için makul ve hoş bir gün. Ve eğer beni arayıp görüşmek istediğinizi söylerseniz meşgul olduğumdan, planlarımdan bahsetmek yerine “Ne zaman?” derim.


Ancak, sadece geçtiğimiz bir iki ay boyunca profesyonel zorunluluklar nedeniyle sinsice meşgul olmaya başladım. İlk defa beni davet eden insanlara doğrudan çok meşgul olduğum için katılamayacağımı söyleyebiliyordum. İnsanların neden böyle demekten keyif aldığını anlamaya başladım: kendinizi önemli, rağbet gören ve el üstünde tutulan bir insanmış gibi hissettiriyor. Buna rağmen meşgul olmaktan nefret ettim. Her sabah e-posta kutum, bana yapmak istemediğim işleri yapmamı söyleyen, çözmem gereken sorunlar getiren e-postalarla doluyordu. Her geçen gün artarak daha da katlanılmaz hale gelen meşguliyetimden uzaklaşmak için kenti terk ettim ve bu satırları yazdığım gizli adrese geldim.



DÜNYANIN AKIŞINA DAHİL OLMALI

Burada beni taciz eden yükümlülükler yok. Televizyon yok. E-postalarıma bakmam için uzaktaki bir kütüphaneye gitmem gerekiyor. Haftanın büyük bir kısmını tanıdığım tek bir insan görmeden geçiriyorum. Burada düğünçiçeklerinin, sünelerin ve yıldızların ne olduğunu tekrar hatırladım. Okudum. Ve aylardan sonra ilk defa gerçekten bir şeyler yazdım.


Dünyanın akışına dahil olmadan hayat hakkında yazacak bir şey bulmak nasıl imkansızsa, tekrardan bu akıştan kopmadan yazacak şeyin ne olduğuna ve bunun nasıl yazılması gerektiğine karar vermek de imkansız.



Boşluk, aylaklık sadece bir tatil değil aynı zamanda bir zaruret. Yani örneğin D vitamini vücudumuz için nasıl bir gereklilikse boşluk da beyin için aynı şekilde gerekli. Yokluğunda zihinsel sorunlar baş gösterir. Aylaklığın getirdiği sessizlik ve açık alan, hayattan dışarı bir adım atıp bütünü görmemizi, sıra dışı ve beklenmeyen bağlantılar kurmamızı, yaz ortasında ilhamın vahşi yıldırımlarını beklememizi sağlar. Paradoksal olarak, aylaklık, herhangi bir işi iyi yapmak için şarttır. ABD'li roman yazarı Thomas Pynchon “Yaptığımız işin özü genellikle aylak aylak düşünmektir” demişti miskinlikle ilgili makalesinde. Arşimet'in küvetteki evrakası, Newton'ın elması ve daha birçok örnekte görebileceğimiz gibi tarih boş boş otururken ve hayal kurarken gelen ilham hikâyeleriyle doludur.



“Geleceğin hedefi tam istihdam değil tam işsizliktir, böylece sürekli oyun oynayabiliriz. Mecvut sosyo-ekonomik düzeni yıkmaya işte tam da bu yüzden ihtiyaç duyuyoruz.” Bu sözlerin ot içen bir anarşistin zırvalamaları diye olduğunu düşünebilirsiniz – ancak bunu söyleyen, scuba-diving ve langırt oyunları arasındaki boş vaktinde Childhood's End kitabını [Ç.N.: Bu kitap Türkçe'ye Son Nesil olarak çevrilmiştir] yazan ve günümüzün iletişim uyduları çok önceden hayal eden Arthur C. Clarke'tı.



ÇALIŞMAK YERYÜZÜ İÇİN CEZADIR



İŞarkadaşım Ted Rall bir köşe yazısında geliri işten bağımsız kılmamız ve her yurttaşa bir maaş garantisi vermemiz gerektiğini yazmıştı. Bugün kulağa deli saçması olarak gelse de önümüzdeki yüzyılda kürtaj veya oy hakkı gibi evrensel bir hak haline geleceğini düşünüyorum.



Püritenler çalışmayı bir erdem, iyi ahlakın bir parçası haline getirdiler – oysa unuttukları şey, Tanrı'nın çalışmayı bir ceza olarak yeryüzüne göndermesiydi.


Belki de herkes benim gibi davransa dünyanın çivisi çıkar. Lâkin ben ideal insan yaşamının benim aykırı aylaklığım ile dünyanın geri kalanının bitmeyen çılgın aceleciğinin arasında bir yerde yattığını düşünüyorum. Benim rolüm sadece çocukluğunuzda evde çalışırken camınıza çakıl taşı atıp, bağırarak sizi sokağa oynamaya davet eden çocuk gibi 'kötü' bir çağrıda bulunmak. Benim azimli aylaklığım bir erdemden çok bir lüks. Ama ben bunu bilinçli bir tercih sonucunda gerçekleştirdim: Yıllar önce zamanı paraya tercih etme kararını aldım. Çünkü bu dünyada geçireceğim sınırla zaman ile yapabileceğim en iyi yatırım, bu zamanı sevdiğim insanlarla geçirmek. Bir gün ölüm döşeğimde bu kararımdan pişman olma, “keşke daha fazla çalışsaydım” deme ihtimalim de var. Ancak ben o sırada pişman olmaktansa “keşke Chris ile bir bira daha içebilseydim, Megan ile uzun bir sohbete daha dalabilseydim ve Boyd ile son bir defa kahkaha atsaydım” diyeceğimi düşünüyorum. Hayat meşgul olmak için çok kısa.

TIM KREIDER 






Gnac - Biscuit Barrel Fashion (Poptones, 2001)


Limit Doldu / "limit has been reached"



Limited Download: 21
2 com

Elizbeth Fraser - Song To The Siren (Live)

0 com

Azoikum - Cunt (Troniks 2001)


Ekstrem elektroniğin en ağır toplarından Alman asıllı Azoikum bu türün Master'larından biri. 1999'dan 2008'lere kadar azimle yılda 2'şer 3'er albümlerini piyasaya süren üstad Stefan Widmann şu sıralar uzun bir ara vermiş gözüküyor, tekrar dönüş yapar mı belli olmaz ancak PE piyasasının ekstrem soundunu bilenler açısından çalışmalarının kalitesi ele alındığında hala bu türün 'kült'lerinden biri olmayı sürdürüyor.
Food for noise-freaks!





DOWNLOAD
    Limited Download: 30
0 com

Zarasai - Place Muzik (Sangoplasmo Records, 2011)




Evde keyifli bir akşam yemeğindeydik. “Her şey bir anda değişebilir” dedi konuklarımdan biri. Daha yaşlı olan gülümsedi: “Doğru, ama hangi an?”, “Ah, o anı bir bulabilsek!” diye iç çektim ben. Sohbet, hayattaki bazı unutulmaz anlara kaydı sonra. Tanıdık kişiler, bildik şehirlerden söz edildi. Şarabın sonuna ve tatlıya gelindiği zaman kapsamlı bir dünya turu yapmış durumdaydık. Dünyanın değişik ülkelerinde aynı insanları tanıdığımızı, aynı yerlerde benzer duyguları hissettiğimizi keşfetmek hoştu.
Zaman üzerine düşüncelere daldım konuklar gittikte sonra. Geçen yazı düşündüm örneğin. İçimdeki delici acıyı, hayatımı saran hüzün bulutunu... Hâlâ kalbimi kırsalar bile, şimdilerdeki uzaklıkta çok farklı görebildiğim pek çok ayrıntıyı... Diğer yazları düşündüm. Her birinin farklı renklerini, tatlarını,  sonsuza kadar kalacak olan bazı anlarını... Sonra geleceği düşündüm. Bilememenin verdiği kaygının yanı sıra giden bir heyecanla, düşündüm geleceği... Geçmişle başa çıkabilmişsem gelecek de ne getirirse getirsin, o kadar korkulu değil diye bir iyimserliğe kapıldım. İki şeyin bana güç verdiğini fark ettim sonra. Birisi hayatta her şeyin başıma gelebileceğine dair bir kabul ve buna dair bir iç hazırlık. Diğeri ise yalnızlığımla ve ona eşlik eden iç sesimle kurabildiğim güçlü bağ.
Başka şeyler de düşünüyorum şimdi. Hayallerin, idealizmin ve akılcılığın iç içe geçebileceğini örneğin. İçtenliğin, gerçekten kaçmamanın önemini... Duygusallığın ve kırılganlığın hayatı zorlaştırmasına rağmen o kadar da kötü olmadığını...
İnsanın başa çıkamayacağı pek çok ruh hali ve durum var kuşkusuz. Dışarıdan yöneltilen türlü türlü zulüm mesela. Kurumlar ya da bireylerden gelebilecek acımasızlık ve kötülük... İnsanın hayatını karartan önyargılar, yanlış anlaşılmalar, görmezden gelinmeler... Kabarık bir liste oluşturulabilir.
Önemli olan bütün bunların varlığının kabulü ve bunlarla başa çıkabilecek zeka, beceri ve dirence sahip olmak galiba... Hayat, acı-tatlı sürprizlerini getirebilecektir.
Yaşadıkça pek çok şeye karşı bileniyor insan. Eskiden beni yataklara düşürebilen gönül kırıklıkları yok artık... Hayretle görüyorum bunu... Şaşırmıyorum mesela eskisi gibi... Sonra pek çok şeyi hiç de üstüme alınmıyorum. Birçok insandan bize gelen bir davranış, bizden çok o insanın kendiyle ilgili çünkü... Bizim için kurulduğunu sandığımız bir cümle aslında cümleyi kuranla ilgili. Bazı insanlar bizi çok sevip beğeniyorken bir diğerleri aynı bizi hiç sevmeyip beğenmiyorlarsa bu bizden çok onlarla ilgili bir durum değil midir? Her şey bir anda değişebilir ama o an aslında sonsuz anların toplamını içinde taşıyan bir an değil midir? Ayrıca, yaşadığımız her an, böylesi anları biriktirmekle ilgili değil midir?
Bazen son yıllarda edindiğim bir tutumu sorguluyorum. Her şeye geçiciymiş gibi davranıyorum örneğin... Sonsuz ve koşulsuz bağlanmalardan kaçınıyorum. Uçucu zamanların dikey derinliğiyle ilgileniyorum daha çok da. Lineer bir zaman algısından uzaklaştım artık. Her şey her an bitebilir, herkes her an gidebilirin gizli kabulünü taşıyorum içimde. Birisi beni ölene kadar seveceğini söylüyor. Hoşuma gidiyor bu, yalan olduğunu bilsem de... Bu ana sunulmuş bir armağan gibi kabul ediyorum daha çok böyle bir cümleyi...
Sonuna kadar kendimleyim. Emin olduğum tek birliktelik bu... O yüzden iyi bakmak istiyorum kendime... Yaralanmaktan kaçamayacağım biliyorum. İyileşmeyi de biliyorum ama..
Tut ki herkes gitmiş. Kendimle, iç sesimle var olabilmeliyim. En tepelerdeyken en diplere inebileceğimi, her şeyin hayata ve insana dair olduğunu bilebilmeliyim.
Her şey bir anda değişebilir. Doğru bu... Ama gökten zembille inmiş bir an değildir bu... Geçmişte işaretleri vardır mutlaka.
Kavurucu bir yaz günü daha başlarken içimden geçenler bunlar. Bir dokunsam mutluluk, bir dokunsam mutsuzluk biliyorum bunu... Bir dokunsalar mutluluk, bir dokunsalar mutsuzluk. Bunu da biliyorum.
Elimden geldiği kadar mutluluk için dokunacağım hayata... Mutsuzluk da gelirse hoş gelmesin, fazla durmayıp çabucak gitsin.
Yeni bir güne kavuşmak az şey mi? Değerini bilmek gerek. Her şey bir anda değişebilir. Kim bilir, belki de çok yakındır böyle bir an...

Neşe Yaşın /  2012 / BirGün





Zarasai - Place Muzik (Sangoplasmo Records, 2011)
Limit Doldu / "limit has been reached"


 A1Zarasaitis15:00
B1Daina, Ežerėnai, Ditkūnų15:00


Limited Download: 15
0 com

Brian - We Close 1-2 (Elefant Records, 1999)


Düğme

Hayatta zor anlar vardır. Geçen hafta düğmemin koptuğu an da bunlardan biriydi. Dikiş dikmeyi beceremem. Hiç öğrenemedim. Üstelik meret bu sefer en olmayacak yerde, en olmayacak şekilde koptu. Öyle kalabalık bir otobüsteydim ki, nereye uçtuğunu bile göremedim.

Neyse ki Beşiktaş kara suları içindeydim. Beşiktaş’ta biliyorsunuz denizaltı bile arasanız var. Öyle bir semtimizdir yani. Bence yasaklanmalı. Çünkü insanı her şeye çare bulunabileceği yolunda yanlış fikirlere sevk ediyor.

Bu sefer çareyi nerede bulabileceğime dair bir fikrim vardı. Ne aradığını bilen insanların kararlılığı ile yürümem beklenirdi aslında. Ama elbisemin düğmesi çok biçimsiz bir yerden kopmuştu. Onun için sırtımı duvara vererek mesleğe o gün başlamış bir gizli ajan edasıyla hedefe doğru sinsi sinsi ilerledim.

Tuhafiyecide beni tuhaf bir kadın karşıladı. İnsan işine ancak bu kadar yakışır, diye düşündüğümü hatırlıyorum. “Düğmeniz kopmuş,” dedi makyajla irileştirilmiş gözlerini daha da açarak. Bir şeye baktığında önce eksikleri fark eden insanlara pek güvenmem. Bilgisi gözle görünen şeylerle sınırlı pratik kişilerdir bunlar. Bu kadın da öyle birine benziyordu. Kopmuş düğme meselesine parmak bastıktan sonra, “bacaklarınız çarpık, saç kesiminiz berbat, ha bir de kaşlarınız birbirine fazla yakın” demesini bekledim.

Ama o hızla bir takım kutuları raflardan indirmeye başladı. Onları bir süre dalgın dalgın karıştırdıktan sonra, bana bir düğme uzattı. Evet, belki bir teorisyen sayılmazdı, ama işinin ehli olduğunu teslim etmek gerekiyordu. Düğmeyi eliyle koymuş gibi bulmuştu. Çünkü muhtemelen eliyle koymuştu. Fakat böyle şeylere pek de takılmamak lazım aslında.

Önemli olan düğmenin bulunmuş olmasıydı. Hemen oracıkta dikmek istedim. Dükkan fazla kalabalıktı. Çıkmak için can atıyordum. “Soyunmadan olmaz,” dedi kadın yine gözlerini açarak. Bu sefer gerçekten korkmuş gibi görünüyordu.

Telaşımdan en basit şeyi akıl edememiştim. İlik öyle ters bir yerdeydi ki, elbiseyi çıkarmadan düğmeyi dikmem mümkün değildi. Çinli bir jimnastikçi olsaydım belki. Ama değildim. Tuhafiyeci kadın da bunun farkındaydı. Sürmeli gözler kısılıp beni küçümseyerek süzdüler. Teori falan bir yere kadar, der gibiydiler. İnsanın pratik zekası olmayınca böyle apışıp kalırdı işte. Ben kendimi ne zannediyordum?

Yaptığım aptallıktan öyle utanmıştım ki, çengelli iğne istemek bile aklıma gelmedi. Düğmeyi cebime koydum. Yenilmiştim. Kabul etmek gerekiyordu. Parayı tezgahın üzerine bırakıp kapıya doğru yürüdüm.

Fakat tam o sırada, kırlaşmış saçlarını “a la garson” modeli kestirmiş bir teyze beni kemerimden yakalayıverdi. Ne olduğumu anlayamadan, kendimi neredeyse kadının kucağında buldum. “Dur gitme, ben dikerim,” dedi bana. Sesinde bir görmüş geçirmiş bir subayın otoritesi vardı. Tuhafiyeci de bunu hissetmiş olacak ki, isteksizce iğneyi ipliği hazırladı. İki dakika içinde düğmem dikilmiş, kriz çözülmüş, hayat yeniden normale dönmüştü.

Otobüste yeni dikilmiş düğmemi elimle yoklarken, bu küçük olaydan neden bu kadar etkilendiğimi düşündüm. Dalgacı halim uçup gitmişti. Hatta bir yavaşlık gelmişti üzerime. İnsanın beyni kimi anıları çekip çıkarmak için yüksek devirde çalışmaya başlayınca bazen olur bu. Hareketleriniz ağırlaşır.

Teyzenin buyurgan sesinde, düğmeyi dikerken beni evirip çevirmesinde, kıpırdanmamam için ikaz edişinde tanıdık bir şey vardı. Unuttuğumu sandığım bir yakınlıktı bu. Çocukken pantolonumun dizi yırtıldığında, astarım söküldüğünde ya da cebim delindiğinde (hep tıka basa doldurduğum için bu sonuncusu çok sık olurdu) annem ya da anneannemin beni önlerine oturtup sökülen yeri nasıl onardıklarını hatırladım.

Annem bu alışkanlığı ben yetişkin bir kadın olduktan sonra da sürdürdü. Direnir gibi yapsam da, bu dikiş teranesi aslında hoşuma giderdi. Anneme fiziksel olarak yakın olabildiğim nadir anlardan biriydi. İşi bittikten sonra o sırtımı okşayarak “hadi bitti, kalk bakalım” derdi, ben de bazen lafı uzatır onun dizinin dibinde azcık daha oyalanırdım. Artık kaybedilmiş bir çocukluğun sıcaklığında biraz daha durabilmek için.

Çocukluk denen şey en nihayetinde anne hasreti değil midir?

Benim hasretim de tuhafiyecideki teyzenin temasıyla uyanıp başını kaldırmıştı. Düğmem dikilirken belli ki başka dikişler açılmıştı. Çoktan unuttuğumu sandığım dikişlerdi bunlar.

Annemin tamir edebileceği dikişler. Burada olsaydı eğer.


Meltem Gürle / 13. 05. 12 / BirGün gazetesi





Brian - We Close 1-2 (1999)

 A1We Close 1-2
A2Cabaret Band (Demo)
B1Light Years
B2Under The Floorboards


Limit Doldu / "limit has been reached"


Limited Download: 21
5 com

ANTIchildLEAGUE ‎– Hellworm (2001)


Format : Casette (Rare)
Country: UK

Tracklist


A1 Intro 

A2 Ambiguous Attitude 

A3 Giubileo Intro 

A4 Giubileo 2000 

A5 Matriarch 
A6 Hibernacula 
A7 Future Drama 
A8 Sterile Humanity 
A9 Pain 1 
A10 Pain 2 
B1 Mind The Gap 
B2 Sound Of Aboundance Of Rain 
B3 Perpetual Dimension 
B4 Canilla Immortal Creature 
B5 Hellworm 
B6 Disco Bimbo

Credits: Electronics, Vocals – Gaya Donadio




                                                               Limit has been reached


                                                                    Limited Download: 30

0 com

Lucrate Milk - Nepla Relou

0 com

Akosh Szelevényi & Gildas Etevenard - Erem (2011)


Alçak Dünya yörüngesi (ADY), genellikle Dünya yüzeyinden yukarıya 2,000 km kadar uzanan mevkiî olarak tanımlanır. Yaklaşık 200 km aşağıda nesnelerin hızlı orbital çürümesi göz önüne alındığında, ADY için genel kabul görmüş tanımı; İrtifası 160–2,000 km (100–1,240 mil) arasında değişen Yer merkezli yörüngelerdir.
Apollo projesindeki ay uçuşlarındaki istisnai durum dışında, bütün insanlık uzay uçuşlarının hepsi ya Alçak Dünya yörüngesi ya da yarı-yörünge üzerinden yapılır. ADY içinde gerçekleşen uzay uçuşları içerisindeki irtifa rekoru 1,374.1 km ile Gemini 11 e aittir.

ADY deki nesneler, yörünge yüksekliğine bağlı olarak, termosfer (yaklaşık 80-500 km) ve ya ekzosferdeki (yaklaşık 500km ve üzeri) gaz formundaki atmosferik sürükleme ile karşılaşırlar. Alçak Dünya yörüngesi, Dünya çevresinde, atmosfer ile Van Allen radyosyon kuşağı iç bölgesi arasındaki yörüngedir. Bu yörüngede yüksekliik genellikle 300km den daha az değildir çünkü atmosferik sürüklenmeye karşı daha az bir yükseklik elverişsiz olacaktır.
Ekvatoral alçak yörünge, Alçak Dünya yörüngesinin bir alt grubudur.







 Akosh Szelevényi (Tenor Saxophone, Clarinet, Harmonium, Gongs, Bells, Voice)
Gildas Etevenard (Drums, Gongs, Percussion)


Akosh Szelevényi & Gildas Etevenard - Erem


limit has been reached


limited:36 

R A D I O

Öpücük