Dün(26 Haziran), saat 13.00 de, İHD İstanbul Şubesi Lokali'nde, Avukatları ile birlikte basının karşısına çıkan vicdani retçi Mehmet Bal, 8 Haziran'da 2 sivil polis tarafından gözaltına alınıp, 25 Haziran'da Adana 6. Kolordu Askeri Mahkemesi'nce, kendisine verilen "ileri derecede anti sosyal kişilik" !!! raporu dikkate alınarak serbest bırakılana kadar geçen sürede yaşadıklarını anlattı.
Ekim 2002 tarihinde Mersin'de askerlik yapmakta iken vicdani ret karan aldım. Bu kararımı çarşı izninde basına duyurduktan sonra bana verilmiş olan askeri kimlik ve askeri eşyaları iade etmek için kendi isteğimle son defa askeri birliğe gittim.
Sonrasında tutanaklar düzenlendi ve mahkemeye sevk edildim. Tutuklandım ve 33 gün tutuklu kaldım.
Ardından tahliye edildim. Serbest olarak yaşamıma devam ederken Ocak 2003'te tekrar gözaltına alındım ve Askeri Mahkeme'ye çıkartıldım. Mahkeme tekrar beni serbest bıraktı. Bu defa askeri birlik beni hastaneye sevk etti ve 3 ay hava değişimi izniyle tekrar serbest bırakıldım.
Aradan geçen yaklaşık 6 yıllık süreçte herhangi bir gözaltı vs ile karşılaşmadım.
2002 ve 2003 yılında hakkımda açılan 'emre itaatsizlik ve firar' davalarından dolayı Adana Askeri Mahkemesi yakalama emri çıkartmış.
Bunun sonucu olarak 8 Haziran 2008 günü sokakta iki polis tarafından gözaltına alındım. 24 Haziran 2008 günü ise İskenderun Askeri Hastanesi'nin düzenlemiş olduğu 'barışta ve savaşta askerliğe elverişli değildir' ön raporu nedeniyle Adana Askeri Mahkemesi tarafından serbest bırakıldım.
8 Haziran ile 24 Haziran 2008 tarihleri arasındaki 16 günlük süreçte başımdan geçenleri de kısaca anlatmak istiyorum.
8 Haziran günü sokakta Gayrettepe İnfaz Bürosu'ndan gelen 2 sivil polis tarafından gözaltına alındım, Şişli Etfal Hastanesinden 'darp-cebir' raporu alındı ve aynı günün akşamı Beşiktaş inzibat Birliği'ne teslim edildim.
Polisin gözetimi altında geçen süreçte herhangi bir olumsuzluk yaşamadım.
Beşiktaş İnzibat'ta ilkin üst araması yapıldı ve soyunmam istendi. Ben de Vicdani Retçi olduğumu ve askeri hiçbir talebi yerine getirmeyeceğimi beyan ettim.
Tartışmalar, bağrışmalar sonucunda zorla tüm elbiselerim 2 subayın gözetiminde çıkartıldı. Üzerimde sadece don kaldı ve onu da indirip "çök-kalk" yapmamı istediler.
haberin tümü
8 Haziran akşamı gözaltına alınarak tutuklanan Mehmet Bal, istanbul'da sırasıyla, Beşiktaş İnzibat, Hasdal Askeri Cezaevi'nde işkenceye uğradı. Dün(13 Haziran) Adana'ya; 6. Kolordu Askeri Cezaevi'ne sevk edildi. 16 Haziran'da 6. Kolordu Askeri Mahkemesi'nde duruşması yapılacak. Avukatı Suna Coşkun, bir basın açıklaması yaptı ve aynı zamanda da dayanışma çağrısında bulundu.
Devamı için tıklayınız...
8 Haziran Pazar günü polislerce gözaltına alınıp Beşiktaş Jandarma Karakolu'na teslim edilen vicdani retçi Mehmet Bal, gözetim altında tutulduğu gece boyunca bir çok baskı ve şiddete maruz kaldı. Hasdal Askeri Mahkemesi'nce tutuklanıp cezaevine konulan Mehmet Bal, kendisine yapılanları protesto için açlık grevine başladı.
Avukatlarının Mehmet ile yaptıkları görüşme sonrası tuttukları tutanak Mehmet'in uğradığı işkenceyi gözler önüne serdi. İtaatsizlik emirlerden de, emirleri uygulayanlardan da daha güçlüdür.
TUTANAKTIR
11 Haziran 2008 Çarşamba günü saat 15:15 civarı Mehmet Bal ile görüşmek için 3. Kolordu Hasdal Askeri Cezaevi'ne gittik. Mehmet Bal'ı iki asker kucaklarında görüş yerine getirdiler. Mehmet Bal ayakta duramıyordu, oturamıyordu. Üç sandalyenin üzerinde tam yatar şekilde görüşe başlanıldı.
Cezaevine getirildiği 09 Haziran 2008 Pazartesi günü astsubayın zorla ve kaba dayakla saçını kestiğini, daha sonra koğuş mümessili tutuklu Necati Polat'ın bulunduğu hücreye konulduğunu;
Astsubay'ın çıkarken Necati Polat'a “Sen gerekeni yaparsın” dedikten sonra, Necati Polat ve koğuşundaki 3-4 kişi tarafından yaklaşık 45 santim uzunluğunda bilek kalınlığında odun sopalarla dövüldüğünü
Dayak sonucu bayıldığını ve duşa götürülüp soğuk suyla ayıltıldıktan sonra tekrar dövüldüğünü;
haberin tümü
Mehmet Bal işkenceye ve tutsaklığa maruz kalıyor, hala!
8 Haziran akşamı saat 8.30 sularında Arnavutköy'deki adresine gelen sivil polisler tarafından sokakta yürürken doğrudan gözaltına alınan Anarşist Total Retçi Mehmet Bal, Beşiktaş İnzibat Birliği'ne götürüldü ve burada da hiçbir şekilde kendisine sunulan belgeleri imzalamayan arkadaşımızın zorla parmak izi alındı, inzibat birliğindeki görevli askerler, “görevlerinin icabı” olarak yine fiziksel şiddet uyguladı ve kendisi, iktidarların üzerindeki hak iddialarını ve fiziksel saldırılarını protesto etmek amacıyla açlık grevine başladı.
Zor kullanma, itaat, ölü-seviciliği ve teslimiyetin yüceltildiği kurumlar tarafından teslim alınmak istenen Mehmet Bal, iktidarların; ölü-sevici saldırılarına karşı yaşamdan yana bir tutum alarak asker olmama yolundaki direnişine devam ediyor. Bedenleri ve ruhları üzerinde hak iddia eden “alçaklara” onların teslimiyet isteklerine, adaletsizliklerine, eşitsizliklerine, ayrımcılıklarına, cinsiyetçi politikalarına, çok boyutlu yıkıcı şiddetlerine, cinayetlerine karşı çıkmak ve şu an tutsak olan Mehmet Bal'ın onurlu duruşuyla dayanışmak ve yalnız olmadığını göstermek, maruz bırakmak istedikleri sessizliğin yekpare olmadığını birlikte haykırmak için 11 Haziran Çarşamba saat 13.00'de Galatasaray Meydanı'nda, Antimilitarist İnsiyatif tarafından bir basın açıklaması gerçekleştirilecek. Hayattan ve özgürleşmeden yana olan ve onurlu bir noktadan dayanışarak yaşamak isteyenlerin seslerini birleştirdikleri bir eyleme, tüm özgürlükçü bireyleri ve kurumları davet ediyoruz.
İstanbul İndymedia
Devamı için tıklayınız...
Bu sene ikincisi düzenlenen “ÖSS Duvarını Yıkalım” mitingi varoşlardan akarak gelen sınava öfkeli liselerin ve emekçi gençliğin öfkesinin yansıdığı, eğitim emekçilerinin ve velilerin sorunlarını haykırdığı, daha ÖSS duvarına yaklaşamadan eğitimden yoksun bırakılan işçi ve emekçi gençliğin sorunlarının birleşik, kitlesel ve ortak bir şekilde dillendirdiği bir kürsü oldu.
Haftalardır mahallelerde yoğun bir çalışması sürdürülen “ÖSS Duvarını Yıkalım” mitingi, bini aşkın öğrencinin, işçi ve emekçinin katılımı ile Kadıköy İskele meydanında coşkulu bir şekilde gerçekleşti. Velilerin, eğitim emekçilerinin ve tekstil işçilerinin de yoğun katılımı gözlenen mitingte, sık sık “Cinsel, ulusal, sınıfsal elemeye son!” “Emekçiler için eğitim, eğitim için dayanışma” “ÖSS Duvarını Yıkacağız” sloganları atıldı.
TÜM-İGD, LÖB, ESP'li Emekçi Memurlar, Sosyalist Gençlik Derneği Öğrenci Velileri, Öğrenci Birliği, Devrimci Öğrenciler, Dev-lis, Mayısta Yaşam Kooperatifi, Anadolu’da Yaşam Kooperatifi, Esenyurt Kolektifi, 78 ADA-Der, Yeni Dünya Gençliği, Dev-lis, EHP Gençliği, İLGP, Yeni Demokrat Gençlik, Demokratik Gençlik Derneği, Genç Düş- Dem-Lis, Özgür Lise, DÖB, Bilinçli Gençlik ve KÖZ’ün katılımı ile gerçekleşen mitingte, kurumlar “ÖSS Duvarını Yıkalım” pankartının arkasında Tepe Natulus’ün önünde toplanıp yürümeye başladılar. Yürüyüş sırasında sık sık, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!”, “ÖSS Duvarını Yıkacağız” şeklinde sloganlar atıldı.
1993 yılında beri örgütlenme çalışmalarını legalite üzerinden devam ettiren LGBT bireylerin yanyanalığı ile LAMBDA İSTANBUL-www.lambdaistanbul.org yaratıldı. Varoluşundan şimdiye kadar 15 yılı geride bırakmış olan bir “radikal” örgütlenme olarak ilk legalleşmiş kurumsallaşma biçiminindeki örgütlenme faaliyetleri ve 1 yıla yakın bir süredir devam etmekte olan ve dün sonuçlanan kapatılma davasına ilişkin olarak Lambdaİstanbul'lu dostlarımızdan Yeşim Başaran, Sedef Çakmak ve Boysan Yakar ile bir söyeşi gerçekleştirdik.
- İ-indymedia: Lambda İstanbul'un kendi varoluş deneyimi ve süreç içerisindeki bireylerin alıştırılmışın dışında yanyana durarak kendilerinin yarattıkları kolektif fotoğrafa baktığımızda aşılmış olanlar neler? Bir arada durmanın hayattaki karşılığı hangi noktada pratik değişimleri beraberinde getiriyor?
- Boysan: Türkiye’de 93’ten bu yana örgütlenme adına büyük adımlar atan LGBTT bireylerin sistemin baskıladığı bireyini apolitik ve dayanışmasız tektipleştirici anlayışa mahkum eden zihniyete tezat oluşturacak bir yapılanmayla oluşturdukları hareketi kendi eksenlerinde geliştirmeleri günümüze de önemli oranda deneyim ve refleksler kazandırmıştır. Toplumsal mücadeleye dair pek de uzun olmayan bir belleğe sahip toplumumuzda ayrımcılık gibi insan hakları temelli ortak mücadele alanlarında filizlenen LGBTT hareketi de sol anlayışın hak mücadelelerinden ve politik yaklaşımlarından etkilenerek şekillenmiştir. Bu bağlamda yıllar içinde elde edilen görünürlülük ve söz sahibi olunan alanlarda daha önceki sosyal hareketlerin yarattığı pratiklerin de gözardı edilmemesi gerekmektedir. Öte yandan günümüzde bile sayfa sayfa artan LGBTT varoluşuna dair tehditler şiddet vakaları ve devlet organlarınca içselleştirilmiş hak ihlalleri karşısında dayatılan saklanma ve gizlenme anlayışına karşı bir dil üretmek isteyen bireyler muhakkaktır ki bir araya gelip kendi özgürleşmeleri için ortak mücadele alanları oluşturacaklardı.
Devamı için tıklayınız...
Kürt Vicdani Red İnisiyatifi'nden İsviçre'de eylem ve iki yeni redçi 28 mayıs 2008 tarihinde isviçrenin bern büyükelçiligi önünde Kürt vicdani red insiyatifinin organize ettigi bedelli askerlik karşıtı Neyin bedeli adlı kampanya,yapılan basın açıklaması ve vicdani red deklarasyonlarıyla başlatıldı. Basın acıklamasına yaklaşık yirmi kişi katıldı,avrupa barış meclisi,isviçre halk meclisi,isvicre göçmen işçiler fedarasyonu,avrupa demokratik gençlik harekatı ve Yazar Gün zileli desteklıyor kampanyayı.
Saat 14 00de kürt vicdani red insiyatifi adına vicdani redci metin aydın tarafında kampanya metni okundu,Ardında Ömer kıral ve Özkan Kalın vicdani redlerini kamuoyuna deklare ettıler.Büyükelçilik kanalıyla Özkan kalına gönderilen bedelli askerlik yapılmasının istenildigi evrak elçilik önünde yakıldı,Elçilik önünde yaklaşık yarım süren eylemde isviçre polisi yogun güvenlik önlemleri aldı.Basın açıklaması metni ve vicdani red acıklamalarının oldugu metinler polisler aracılıgıyla elcilik görevlilerine verildi,
Basın açıklamasının ardında Bern postahanesinden corlu kapalı cezaevınde tutsak bulunan Vicdani Redçı Halil Savda'ya destek kartları atıldı.Kısa bir açıklama yapan metin aydın,hallil savdanın derhal serbest bırakılmasını ve Halil savda nın yanlız olmadıgını hep onla birlikte olacaklarını vurguladı.Kampanyalarının degişik etkinliklerle sürücegini belirtti.
Kesinleşmiş mahkumiyeti nedeniyle şu anda Çorlu Askeri Cezaevi'nde yatmakta olan Halil Savda'nın tutuklanmadan hemen önce aylık anarşist fikir gazetesi Ahali ile yapmış olduğu röportaj, gazetenin Nisan/Mayıs 2008 tarihli sayısında yayınlandı.
Ahali Gazetesi'nin vicdani red hareketi ile ilgili sorularını yanıtlayan Halil Savda, "Toplumda şiddetsizliği arzuluyorsak, şiddetsiz mücadele yöntemini geliştirmemiz lazım. Eğer özgür değilsek bugünden ilişkilerimiz de özgürlüğü inşa etmemiz lazım. Eğer biz demokratik yapılar oluşturmak istiyorsak bizim kendi yapılarımızı demokratik kılmamız lazım. Biz bunu yaptığımızda sisteme karşı çok daha güçlü konumlanabilir, alternatif bir sisteme veya alternatif bir yaşama alanına, yaşam tarzına katkı yapabiliriz. Bu açıdan işte vicdani retçilerin sivil itaatsizlik tutumları, muhalefetin gelecekteki mücadele yönü açısından iyi bir örnektir. Biz her alanda bu tarz mücadeleler örgütlediğimizde ve bu tarz tutumlar sergilediğimizde emin olun sistemi daha çok zorlamış oluruz. Belki sistemi yıkmayız ama sistemi en azından zayıflatabiliriz. Ve kendi yaşama alanlarımızı daha da genişletebiliriz." diyor.
Röportajın tamamını okumak için tıklayınız....
Hemen hepsi bir siyasi partide yönetici olan tersane patronları, politikacı kimlikleriyle bir yandan sosyal adalet yalanlarını sürdürürken, kardan gözü dönmüş öteki halleriyle de yanlarında çalıştırdıkları işçilerin birer birer ölümlerine, sakat kalmalarına seyirci kalıyorlar.
İşçiler bu kez de sokaklarda, ama bu kez ücret artışı ya da sosyal iyileştirmeler peşinde değiller. Öncelikli olarak çalışırken ölmemeyi istiyorlar. Aslında düşük ücret ya da kötü çalışma koşuları zaten bir çok işçinin yavaş yavaş ölmesine neden oluyordu. Şimdi değişen şey bu ölümlerin daha aleni olması.
Şimdi devlet, tersaneleri kapatarak kendi pisliğini örtmeye çalışıyor. Ama ezilenlerin öfkesinden kurtulamayacaklar.
"Eğer bizi asarak ... tahakküm altındaki milyonların, sefalet içinde çalışan ve kurtuluşu arzulayan; bekleyen milyonların bu hareketini, işci hareketini ezebileceğinizi umuyorsanız -eğer düşünceniz buysa, o zaman asın bizi! Burada bir kıvılcımı ezeceksiniz, ama şurda, burda veya orada, arkanızda, -ve önünüzde, ve her yerde alevler yukseliyor. Bu gizli bir ateş. Bunu asla söndüremezsiniz". - Albert Spies, Anarşist Emekçi
Dünya genelinde politik/siyasi, ekonomik, düşünsel iktidar/güç sahiplerinin egemenlerin doğrudan ya da "dolaylı" olarak gerçekleştirdikleri çok boyutlu ölümcül saldırılarının durdurabileceğinin mümkünatını gösteren, doğrudan gündelik yaşamı dönüştürmeye yönelik, çokluğun biraradalığı ile birlikte bir kampanya başka bir mücadele başladı, bundan 122 yıl önce, Chicago; Amerika'da. Amerikan Emek Federasyonu'nun "sekiz saat 1886 Mayis'inin 1'i itibariyle yasal gunluk calisma suresi olmalidir “ şiarıyla günışığına çıkan mücadelede anarşistler, sosyalistler ve işçiler birlikte yanyana hareket etmeye başladılar. Ve 122 yıldır; 1 Mayıs günü dünyanın hemen her yerinde, çok renkli biçimlerde, hayatın farklı alanlarına anlam verenlerin, şenlikli festivali olarak varediliyor, kimi topraklarda mücadele sonrasında 1 Mayıs gününün işgünü dışına çıkartılarak tatil olma hakkıda elde edildi. Türkiye'de de diğer topraklarda olduğu gibi burjuvazi 1 Mayıs'ı görmezden gelme ya da kendi manipülatif; faşizan sloganlarıyla; gericiliğine katma arzusuyla yanıp tutuşmakta; ancak emek hareketlerinin ve ruhunda özgürlük ateşinin sıcaklığını taşıyanların, her yıl olduğu gibi; bu ikiyüzlülüğü durduracak eylemliliklerle; hayatın diğer alanlarıyla da bağlantı kurarak mücadeleyi genişletiyor ve yükseltiyor. Bunlardan birisi ise, bu yıl 3. kez karşılaşacağımız Uluslar arası İşçi Filmleri Festivali, festivale dair festival organizasyonuna görev alan gönüllü arkadaşlarımızla uzun bir sohbet gerçekleştirdik. Festival organizasyonunda anarşist,sosyalist,komünist özgürlükçü bireylerin ve emek örgütlerinin birlikte varoluşu, totaliterci bir yapıya bürünmeden; ticari hiçbir kaygı gütmeden; farklılıklarla bir aradalığın güzelliği temelinde ortaklaşabileceklerinin sözün ötesinde pratiğini de gerçekleştirmenin bir diğer örneği oluyor. Sohbetimiz; festivalin dünü, bugünü ve yarınına; öğrendikleri ve paylaşabildiklerine dairdi. Türkiye Devleti'nin şu andaki siyasi iktidar sahiplerinden AKP'nin ve modern faşist devletin yaratmaya çalıştığı tek boyutlu gerçeklik algısının şiddeti kullanmasını yasallık silahıyla eline almış olan Polis'in ve Ordu'nun 1 Mayıs'ta sokakları emekçilere, işçilere, devrimcilere kapatmak için gaz bombları, silahlar, panzerler, kendisinin imzasını attığı savaşlarda kullanılmasını kendisinin yasakladığı kimyasal gazlarla korkutmaya ve evlere hapsetmeye çalıştığı emeğin birliğinin "şenlikli festivali" isyanı herşeye rağmen "kendince" varolabildi, sokakları doldurdu. Festival 1 Mayıs sonrasında salonlarda ve sokaklarda direnişin salt bir günden ibaret olmadığının, çok boyutlu özgürlük mücadelesinin çok boyutlu bir biçimde sürdürülmesinin bir pratiği olarak devam ediyor. Sokakları dolduranlar, sokaklardan salonlara, salonlardan sokaklara, isyana, özgürlüğe ve devrime, hayata, şimdi ve yine ve yeniden! "Aşk olsun" hepimize!
Röportajın Devamı için tıklayınız....
Festival ile ilgili olarak ayrıntılı bilgi almak, filmler hakkında bilgilenmek, festival gazetesine ve festival kataloğuna ulaşmak için festival sitesine aşağıdaki banere/animasyona tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Sendikalı oldukları işten çıkarılan 400 Yörsan işçisinin direnişi 132. gündür devam ederken, işçilerle dayanışmak, direnişlerine destek vermek adına Yörsan ürünlerini boykot etmeye çağırıyoruz!!!!.
İnsan türünün dünya üzerinde ayak basmadığı ve yaşamadığı bir coğrafya yok. Yine aynı dünyanın her coğrafyasında, her gün yüzlerce insanın kanının döküldüğü savaşlar hüküm sürüyor. İnsanlık din, etnik köken, ekonomik çıkarlar ve kimi zaman da “demokrasi” için katliam yapıyor; şiddeti egemen kültür olarak hayatın vazgeçilmez bir unsuru olarak yaşatıyor.
İnsanlık ‘ürettiği’ savaşlar için yaratıcılıkta hiçbir sınır tanımıyor. Geliştirdiği bilim ve teknolojiyi önce askeri kullanımın hizmetine sunuyor ve çıkarılan her yeni savaşta akla hayale sığmayan zulüm biçimleri geliştiriyor.
Ama aynı insan türünün sayıları hiç de azımsanmayacak kadar çok başka fertleri ise, her şeye inat ölüme karşı yaşamı, savaşa karşı barışı savunuyor. O insanlar için barış, “iki savaş arasında geçirilen zaman” değil. Tam tersine barış onlar için en doğal talep ve yürüdükleri yolun ta kendisini ifade ediyor.
haberin tümü
19 Nisan Cumartesi günü İstiklal Caddesi, "biz erkek değiliz" sesleri ile çınladı. İtalyan sanatçı Pippa Bacca ile gündeme taşınan, aslında gazetelerin üçüncü sayfalarında artık sıradan bir olay olarak görmeye alıştığımız tecavüze ve erkek egemen anlayışa "biz erkek değiliz girişimi" katılımcısı erkekler ve aynı göğün yarısını ellerinde taşıyanlar olarak destek veren kadınlar İstiklal Caddesinde yoğun katılımlı bir eylem yaptılar.
"Biz erkek değiliz girişimi" üyeleri, erkek egemen sistemin reddi anlamında taktıkları duvaklarla, "öldürmek erkeklikse, tecavüz etmek erkeklikse, homofobik olmak erkeklikse, askere gitmek erkeklikse biz erkek değiliz" yazılı dövizler ile Galatasaray Lisesi önünden Taksim meydanına yürüdüler. Yürüyüş sırasında biz erkek değiliz sloganlarına ve alkışlara çevredende yoğun bir katılım oldu.
Taksim meydanında okunan basın açıklamasından sonra eylem "şimdilik" sona erdi. Eylemde okunan basın açıklaması :
Pippa Bacca’nın korkunç ama çok da sıradışı olmayan ölüm biçimi, yani tecavüz edilerek öldürülmesi, sansasyonel bir durum yarattı bu defa. 8 martta başladığı yürüyüşünü savaşların olduğu ya da güvenliksiz olarak nitelenen bir rotada gerçekleştiren bir kadın sanatçı ve ‘yabancı’ olmasıydı bu sansasyonun nedeni. Trajik bir biçimde dikkat çekmeye çalıştığı öntargıların kurbanı olması da vicdanları sarstı belki.
Ama ikiyüzlülüğü de ortaya çıkardı bu olay. Sanki bu ülkede hergün namus-töre-iffet adına kadınlar öldürülmüyormuş gibi; ‘biz Avrupa’nın ahlaksızlığını almadık’ minvalinde nutuklar çeken bir başbakan yokmuş gibi, kadınlara yönelik taciz-tecavüz-salsırı ve öldürme olayları nerdeyse sıradan olaylar değilmiş gibi, medya ve yetkililer namusumuzu hemen temizleyiverdiler. ‘Bizi elaleme rezil eden bir alçak hemen derdest edildi.’ Hemen diplomatik yollarla özürler dilendi, manşetler atıldı, haber bültenlerinde alçak tecavüzcü teşhir edildi. Sanki ‘iffetsiz’ Avrupalı kadınlara yönelik taciz ve tecavüzün neredeyse bir milli erkek sporu haline gelişi, sokaklarda kadınların her an tacizle karşılaşabiliyor olması, bir kuytuda ya da herkesin gözleri önünde öldürülüyor olması, intihara zorlanıyor olması başka bir ülkeye ait olgularmış gibi; sanki AKP’li bir kadın milletvekilinin sonuçlarını bile açıklamaya ürktüğü ensest araştırması başka bir ülkede yapılmış gibi.
haberin tümü
İstanbul-bbm [ sayfabaşı ]
|